Radyo Yazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Radyo Yazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
7 Temmuz 2013 Pazar
26 Nisan 2012 Perşembe
RADYO GÜNLERİ "RADIO DAYS"
Ben televizyon sevenlerden değilim. Genelde herkese de televizyon izlememeyi tavsiye ederim. Dramafon Radyo Oyunu ve Ses Kültürü Derneği kuruluş çalışmaları sırasında ilk sloganımız şöyleydi;
Fakat bu akşam sizlere televizyon izlemenizi tavsiye
ediyorum. Bu akşam 22.00’de CNBC-E’de Woody
Allen 'ın Radyo Günleri “Radio Days” adlı başyapıtı var.
1 Nisan 2012 Pazar
Sesin saltanatını ilan ediyoruz…!
Dramafon Radyo Oyunu
ve Ses Kültür Derneği olarak ilk sloganımız buydu;
“Sesin saltanatını ilan ediyoruz…!”
Üç yıl oluyor Dramafon Derneği’ni
kuralı… Fakat Gülhane parkında bir ceviz ağacı misali, “ne siz bunu farkındasınız, ne de polis farkında…” Aslında biz
sesin saltanatını “sessiz sedasız”
ilan edenleriz. Bir avuç ses emekçisi üç yıl önce kurdu Dramafon Derneği’ni…
Dramafon sözcüğü de bizim hem parolamız hem de sese gönül verenlerin sözlüğüne
armağanımız. Sesle yapılan bütün dramatik işleri tanımlamaya çalıştık bu sözcükle…
Yani radyo oyunları, arkası yarınlar, sesli kitaplar, şiirler, hatta müzik…
Görüntünün günümüz tüketim toplumunda
nasıl ve nice kullanıldığını biliyoruz. Burada uzun uzun anlatmaya gerek yok. Her
şeyin bir fiyatının olduğu bir dünyada biz söze “Televizyonunuzu kapatmayı
unutmayınız!” diyerek başlamıştık.
Televizyon kültürü eleştirdiğimiz, muhalif olduğumuz bir şeydi… Dramafon
düşüncesini, manifestosunu, serüvenini merak edenler bu sayfadaki Radyo
Yazılarını tarayarak bulabilirler.
Burada oturup uzun uzadıya
Dramafon’dan söz edecek değilim sizlere… Onu başka günlerde başka yazılarda
yapacağım. Bu yazının konusu “Sesin
Saltanatı”… Biz, radyo oyunu ve ses kültürü üzerine kendimizce bilimsel bir
yöntemle çalışmalar yapaduralım, Karaköy’deki dernek merkezi ofisinin kirasını
ödeyene kadar akla karayı seçelim… Kuruluş aşamasında yanımızda yöremizde yer
alan yüzden fazla dernek üyesinin arasında mumla arayarak beş lira aidat ödeyen
bir tek kişi bile bulamayalım… Gözlerimizi yumalım, gerçeği arayalım… Bu arada
atlar alınsın, Üsküdarlar geçilsin…
Sesin saltanatı bambaşka bir biçimde ilan edilsin…
Geçtiğimiz günlerde bir firmanın
reklamlarını seslendirmek için anlaşma yapan Okan Bayülgen’in, Saklambaç'ın
haberine göre; reklama yaptığı seslendirme karşılığında 1 milyon dolar ücret
aldığı iddia ediliyor.
Artık bu ülkede bir insanın sesinin değeri bir milyon dolar!
Biz Dramafon hareketi olarak bu
habere çok sevindik. Sevindik çünkü Okan Bayülgen’in ardından bütün seslendirme
emekçileri milyon dolarlar olmasa da emekleri karşılığında insanca yaşayacak
ücretler alabilirler belki diye düşünüyoruz.
