2009 ŞUBAT
14 Şubatta saat 20.00’de kimilerimiz yolda, otomobilinin ya
da cep telefonun radyo alıcısından, kimilerimizse evlerinde radyolarından ya da
bilgisayarından, kişisel bir sanatsal deneyim yaşadı. Birileri yaşıyorlar,
anlatıyorlardı. Bir şeyler oluyor ve biz olup bitene sadece kulaklarınızla şahit
oluyorduk. Dinlediğiniz müzik değildi. Haber ya da bir DJ’in geyiği değildi.
Dinlediğimiz bir radyo oyunuydu.
TRT radyolarında yetmiş yıldan beri kesintiye uğramadan radyo
oyunları üretiliyor, yayınlanıyor. Ama geçtiğimiz günlerde gerçekten de bir
olay gerçekleşti… 14 Şubat cumartesi saat 20.00’de NTV radyoda bir radyo oyunu
yayınlandı: ‘Dün Meydana gelen bir olayda...’ DOT özel bir tiyatro olarak bir
radyo oyunu prodüksiyonu gerçekleştirdi. Sırada başka özel ve amatör tiyatrolar
da olduğunu duyuyoruz… Bu gerçekten de geç ama sevindirici bir gelişme.
İngiliz oyun yazarı Mark Ravenhill’in 16 kısa oyun bir radyo
oyunu ve bir son oyundan oluşan epik oyununu sekiz aylık bir proje olarak DOT
sahneliyor. Fakat sözünü ettiğimiz eser radyodan yayınlandığı için ayrı ve
bağımsız bir sanat eseri olarak değerlendirilebilecek radyo oyunu ‘Dün Meydana
gelen bir olayda...’
Özlem Karadağ’ın Türkçeye çevirdiği oyunu Murat Daltaban
yönetmiş. Oyunu Saniye Tekinbaş kaydetmiş, Ufuk Tangel de montajlamış. Cemil Büyükdöğerli, Öykü Başar, Murat
Daltaban, Mürüvvet Kurt, İbrahim Selim, Pınar Töre, Mine Tugay ve Mert Öner de
oyuncular.
Aslında bu radyo oyunu 2007 Edinburg festivalinde diğer 16
oyunla birlikte sergilendikten sonra 2008 Avrupa Kültür başkenti Liverpool’da bir
halk mahkemesi salonunda dinleyicilerle birlikte Özgür Düşünce Festivali
etkinliği olarak yeniden canlandırılmış, performansın ses kaydı da BBC Radyo
3’te yayınlanmış.
‘Dün Meydana gelen bir
olayda...’ adlı radyo
oyunu, kastın tanıtıldığı klasik bir radyo oyunu anonsuyla başlıyor. Ardından
bunun bir “demokratik multimedya yayını”
olduğu açıklanıyor. Başlangıçta biraz yapıntı denebilecek rabarbalar ve uyumsuz
oyunculuk tonları aksiyonun geçtiği uzamı zihnimizde canlandırmamıza engel olsa
da zamanla dinlediğimizin, radyo ve internet üzerinden yayınlanan bir toplantı
olduğu anlaşılıyor. Toplantının amacı, bu kriz döneminde terörü toplumdan söküp
atmak… Güvenlik kameralarının kaydettiği ve dün yaşanan korkunç olaya geliyor
sıra… Salondakiler ekrandan bu vahşi saldırıyı izliyorlar. Dileyenlerin internet
üzerinden bu vahşi saldırı görüntülerini izleyip seslerini dinleyebilecekleri
duyuruluyor.
Birbirini seven normal bir çift alışveriş merkezine gitmişler
ve adam hiç tanımadığı bir başka adamın vahşice saldırısına uğramış.
Salondakilere ve dinleyicilere bu vahşi saldırı hakkındaki görüşleri soruluyor.
Oyun bu noktada radyo oyununun en büyük teknik zenginliği olan zaman ve mekân
bağımsızlığının ustaca kullanıldığı bir aksiyon kazanıyor. Mağdurun durumunu
öğrenmek için telefonla hastaneye bağlanılıyor. Telefonla bağlantı yöntemi,
bütün zamanların en önemli radyo oyunlarından Orson Welles’in Dünyalar Savaşı’nı
anımsatıyor. Şu Marslıların dünyayı işgal etmeleri hikâyesini… 1938 yapımı bu
büyük oyunun telefon bağlantılarıyla dinamik bir sessel aksiyon yaratmaktaki
başarısının 2009 yapımı bu oyundan çok daha ileride olması da düşündürücü.
Bu demokratik multimedya ortamında saldırgana ne ceza
verilmesi gerektiği halka ve dinleyicilere soruluyor. ‘Kötülüğün yüzüne ne
yapardınız?’ Halkın yanıtıysa açık; ‘Öldürürdüm…’ Herkes saldırganın öldürülmesi
gerektiği konusunda hemfikirdir. Ancak toplum demokratiktir ve adalet diye bir
kavram vardır. Bu nedenle bir tanık gerekmektedir. Fakat ortada tanık yoktur.
