22 Mart 2012 Perşembe

ÖYKÜ: "DEKORASYON"



DEKORASYON


            Anlatıcı, öykünün sonunu başında anlatmaya karar verdi. Bu keyfi bir karar. Çünkü kimsenin haz anmasına izin vermeyecek denli bencil biri o. Şöyle;
            Adam ve kadın. İki sevgili. Evdeler. Salonda, üçlü koltukta oturuyorlar. Yerde az önce fırlatılıp duvara çarpınca kırılan cep telefonunun parçaları var.  Ağlamışlar. Bu yüzlerinden anlaşılıyor.
 Adamın elinde bir tabanca. Makine Kimya Enstitüsü yapımı Gümüşay 357 Magnum. İçinde altı kurşun var. Silah sağ elinde. Silahı sağ baldırına dayayıp tetiğe basıyor. Kurşun bacağı delip yere çarpıyor, sekip karşı duvara çarpıyor. Önce kan yok. Barut kokusu var. Birkaç saniye sonra kurşunun çıktığı yerden kan sızıyor. Adam silahı kadının sol baldırına dayıyor. Ateş ediyor. Kurşun kadının bacağını delip koltuğa saplanıyor. Kadın bir çığlık atıp, donup kalıyor. Adam silahı sol koluna dayayıp basıyor tetiğe. Kolu sarsılıyor. Kurşun koldan sonra camı delip dışarı çıkıyor. Sıra kadının kolunda bu sefer. Kadının sol koluna sıkıyor dördüncü kurşunu. Kadının kolu daha ince ya, kemik de kırılıyor. Kurşun kolun ardından yine koltuğa gömülüyor.
Sıra beşinci kurşunda şimdi. Sondan bir önceki kurşunda yani. Artık koltuk ikisinin kanıyla kızıla boyandı. Adam silahı kadının alnına dayıyor. İkisi de ağlamaya başlıyor yeniden. Birbirlerinin gözlerine bakıyor ikisi de.  Adam gözlerini yumup, başını sağa çeviriyor. Tetik düşüyor. (Anlatıcı o kadar da vahşi değil. Kadının beyninin nasıl parçalandığını, et, kan ve kemik parçalarının sağa sola nasıl saçıldığını anlatmayacak yani.) Adam silaha bakıyor. Kadından geri kalanlara bakıyor. Silahta kalan son kurşunu düşünüyor. Silahı şakağına dayıyor.  Vaz geçiyor sonra kendini öldürmekten. Son kurşunu tavana sıkıyor.
            İşte bunları hayal ediyor adam Beşiktaş’ta sevgilisini terk edip sokakta kaldığı için ağbisinin kendine aldığı altmış metre karelik evin duvarları sarıya boyalı salonunda rakısını içerken. “İçki bitmeden, uyku gelmese.” diyor sonra. Gerçek bir anıyla kurmaca bir anı arasında hiçbir fark yok çünkü.  Şiddet düşleri kurarak kendini sağaltıyor. Her korkak gibi. Adamın tabancası bile yok aslında. (Anlatıcı burada kullanacak bir sıfat bulamadı.) Her ................. gibi. (Ama cümleyi yazmadan da edemedi.)

***

            Kadın kapıyı çalmadı. Anahtarıyla kilidi açtı, girdi içeri. Bundan doğal ne olabilirdi ki, kendi eviydi girdiği. Yaklaşık bir yıldır sevgilisiyle birlikte yaşıyorlardı bu evde. Ama o, evi kendi evi gibi hissediyor, hissetmekle de kalmayıp öyle yaşıyordu.  (Aslında kadın günlerdir nerede akşam orada sabah, Beyoğlu’nda sürtüp duruyordu. Bu yüzden ona kaltak da denilebilirdi. Fakat anlatan edebiyatın edeb kavramıyla ilişkisi olduğuna inandığı için kaltağa kadın demeyi tercih ediyor. )
Kadın eve girdi, kapıyı kapattı. Ev bıraktığı gibi değildi. Sağda solda boş bira kutuları göze çarpıyordu. Yürüdü, salona girdi. Ortadaki sehpanın üzerinde dibinde birkaç parmak kalmış bir şişe beyaz şarap, iki de kadeh vardı. Bir kısa marlboro light, bir de kısa camel paketi... Kül tablası dolu. Üçlü koltuğa oturdu kadın.  Sehpaya bakıyor, bakmak bir tür okumaya dönüşüyordu. Kadehlerden birinde kırmızı ruj izi... Marlboro ligt, sevgilisi hayatta bu sigarayı içmezdi.  Dikkatle baktı, sigara filtresinde de aynı ruj izi vardı.
 Bir koku duydu o an. Koltuğu kokladı. Ucuz bir kadın kokusuydu, onu da okudu.  İki gündür eve gelmemişti. Gelmeyeceğini haber de vermemişti sevgilisine. Onun gelme ihtimali olduğu halde sevgilisi hem de onun evine bir kadınla gelmişti demek. Buna inanamadı. Sonra düşündü. Bir alkolikti o, her şeyi yapabilirdi. Kadehleri, şişeyi aldı, mutfağa gitti, şişeyi çöpe attı, kadehleri evyeye bıraktı. Tekrar solana döndü, boş bira kutularını topladı yerden gidip onları da çöpe attı. Yalnızca bir kez okuduktan sonra siliyordu bu mektubu. Ama düşünüyordu. Öfkeleniyordu. Sakinmiş gibi davranıyordu, sanki birileri onu izliyormuş gibi. Evde yalnız olmasına rağmen böyle yapması hiç de garip değildi aslında. Kadın bir oyuncuydu. Sigara paketlerini ve kül tablasını da aldı. Yarı dolu yarı boş paketleri de çöpe attı. Kadın sigara içmezdi. Arada sırada ortam olursa esrar...  O da kırk yılda bir. Tutku ve günah. Bunlar için esrar işe yarardı çünkü. Kül tablasını da döktü, evyeye bıraktı.
Yorgundu. Duş mu alsam, yoksa hemen yatsam mı diye düşündü. Yatmaya karar verdi. Yatak odasına gitti. Soyundu. Eşofmanını giydi. Çıplak yatmayı sevmezdi. Seviştikten sonra bile hemen giyinirdi. Yatağa uzandı, düşünüyordu. Başı ağrıyordu. “Müzik.” dedi kendi kendine. Müzik onu dinlendirirdi. Kalkıp salona gitti.  Müzik setinin yanındaki CD’ler darmadağınıktı. Onları düzgünce üst üste dizdi. CD çaları açtı. İçinde Cohen’in CD’si vardı. Sevgilisi nefret ederdi Cohen’den... Hatırladı. CD çaların kapağını kapattı.  Tuşa bastı. Cohen söylemeye başladı. Waiting for the miracle... Kadın mucizelere inanmazdı aslında. İngilizce de bilmezdi.  Anlamadan severdi Cohen’i ve başka bir sürü şarkıcıyı. Sevgilisi anlardı, bu yüzden sevmezdi. Mucizelere inanmasına, küçük sıradan mucizelerle yaşamasına rağmen sevmezdi.
Yatağa uzandı. Kendi yatağına... Müziği dinliyor ve düşünüyordu. Aldatılmak böyle bir şey miydi? Bağırıp çağırması mı gerekirdi? Delirip krizler geçirmesi mi? Ama onu görecek, seyredecek kimse yoktu. Bunları yapacaktı. Bir süre sonra... Başkalarının yanında... Karşısında...
İçip içip karşıma çıkma derdi sevgilisine. Kendisinin bir karşısı, huzuru olduğunu düşünürdü yani. Kadın “Bakalım şimdi karşıma ne yüzle çıkacak.” diye düşündü yatağında. Soğuk ve ıslak bir şey değdi eline. Kalkıp baktı. Kullanılmış bir prezervatif.  Onlar sevişirken prezervatif kullanmazlardı.

***

Adam kapının önünde durdu, elindeki içi dolu market poşetlerini yere bıraktı, zili uzun uzun çaldı. ( Adam günlerdir, belki aylardır öyle içiyordu ve kendini öyle dağıtmıştı ki bu yüzden ona herif demek daha doğru olurdu belki. Fakat anlatan edebiyatın edeb kavramıyla ilişkisi olduğuna inandığı için herife adam demeyi tercih ediyor.) Ama kapıyı açan olmadı. Bunun üzerine zili çalmayı bıraktı kapıyı şifreli bir biçimde çaldı bu kez. Düm düm teke tek, düm teke tek... Düm düm teke tek, düm teke tek... Kapıyı yine açan olmadı. Cebinden anahtarını çıkardı, kapıyı açtı. İçerisi temizdi ama havasızdı. Yere bıraktığı poşetleri aldı, salona geçti, televizyonun karşısındaki üçlü koltuğa oturdu, poşetleri iki yanına bıraktı. Gömlek cebinden bir paket kısa camel çıkardı, bir sigara yakıp alelacale, paketi önündeki sehpanın üzerine bıraktı.
Sağındaki poşetten bir kutu efes alıp açtı, kafasına dikti. Bu adamın akşamın bu saatine kadar içtiği on üçüncü biraydı. Kutuyu sehpaya koydu, sağındaki poşetten önce bir şişe beyaz şarap, ardından bir kutu kısa marlboro light çıkardı. Giriş kapısının hemen solundaydı mutfak.  Hızla oraya gitti, raftan iki şarap kadehi aldı, sehpaya koydu, yerine oturdu yeniden. Tirbüşonu unutmuştu. Hassiktir dedi, birasını kafasına dikti gidip türbişonu aldı. Yine koltuğa oturdu. Şarabı açtı. İki kadehi de doldurdu. Birini kafasına dikti. Bu tadı sevmediği yüzünü buruşturuşundan anlaşılabilirdi.
 Sağdaki poşetten ambalajıyla birlikte bir ruj çıkardı. Evirdi, çevirdi, kapağını açtı. Dibini yavaşça çevirdi, kırmızı yükseldi. Dudaklarını boyadı ciddi ciddi. Sonra kendine bir marlboro light yaktı. Bir nefes çekti. Bir şeye benzemiyordu. Filtresi rujlanmış sigarayı kül tablasına bıraktı, yansın, sönsün, öylece bitsin diye. Sonra diğer kadehten bir yudum şarap içti. Onu da öylece bıraktı. Baktı, kadehteki dudak izini geldi. Bunu mantıksız buldu. Kadehi döndüre döndüre ve birçok yerine iz bıraka bıraka şarabı içti.  Evet.  Şimdi olmuştu.
Kendine baktı. Anlamsız bir tişört vardı üzerinde. Yatak odasına gitti. Gardrobun kapağını açtı.  Beyaz bir gömlek aldı. Tişörtü çıkardı. Onu giydi. Salona gidip koltuğa oturdu yeniden. Temiz gömleğin, omzuna koluna dudağını sildi. Artık keyifle birasını içebilirdi. Keyif mi? İçerken süreçten keyif almazdı o. Kutuyu başına dikti. Bira bitti. kutuyu buruşturup bir köşeye fırlattı. Soldaki poşetten bir bira daha aldı, açtı, dikti... Bir camel daha yaktı. Aklına geldi. Sağdaki poşetten boktan bir kadın deodorantı çıkardı. Sağa sola, koltuğa gelişigüzel sıktı. Kutusunu sehpaya koydu. Yine dikti birasını, sigarasını içti.
Birden her sarhoş gibi ağlamaya başladı adam. Ona herif diyenler bile bu halini görseler acırlar hatta onu severlerdi. Yine sağdaki poşete uzandı. Bir kutu prezarvatifti aradığı. Buldu, kutuyu açtı. Bir prezervatif çıkardı kutudan.
Sigarası ağzında, bir elinde bira diğerinde prezervatif, yatak odasına gitti.  Soyundu, yatağa uzandı. Kendiyle oynamaya başladı. Geçmişten anlar, görüntüler getirmeye çalıştı aklına, olmuyordu. Komşunun küçük kızını düşündü. Prezervatifi taktı. Biraz debelendikten sonra boşaldı. Prezervatifi çıkardı. Yatağın üzerine bıraktı. Kalktı giyindi tekrar. Salona gitti. Müzik setinin yanında üst üste düzgünce dizilmiş CD’ler vardı. Hepsini dağıttı. Hiç dinlemediği, hiç dinlemeden nefret ettiği bir CD.  Cohen... Cohen’i aygıta yerleştirdi. Çalmaya başladı. Bir kutu bira daha açtı. Deodorantı, poşete attı. Ivırı zıvırı topladı, poşete koydu. Birasını içti. Bir sigara yaktı. Poşeti alıp, çıkıp gitti evden. İçerde hala Cohen çalıyordu. Matah bir halt ettiğini düşünen aptal bir adamın rahatlığıyla yürüyordu.
Boş evde Cohen’in şarkıları ard arda çaldı durdu.
Sabah kadın geldi. Aslında saat 12ye geliyordu. Sabah değildi yani. Ama kadın hep bu saatlerde uyandığı için anlatan sabah demeyi tercih etti.

1 yorum:

  1. çok ilginç, sürükleyici... merak uyandırıcı(R:T.)

    YanıtlaSil

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...