DEKORASYON
Anlatıcı, öykünün sonunu başında
anlatmaya karar verdi. Bu keyfi bir karar. Çünkü kimsenin haz anmasına izin
vermeyecek denli bencil biri o. Şöyle;
Adam ve kadın. İki sevgili. Evdeler.
Salonda, üçlü koltukta oturuyorlar. Yerde az önce fırlatılıp duvara çarpınca
kırılan cep telefonunun parçaları var.
Ağlamışlar. Bu yüzlerinden anlaşılıyor.
Adamın elinde bir tabanca. Makine Kimya
Enstitüsü yapımı Gümüşay 357 Magnum. İçinde altı kurşun var. Silah sağ elinde.
Silahı sağ baldırına dayayıp tetiğe basıyor. Kurşun bacağı delip yere çarpıyor,
sekip karşı duvara çarpıyor. Önce kan yok. Barut kokusu var. Birkaç saniye
sonra kurşunun çıktığı yerden kan sızıyor. Adam silahı kadının sol baldırına
dayıyor. Ateş ediyor. Kurşun kadının bacağını delip koltuğa saplanıyor. Kadın
bir çığlık atıp, donup kalıyor. Adam silahı sol koluna dayayıp basıyor tetiğe.
Kolu sarsılıyor. Kurşun koldan sonra camı delip dışarı çıkıyor. Sıra kadının
kolunda bu sefer. Kadının sol koluna sıkıyor dördüncü kurşunu. Kadının kolu
daha ince ya, kemik de kırılıyor. Kurşun kolun ardından yine koltuğa gömülüyor.
Sıra
beşinci kurşunda şimdi. Sondan bir önceki kurşunda yani. Artık koltuk ikisinin
kanıyla kızıla boyandı. Adam silahı kadının alnına dayıyor. İkisi de ağlamaya
başlıyor yeniden. Birbirlerinin gözlerine bakıyor ikisi de. Adam gözlerini yumup, başını sağa çeviriyor.
Tetik düşüyor. (Anlatıcı o kadar da vahşi değil. Kadının beyninin nasıl parçalandığını,
et, kan ve kemik parçalarının sağa sola nasıl saçıldığını anlatmayacak yani.)
Adam silaha bakıyor. Kadından geri kalanlara bakıyor. Silahta kalan son kurşunu
düşünüyor. Silahı şakağına dayıyor. Vaz
geçiyor sonra kendini öldürmekten. Son kurşunu tavana sıkıyor.
İşte bunları hayal ediyor adam
Beşiktaş’ta sevgilisini terk edip sokakta kaldığı için ağbisinin kendine aldığı
altmış metre karelik evin duvarları sarıya boyalı salonunda rakısını içerken.
“İçki bitmeden, uyku gelmese.” diyor sonra. Gerçek bir anıyla kurmaca bir anı
arasında hiçbir fark yok çünkü. Şiddet
düşleri kurarak kendini sağaltıyor. Her korkak gibi. Adamın tabancası bile yok
aslında. (Anlatıcı burada kullanacak bir sıfat bulamadı.) Her .................
gibi. (Ama cümleyi yazmadan da edemedi.)
***
Kadın kapıyı çalmadı. Anahtarıyla
kilidi açtı, girdi içeri. Bundan doğal ne olabilirdi ki, kendi eviydi girdiği.
Yaklaşık bir yıldır sevgilisiyle birlikte yaşıyorlardı bu evde. Ama o, evi
kendi evi gibi hissediyor, hissetmekle de kalmayıp öyle yaşıyordu. (Aslında kadın günlerdir nerede akşam orada
sabah, Beyoğlu’nda sürtüp duruyordu. Bu yüzden ona kaltak da denilebilirdi.
Fakat anlatan edebiyatın edeb kavramıyla ilişkisi olduğuna inandığı için kaltağa
kadın demeyi tercih ediyor. )
Kadın
eve girdi, kapıyı kapattı. Ev bıraktığı gibi değildi. Sağda solda boş bira
kutuları göze çarpıyordu. Yürüdü, salona girdi. Ortadaki sehpanın üzerinde
dibinde birkaç parmak kalmış bir şişe beyaz şarap, iki de kadeh vardı. Bir kısa
marlboro light, bir de kısa camel paketi... Kül tablası dolu. Üçlü koltuğa
oturdu kadın. Sehpaya bakıyor, bakmak
bir tür okumaya dönüşüyordu. Kadehlerden birinde kırmızı ruj izi... Marlboro
ligt, sevgilisi hayatta bu sigarayı içmezdi.
Dikkatle baktı, sigara filtresinde de aynı ruj izi vardı.
Bir koku duydu o an. Koltuğu kokladı. Ucuz bir
kadın kokusuydu, onu da okudu. İki
gündür eve gelmemişti. Gelmeyeceğini haber de vermemişti sevgilisine. Onun
gelme ihtimali olduğu halde sevgilisi hem de onun evine bir kadınla gelmişti demek.
Buna inanamadı. Sonra düşündü. Bir alkolikti o, her şeyi yapabilirdi.
Kadehleri, şişeyi aldı, mutfağa gitti, şişeyi çöpe attı, kadehleri evyeye
bıraktı. Tekrar solana döndü, boş bira kutularını topladı yerden gidip onları
da çöpe attı. Yalnızca bir kez okuduktan sonra siliyordu bu mektubu. Ama
düşünüyordu. Öfkeleniyordu. Sakinmiş gibi davranıyordu, sanki birileri onu
izliyormuş gibi. Evde yalnız olmasına rağmen böyle yapması hiç de garip değildi
aslında. Kadın bir oyuncuydu. Sigara paketlerini ve kül tablasını da aldı. Yarı
dolu yarı boş paketleri de çöpe attı. Kadın sigara içmezdi. Arada sırada ortam
olursa esrar... O da kırk yılda bir.
Tutku ve günah. Bunlar için esrar işe yarardı çünkü. Kül tablasını da döktü,
evyeye bıraktı.
Yorgundu.
Duş mu alsam, yoksa hemen yatsam mı diye düşündü. Yatmaya karar verdi. Yatak
odasına gitti. Soyundu. Eşofmanını giydi. Çıplak yatmayı sevmezdi. Seviştikten
sonra bile hemen giyinirdi. Yatağa uzandı, düşünüyordu. Başı ağrıyordu.
“Müzik.” dedi kendi kendine. Müzik onu dinlendirirdi. Kalkıp salona gitti. Müzik setinin yanındaki CD’ler
darmadağınıktı. Onları düzgünce üst üste dizdi. CD çaları açtı. İçinde Cohen’in
CD’si vardı. Sevgilisi nefret ederdi Cohen’den... Hatırladı. CD çaların
kapağını kapattı. Tuşa bastı. Cohen söylemeye
başladı. Waiting for the miracle... Kadın mucizelere inanmazdı aslında.
İngilizce de bilmezdi. Anlamadan severdi
Cohen’i ve başka bir sürü şarkıcıyı. Sevgilisi anlardı, bu yüzden sevmezdi.
Mucizelere inanmasına, küçük sıradan mucizelerle yaşamasına rağmen sevmezdi.
Yatağa
uzandı. Kendi yatağına... Müziği dinliyor ve düşünüyordu. Aldatılmak böyle bir
şey miydi? Bağırıp çağırması mı gerekirdi? Delirip krizler geçirmesi mi? Ama
onu görecek, seyredecek kimse yoktu. Bunları yapacaktı. Bir süre sonra...
Başkalarının yanında... Karşısında...
İçip
içip karşıma çıkma derdi sevgilisine. Kendisinin bir karşısı, huzuru olduğunu
düşünürdü yani. Kadın “Bakalım şimdi karşıma ne yüzle çıkacak.” diye düşündü
yatağında. Soğuk ve ıslak bir şey değdi eline. Kalkıp baktı. Kullanılmış bir
prezervatif. Onlar sevişirken
prezervatif kullanmazlardı.
***
Adam kapının önünde
durdu, elindeki içi dolu market poşetlerini yere bıraktı, zili uzun uzun çaldı.
( Adam günlerdir, belki aylardır öyle içiyordu ve kendini öyle dağıtmıştı ki bu
yüzden ona herif demek daha doğru olurdu belki. Fakat anlatan edebiyatın edeb
kavramıyla ilişkisi olduğuna inandığı için herife adam demeyi tercih ediyor.)
Ama kapıyı açan olmadı. Bunun üzerine zili çalmayı bıraktı kapıyı şifreli bir
biçimde çaldı bu kez. Düm düm teke tek, düm teke tek... Düm düm teke tek, düm
teke tek... Kapıyı yine açan olmadı. Cebinden anahtarını çıkardı, kapıyı açtı.
İçerisi temizdi ama havasızdı. Yere bıraktığı poşetleri aldı, salona geçti,
televizyonun karşısındaki üçlü koltuğa oturdu, poşetleri iki yanına bıraktı.
Gömlek cebinden bir paket kısa camel çıkardı, bir sigara yakıp alelacale,
paketi önündeki sehpanın üzerine bıraktı.
Sağındaki
poşetten bir kutu efes alıp açtı, kafasına dikti. Bu adamın akşamın bu saatine
kadar içtiği on üçüncü biraydı. Kutuyu sehpaya koydu, sağındaki poşetten önce
bir şişe beyaz şarap, ardından bir kutu kısa marlboro light çıkardı. Giriş
kapısının hemen solundaydı mutfak. Hızla
oraya gitti, raftan iki şarap kadehi aldı, sehpaya koydu, yerine oturdu
yeniden. Tirbüşonu unutmuştu. Hassiktir dedi, birasını kafasına dikti gidip
türbişonu aldı. Yine koltuğa oturdu. Şarabı açtı. İki kadehi de doldurdu.
Birini kafasına dikti. Bu tadı sevmediği yüzünü buruşturuşundan
anlaşılabilirdi.
Sağdaki poşetten ambalajıyla birlikte bir ruj
çıkardı. Evirdi, çevirdi, kapağını açtı. Dibini yavaşça çevirdi, kırmızı
yükseldi. Dudaklarını boyadı ciddi ciddi. Sonra kendine bir marlboro light
yaktı. Bir nefes çekti. Bir şeye benzemiyordu. Filtresi rujlanmış sigarayı kül
tablasına bıraktı, yansın, sönsün, öylece bitsin diye. Sonra diğer kadehten bir
yudum şarap içti. Onu da öylece bıraktı. Baktı, kadehteki dudak izini geldi.
Bunu mantıksız buldu. Kadehi döndüre döndüre ve birçok yerine iz bıraka bıraka
şarabı içti. Evet. Şimdi olmuştu.
Kendine
baktı. Anlamsız bir tişört vardı üzerinde. Yatak odasına gitti. Gardrobun kapağını
açtı. Beyaz bir gömlek aldı. Tişörtü
çıkardı. Onu giydi. Salona gidip koltuğa oturdu yeniden. Temiz gömleğin, omzuna
koluna dudağını sildi. Artık keyifle birasını içebilirdi. Keyif mi? İçerken
süreçten keyif almazdı o. Kutuyu başına dikti. Bira bitti. kutuyu buruşturup
bir köşeye fırlattı. Soldaki poşetten bir bira daha aldı, açtı, dikti... Bir
camel daha yaktı. Aklına geldi. Sağdaki poşetten boktan bir kadın deodorantı
çıkardı. Sağa sola, koltuğa gelişigüzel sıktı. Kutusunu sehpaya koydu. Yine dikti
birasını, sigarasını içti.
Birden
her sarhoş gibi ağlamaya başladı adam. Ona herif diyenler bile bu halini
görseler acırlar hatta onu severlerdi. Yine sağdaki poşete uzandı. Bir kutu
prezarvatifti aradığı. Buldu, kutuyu açtı. Bir prezervatif çıkardı kutudan.
Sigarası
ağzında, bir elinde bira diğerinde prezervatif, yatak odasına gitti. Soyundu, yatağa uzandı. Kendiyle oynamaya
başladı. Geçmişten anlar, görüntüler getirmeye çalıştı aklına, olmuyordu.
Komşunun küçük kızını düşündü. Prezervatifi taktı. Biraz debelendikten sonra
boşaldı. Prezervatifi çıkardı. Yatağın üzerine bıraktı. Kalktı giyindi tekrar.
Salona gitti. Müzik setinin yanında üst üste düzgünce dizilmiş CD’ler vardı.
Hepsini dağıttı. Hiç dinlemediği, hiç dinlemeden nefret ettiği bir CD. Cohen... Cohen’i aygıta yerleştirdi. Çalmaya
başladı. Bir kutu bira daha açtı. Deodorantı, poşete attı. Ivırı zıvırı
topladı, poşete koydu. Birasını içti. Bir sigara yaktı. Poşeti alıp, çıkıp
gitti evden. İçerde hala Cohen çalıyordu. Matah bir halt ettiğini düşünen aptal
bir adamın rahatlığıyla yürüyordu.
Boş
evde Cohen’in şarkıları ard arda çaldı durdu.
Sabah kadın geldi. Aslında saat 12ye geliyordu. Sabah
değildi yani. Ama kadın hep bu saatlerde uyandığı için anlatan sabah demeyi
tercih etti.
çok ilginç, sürükleyici... merak uyandırıcı(R:T.)
YanıtlaSil