Aslında belki de reklamcılar
yanılıyorlar ve dolarlarını ziyan ediyorlar. Psikologlar, insanların bir
reklamda ünlü birinin sesini duyduğunda koşarak gidip o ürünü almadığını
söylüyorlar. 2010 yılında yapılan bir çalışmaya göre düşünülenin aksine
reklamlardaki ünlü seslerinin hiç de işe yaramadığı ortaya çıkmış. Bekli de insanlar
o bayıldıkları güzel seslerden, bir malın özelliklerini duymaktan rahatsız
oluyorlar. O seslerden hayata dair daha manalı ve derin sözler duymayı bekliyorlar…
Kim bilir?
Artık bu haberler, araştırmalar ne
kadar doğru ne kadar yanlış ben bunu bilemeyeceğim. Bildiğim bir tek şey var. O
da bu olayın, yani Okan Bayülgen’in reklam seslendirmesi karşılığında bir
milyon dolar alacak olmasının, benim anladığım anlamda “sesin saltanatı” ile bir
ilgisinin olmadığı. Bu haber olsa olsa, “ Okan Bayülgen’in saltanatı” olarak
tanımlanabilir bizim sözlüğümüzde…
Dramafon Hareketi olarak Okan
Bayülgen’i tebrik ediyoruz. Kendisi yıllarca ne zaman bir radyo oyunu kaydına
çağırdıysak parayı pulu sormadan koşup gelmiştir. Yine arasam yine gelir,
bundan eminim. O ve onun gibi yüzlerce sanatçı “bu kubbede bâki kalanın bir
hoş sadâ olduğunu” bilirler çünkü.
Ama ben sesin bâki kaldığı kadar bâkir kalmasına, günümüz kapitalist
sistemi içinde eskimeyen ve eskimeyecek dev bir ada olarak kabul edilmesine
inananlardan biriyim.
Sesin pazarlarda kıymetli bir mal
olmasına gönlüm el vermez… Bir radyo oyununun tek bir saniyesi bile bizim için
milyonlarca dolardan daha kıymetlidir… Çünkü benim ve benim gibi düşünen bir
avuç insan için ses, gözleri görenlerin tarif edemeyeceği bir ışığa sahiptir. O
ışığı size yalnızca, bir radyo oyununu dinleyen ve gözleri görmeyen bir
dinleyici tarif edebilir. Bana defalarca tarif etmişlerdir çünkü… Oradan
biliyorum…
Kıvanç
Nalça
25 Mart 2012 Pazar
AÇIK RADYO... Dinleyici Destek Projesi
Radyo Tamircisi’ne ve Anafor Radyo Yayıncılık A.Ş.’ye destek olmak…
Ankara'da yerel bir radyoda çalışan Hüseyin Koca, Bedelli Askerlik parasını toplaması için bir gece
düzenlemiş. Herhalde bir düğün salonunda sevenlerini, eşini dostunu toplamış.
Bilet satmış insanlara, kendince bir program hazırlamış. 350 kişi gelse bedelli
askerlik bedelini toplayacakmış ama o hedefe henüz ulaşamamış. Programının adı
da “Radyo Tamircisi”… Bence samimi
bir eylem… “Radyo Tamircisi askere
gitmesin, bize program yapsın.” diyen varsa destek olur.
Ne demişler, isteyenin bir yüzü kara…
Sevgili meslektaşım Hüseyin Koca dinleyicilerden doğrudan
para talep eden tek radyocu mu bu ülkede? Tabii ki hayır… Bir de Açık Radyo var… “ Kâinatın Tüm Seslerine, Renklerine ve Titreşimlerine Açık Radyo…”
13 Mart 2012 Salı
RADYO YAZILARI: 6 RADYOYA UYARLAMA VE UYGULAMA
Uyarlama, sanat türleri arasındaki bağın ve disiplinler arası ilişkilerin
en somut biçimde algılanabildiği ortak bir alan olarak değerlendirilmelidir. Bu
ortak alan, farklı anlatım biçimlerinin, görüntü, ses ve sözle kurulan farklı
dillerin zaaf ve zenginliklerini bir arada görebildiğimiz bir alandır. Her
sanat, kendi teknik ve estetik kuralları çerçevesinde belirlenen bir dil
kullanır. Uyarlama, bir sanatın kullandığı dilden bir başka sanatın kullandığı
dile yapılmış bir çeviri eylemidir. Bu anlamda, edebiyattan radyoya yapılmış
bir uyarlama; görsel, düşünsel ve felsefi çağrışımlarla kurulmuş yazı dilinin,
tek anlatım aracı ses olan radyo diline çevrilmesi demektir.
12 Mart 2012 Pazartesi
RADYO YAZILARI-2 (İSTANBUL RADYOEVİ’NİN KISA TARİHİ)
İSTANBUL RADYOEVİ’NİN KISA TARİHİ
2009 yılının kasım ayı İstanbul Radyosu, Radyoevi çalışanları için ayrı
bir anlam taşır… Çünkü 19 Kasım 2009 Radyoevimizin altmışıncı doğum günüdür. Bu
nedenle biz de bu sayıda İstanbul Radyoevi’nin tarihinden söz etmek istedik.
Aslında Türkiye’de radyo yayıncılığı dediğimizde, hikaye İstanbul’da başlıyor…
Bununla birlikte, İstanbul’un Radyoevine
kavuşması hayli zaman alıyor. İşte bu sayımızda, İstanbul’da Radyonun başlangıcını
ve İstanbul Radyosunun Radyoevine kavuşma sürecini anlatmaya çalışacağız.
RADYO YAZILARI–5 MERDİVENDEN DÜŞEN… PARDON; “İNEN” SANATÇI
Tom Stoppard’ın bu çok önemli oyunundan söz ederken neden bilmem her
seferinde “Merdivenden İnen Sanatçı” demek yerine “Merdivenden Düşen Sanatçı”
deyiveririm. Aslında böylelikle oyunun gizini de ağzımdan kaçırdığımı hep geç
fark ederim. Ancak tabii ki bu oyun bu küçük dil sürçmesinden daha önemli
kodlar üzerine kurulmuş büyük bir metindir.
RADYO YAZILARI-4 Bir Radyo Dergisinin Hikâyesi: " THE LISTENER "
Bir Radyo Dergisinin Hikâyesi: " THE LISTENER "
Radyo yayıncılığı denildiğinde dünyada akla gelen ilk isim kuşkusuz
BBC… 1920’li yıllarda bütün dünyada yeni bir teknoloji olan radyonun
yaygınlaşmaya başlamasıyla birlikte örgütlü ve özgün bir yayıncılık anlayışıyla
birçok ülkeye de örnek olan BBC, aynı zamanda ilk radyo dergilerinden olan ‘
The Listener’ (Dinleyici) adlı süreli yayınıyla da yayıncılık tarihinde önemli
bir yere sahip… 2000li yıllarda bir radyo dergisi yayınlanırken, öncü bir yayın
kuruluşu olarak BBC’nin kurumsal deneyimlerinden ve bu konudaki örneklerden de
söz etmek sanırım yerinde olur.
RADYO YAZILARI-3 DRAMAFON DERSLERİ 1
Dramafon Dersleri- 1
TÜRKİYE RADYO OYUNU
TARİHİNE GİRİŞ
Türkiye’de radyo oyunu tarihini anlatmaya başlarken kısaca radyonun
ülkemizdeki gelişim çizgisinden söz etmekte yarar var. Orta doğuda ilk düzenli
radyo yayını, Londra’dan yalnızca üç yıl sonra Türkiye’de 1925’te başlamıştır.
Bir fikir oluşturması açısından örnek vermek gerekirse orta doğunun en önemli
ülkelerinden biri olan Mısır’da radyo yayınlarının başlangıç tarihi 1934’tür.
Türkiye’de radyo yayıncılığı alanındaki ilk çalışmalar 1923 yılında ülkemizde
mesleki eğitimin gelişiminde büyük bir paya sahip olan Muallim Rüştü Uzel’in
telsiz telefon denemeleridir. Fransız işgal kuvvetleri komutanı General
Charpie’nin, İstanbul’dan ayrılırken geride bıraktığı telsiz telefonla
İstanbul’daki Yüksek Öğretmen Okulu’nun kimya öğretmeni Rüştü Uzel,
öğrencileriyle birlikte 19 Mart 1923 tarihinde Yüksek Öğretmen Okulu’nun bodrum
katında deneme yayını gerçekleştirir. 20
Mart 1923 tarihli Tevhid-i Efkâr Gazetesi bu yayına yer veren elimizdeki en
önemli kaynaktır.
RADYO YAZILARI-1 NEDEN “ HÂL” RADYO OYUNU?
NEDEN “ HÂL”
RADYO OYUNU?
Radyo oyunu ya da arkası yarından
söz açıldığında hemen herkes bir an için geçmişe döner ve radyo başında merak
ve heyecanla geçirdiği dakikaları, saatleri buruk bir özlemle anımsar.
Ülkemizde henüz televizyon yayıncılığının başlamadığı ve televizyon alıcılarının
radyolar kadar yaygınlaşmadığı yıllarda, radyonun ve radyo oyununun önemini,
değerini ve işlevini hemen herkes anımsar ve kabul eder. Bununla birlikte
kimileri, seksenli yıllardan sonra TRT radyolarının radyo tiyatrosu ve arkası
yarın yapımlarına son verdiğini ve bu türlerin geçmişte kaldığını düşünürler.
Bir tür olarak radyo oyunlarını dinlemeyi bırakanlarda, sanki artık böyle bir
türün var olmadığı gibi garip bir düşünce hâkimdir. Oysa TRT’de radyo oyunları,
radyo tiyatrosu, arkası yarın ve çocuk bahçesi yayın kalıplarında yapım ve
yayınları hiçbir dönemde kesintiye uğramamıştır. Radyo oyunlarını garip bir
nostalji duygusuyla bir yandan yüceltip bir yandan da ölü bir tür olarak
görenler ve gösterenler kesinlikle artık radyo dinleyicisi olmayanlardır.
Bağımsız bir disiplin olarak radyo oyununun hiç ölmediğini, günümüzde var
olduğunu ve gelecekte de var olacağını görmeyen, bilmeyen, önemsemeyen büyük
bir çevrenin varlığı tartışılmaz bir gerçektir.
MANİFESTO DRAMAFON
1.Ses hep vardı, vardır ve var olacaktır.
2.İnsanın varlığı sonludur fakat insanın sesi sonsuzdur. Bu
sözün dayanağı metafizik değil fiziktir.
3.Görme mekanizması yanılsamaya dayalıdır. Üç, belki de daha
fazla boyutlu evreni, iki boyuta indirgeyip algıladığını sanmaktır görmek.
Görsel bütün sanatlar ve teknolojiler, görme aygıtının teknik zaafları ve
yanılsama üzerine kuruludur.
4.Radyo, Dramafon sanatını kitlelere değil, birer birer
bireylere ulaştıran bir teknolojik aygıttır. Sesi bir insandan diğerine ileten
her teknoloji, Dramafon için radyo denli değerli bir araçtır.
5.Dramafon sanatında insan; kitle, grup, müşteri, seçmen,
cemaat, seyirci değil, duyan bireydir. Deneyim özgündür, biriciktir, duyanın
beyninde olup biter.
6.Dramafon sanatı alınıp satılamaz. Gerçek ve sahici bir
deneyim olan Dramafon sanatı, insanlara bir şey satmak için kullanılamaz.
7. Dramafon sanatı denetlenemez.
8. Dramafon, kâğıttan cenderesini kendi elleriyle yırtıp
taşan şiirdir, dile gelmiş müziktir, bütün felsefi anlamlarıyla katışıksız
sözdür, dram sanatını doğuran çekirdekteki özdür.
9. Dramafon çocukların, şairlerin, âşıkların, delilerin ve
devrimcilerin kadim dilidir.
10.Dramafon sesin egemenliğinin parolasıdır. İşareti, duyan
her kişinin aklında, kalbinde ve ruhunda biriciktir, ayrı ayrıdır.
11.Dramafon; eskiden radyo oyunu diye bildiğiniz, bugün ve
gelecekte duyacağınız, sesle kurulmuş bütün dramatik sanatların ortak adıdır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)