Tanık olduğu halde ortaya çıkmayanın suçu saldırganınkinden daha da büyüktür.
Bu arada meclis, tanık olup da ortaya çıkmayanlara damgalama cezası verilmesine
karar verir. Sonunda ortaya bir tanık çıkar; Sarı Kravatlı Adam… Peki, bu
damgalama işlemini kim yapacaktır? Bir gönüllü bulunamaz. Meclis damgalamanın
insani bir biçimde yapılmasına karar verir. Damgalanmadan önce şunları söyler
tanık;
‘Ben çürük yumurtayım. Lütfen beni aşağılayın. Benden nefret
edin. Ben siz geri kalanlardan ayırt edileceğim.’ Kızgın demirle dağlanarak
damgalanır tanık. Demokrasi yerine gelmiştir ve artık bütün normal insanlar
normal evlerine dönüp birer fincan normal kahve içebilirler. Oyun şu soruyla
biter; ‘ Sen suçlu musun? Suçluları
tanıyor musun?’
Çok yönlü multimedya yayıncılık ortamında şükürler olsun bunu
bilmek çok kolaydır…
Shopping and Fucking’ in yazarı Ravenhill’in radyo oyunu metninin değeri olduğu tartışılmaz.
Zaten Ravenhill’in yazarlığı ve “in yer face” oyunları ile ilgili çok sayıda
yazı son yıllarda ülkemizde yayınlanır oldu. Bizim bu yazıda konumuz olan ‘Dün Meydana gelen bir olayda...’ adlı
DOT yapımı radyo oyununun en önemli yanı günümüzde dünya radyo oyun yazarlığının,
neleri nasıl tartıştığını, yaşamla nasıl bir ilişkisinin olduğunu görmemize
yardımcı olması. Radyo oyunu sesin temel anlatım aracı olarak kullanıldığı bir
sanat ve yalnızca metinden ibaret değil. Bu anlamda söz konusu yapımda radyo
oyunu tekniği açısından yaratıcı bir rejiden söz etmek pek mümkün değil. Dijital
ses kayıt ve montaj teknolojisinin çok yüksek bir seviyeye geldiği günümüzde
radyo oyununun dramatik anlatım aygıtları efekt ve müziğin oyunun özüne uygun
bir biçimde estetik bir seviyede kullanılması mümkünken bu oyun teknik açıdan
günün imkanlarını yakalayamamış görünüyor.
Ancak tam bu noktada hatırlatmakta fayda var. Radyo sanatı
stüdyoda değil duyulduğu yerde oluşur. Robert Adrian X, 1998 yılında
yayınladığı manifestosunda; “Her dinleyici kendi alanının sesiyle birleşen
eserin kendisine özel versiyonunu dinler.”
Bu nedenle radyo oyunu eleştirisi de özneldir. Çünkü deneyim,
kolektif olduğu kadar bireyseldir. Yine de ses ve efektin ustalıklı
kullanımıyla birçok ayrı dinleyici üzerinde ortalama bir algı ve duyum birliği
yaratmak olasıdır.
Reji ve oyunculuktan söz etmek gerekirse asıl olan radyo
oyununda mikrofonun sinemada kameranın kullanıldığı denli işlevsel
kullanılabilmesidir. Mesafeler ve iç dış aksiyonlar, mikrofon merkezli bir ses
tasarımıyla ele alındığında yaratılacak sessel atmosfer, doğrudan dinleyicinin
imgeleminde metne uygun bir düş olarak kurulacaktır.
Bir de TRT radyolarının yıllarca kulakları doğru, düzgün, temiz
Türkçeye alıştırdığı ve bu kurumda üretilen eserlerde yüksek bir ses oyunculuğu
seviyesinin oturmuş olduğu gerçeğini göz önünde tutmak gerek. Hal böyleyken,
sahne merkezli düşünen, tasarlanan farklı oyunculuk tekniklerinin bir ses
sanatı olan radyo oyununda sahnede olduğu gibi kullanılması bir amatör radyo
oyunculuğu duygusu da yaratıyor.
Belki ilk kez yapılmasından kaynaklanan acemiliklerden belki
sahne performansına yoğunlaşıp radyo sanatına yeterince yoğunlaşmamaktan
kaynaklanan teknik ve estetik aksaklıklar zamanla ve yeni örneklerle
düzelecektir. Sonuç olarak bu yapımla ilgili söylenebilecek en önemli şey, bir
özel tiyatronun böylesi bir prodüksiyon gerçekleştirmesini ayakta alkışlamak
gerekir.
Kıvanç NALÇA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder