Her gün birileri ölürken, ne söylenebilir? Ne yazılabilir?
Ölen önemli, tanınmış, sevilen biriyse yokluğunun dünyada ve
yaşamımızda bırakacağı boşluğun acısıyla merhuma methiyeler düzülebilir…
Düzülüyor da…
Bir süredir burada herhangi bir
yazı paylaşmıyorum. Takip edenler farkındadır. Fakat şöyle bir baktığımda fark
ettim ki en son yazım Erol Günaydın’ın ölümüyle ilgiliydi… Sonra ne çok
kıymetli insan öldü… Hepsiyle ilgili bir iki satır bir şey karalamak mümkündü.
Ama yapmadım. Sonra aylar önce çok önemli bir ressamımızın, çok önemli bir
tablosu hakkında yazdığım yazının on binlerce kişi tarafından tıklandığını,
belki de okunduğunu gördüm. Şaşırdım. ( özellikle ressamın ve eserin adını
yazmıyorum. Yazarsam arama motorlarında bulunacak ve bu yazı yine sırf içinde o
adlar geçiyor diye tıklanacak.)
Kaybedilen kişi hakkında duygusal
bir yazı yazmak da enikonu bir işe dönüştü ne yazık ki son günlerde. Hatta
ölenle en son röportajı yapmak, ölen hakkında yakın zamanda bir kitap yazmış
olmak ne yazık ki medyada bir “şans” olarak algılanır oldu. Bu nedenle yaşı
kemale ermiş mühim kişilerle hiçbir vesile yokken, sırf “yakında Hakk’ın
rahmetine kavuşursa kullanırız.” Zihniyetiyle yapılan çalışmalar bile var…
Elden geldiğince bu sistemin dışında durmak isteyenlerdenim. Yoksa şahit olunan
ölümler tabii ki ben de üzüyor. Fakat bundan böyle ölen birinin ardından bir
yazı yazmamak niyetindeyim. Yaşayanlar hakkında, yaşarlarken yazmak ne kadar
önemli.
Ölüm hayatın gerçeği… Kıymetli,
özel, değerli insanlar da ölüyor, karaktersiz, kötü, aşağılık yaratıklar da…
Belki de bir te ölüm karşısında hepimiz eşitiz.
Hiçbirimiz ölümsüz değiliz.
Belki de bir başkasının ölümüne
yalnızca bir ölümsüz gerçekten üzülebilir. Gençlerin zamansız ölümlerinden söz
etmiyorum. O bambaşka bir yazının konusu.
Sözün özü; yaşanan ölümler ve
yazılan ölüm yazıları sonucunda bir karar verdim. İnsan eğer yazacaksa yaşamak
hakkında yazmalı… Ben de öyle yapacağım…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder