30 Ekim 2014 Perşembe

GEL GÖR BENİ KIVANÇ NALÇA'DAN BİR YUNUS EMRE ŞİİRLERİ ALBÜMÜ

KIVANÇ NALÇA'DAN BİR YUNUS EMRE ŞİİRLERİ ALBÜMÜ GEL GÖR BENİ Albüm İçeriği 1. Gel Gör Beni Aşk Neyledi 2. Sensiz Yola Girer İsem 3. Ey Sözlerin Aslın Bilen 4. Sen Bu Cihan Mülkünü 5. Ey Yaranlar Demeyin Bana 6. Sözü Bilen Kişinin 7. İşitin Ey Yarenler 8. Sana İbret Gerek İse 9. Geldi Geçti Ömrüm Benim 10. Biz Dünyadan Gider Olduk 11. Aşkın Aldı Benden Beni 12. Onca Zar Eyler

TUZ... BİR YUNUS EMRE ROMANI

Her kim ki aşka müşteri, canına od vurmuşlar… Yunus, küçük çilehanede çenesi müttekaya yaslı, gözleri açık öylece durmaktaydı. Çahâr darb tıraşa vurulalı hayli vakit geçmişti. Kaşları, saçları bıyığı ve sakalı sanki biraz uzamıştı. Yazıcı İdris'in kapı aralığından bilmem ne zaman bıraktığı, biraz kül katılmış çavdar ekmeğiyle bir tas su, çilehanenin bir köşesinde öylece durmaktaydı. Küçük tahta kapı şöyle biraz aralıktı sanki. Tamamen kapanmamıştı. Kapı aralığından içeri sızan gün ışığı mıydı ? Bilmem… Uykuda mıydı ? Uyanık mıydı ? Bir düş mü görüyordu yoksa bir başka âlemde miydi ? Bilmem… Dili damağı kurumuştu susuzluktan, içmiyordu. Bir el Yunus'a bir kadeh uzattı. "İç," dedi sonra bir ses. Kana kana içti Yunus… İçtiği buz gibiydi… Bal gibiydi. Kıvanç Nalça, Tuz adlı bu romanında Yunus Emre'nin Moğol istilası altındaki Anadolu'da Taptuk Emre dergâhına sığınıp, orada kendisini var edecek gerçeğe ulaşma yolculuğunu anlatıyor. Yunus'un birbirinden hisli dizeleriyle süslü bu romanda ilâhi aşkın gücünü damarlarınızda hissedecek ve Yunus Emre'nin evrensel büyüklüğüne bir kez daha tanık olacaksınız.

1 Nisan 2014 Salı

YUNUS BİR SÖZ SÖYLEMİŞ HİÇBİR SÖZE BENZEMEZ... YAKINDA BELÇİKA'DA...

22 Mart 2013 Cuma

"İşte Türkiyye'de şair olanın hali budur"



Eşref'e sordular: "Neden o zehirli taşlamalarında çoğu kez isim kullanmıyorsun? Kimin için yazıldıkları belli değil ?"
 Eşref:
" Neden olacak, bütün alçaklara uygulanıp,numarasız gözlük gibi kullanılsın diye…" der.


5 Şubat 2013 Salı

Her gün birileri ölürken...



Her gün birileri ölürken, ne söylenebilir? Ne yazılabilir?
Ölen önemli, tanınmış, sevilen biriyse yokluğunun dünyada ve yaşamımızda bırakacağı boşluğun acısıyla merhuma methiyeler düzülebilir… Düzülüyor da…

Bir süredir burada herhangi bir yazı paylaşmıyorum. Takip edenler farkındadır. Fakat şöyle bir baktığımda fark ettim ki en son yazım Erol Günaydın’ın ölümüyle ilgiliydi… Sonra ne çok kıymetli insan öldü… Hepsiyle ilgili bir iki satır bir şey karalamak mümkündü. Ama yapmadım. Sonra aylar önce çok önemli bir ressamımızın, çok önemli bir tablosu hakkında yazdığım yazının on binlerce kişi tarafından tıklandığını, belki de okunduğunu gördüm. Şaşırdım. ( özellikle ressamın ve eserin adını yazmıyorum. Yazarsam arama motorlarında bulunacak ve bu yazı yine sırf içinde o adlar geçiyor diye tıklanacak.)  
Kaybedilen kişi hakkında duygusal bir yazı yazmak da enikonu bir işe dönüştü ne yazık ki son günlerde. Hatta ölenle en son röportajı yapmak, ölen hakkında yakın zamanda bir kitap yazmış olmak ne yazık ki medyada bir “şans” olarak algılanır oldu. Bu nedenle yaşı kemale ermiş mühim kişilerle hiçbir vesile yokken, sırf “yakında Hakk’ın rahmetine kavuşursa kullanırız.” Zihniyetiyle yapılan çalışmalar bile var… Elden geldiğince bu sistemin dışında durmak isteyenlerdenim. Yoksa şahit olunan ölümler tabii ki ben de üzüyor. Fakat bundan böyle ölen birinin ardından bir yazı yazmamak niyetindeyim. Yaşayanlar hakkında, yaşarlarken yazmak ne kadar önemli.
Ölüm hayatın gerçeği… Kıymetli, özel, değerli insanlar da ölüyor, karaktersiz, kötü, aşağılık yaratıklar da… Belki de bir te ölüm karşısında hepimiz eşitiz.
Hiçbirimiz ölümsüz değiliz.
Belki de bir başkasının ölümüne yalnızca bir ölümsüz gerçekten üzülebilir. Gençlerin zamansız ölümlerinden söz etmiyorum. O bambaşka bir yazının konusu.
Sözün özü; yaşanan ölümler ve yazılan ölüm yazıları sonucunda bir karar verdim. İnsan eğer yazacaksa yaşamak hakkında yazmalı… Ben de öyle yapacağım…

15 Ekim 2012 Pazartesi

SON MEDDAH EROL GÜNAYDIN ARAMIZDAN AYRILDI...



EROL GÜNAYDIN’I KAYBETTİK…
 Türk tiyatro dünyasının en büyük isimlerinden Erol Günaydın, 79 yaşında hayatını kaybetti.
 Bir süredir KOAH alevlenmesine bağlı gelişen solunum, dolaşım ve böbrek yetmezliği rahatsızlığı nedeniyle tedavi altında bulunan Erol Günaydın hayata gözlerini yumdu.
1933 yılında Trabzon´da doğan usta oyuncu Erol Günaydın, tiyatroya Galatasaray Lisesi bünyesinde başladı. Günaydın, 1955´te Haldun Dormen Cep Tiyatrosunda "Papaz Kaçtı" adlı oyun ile profesyonel aktörlük hayatına başladı.
1960´da ilk sinema filminde oynayan Erol Günaydın, elli yıllık bir süre içinde çok sayıda filmin ve tiyatro oyununun yanı sıra TRT´de yayınlanan Çiçek Taksi adlı dizide de rol aldı. Nasreddin Hoca tiplemesi, meddah gösterileri ve canlandırdığı diğer pek çok karakter günümüzün en tanınan ve kıdemli aktörlerinden biri haline geldi. Erol Günaydın TRT İstanbul Radyosu'nda çok sayıda Radyo Tiyatrosu'nda görev aldı.

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...