22 Mart 2012 Perşembe

ÖYKÜ: "DEMOKRASİNİN SON TANRISI"


DEMOKRASİNİN SON TANRISI


Eğer insanlar Tanrı olsaydı, kendilerini demokratik olarak yönetebilirlerdi. İnsanlar Tanrı olmadıklarına göre, mükemmel bir devlet insanlara göre değildir.
                                                                                     Jean-Jacques Rousseau


Bugün onun için uzun ve yorucu bir gün olmuştu. Aslında kolonide hukuki meselelerin bugünkü kadar yoğun olduğuna oldukça ender rastlanıyordu. Seçilip göreve başlayalı daha bir yıl bile olmamıştı. Ama evet, bugün yoğun bir gündü. Şimdi onu, yani hikâyemizin başkahramanını ayrıntılı bir biçimde tanıtmamız gerek. Tabii ki bu tanıtma faslına eski zaman romanlarındaki gibi karakterin doğumundan iki yıl kadar önce anne ve babasının neler yaptığını ayrıntılı olarak anlatarak başlamayacağız. Bu hikâye aslında yaşandığı günlerden iki bin yıl kadar önce anlatılsaydı söze şöyle de başlayabilirdik;
“ Mkim3033, kalmak istedikleri halde gitmek zorunda olanların, hareketlerini acemileştiren telaşıyla, acele ettiğine sonradan pişman olacağını bile bile kapıya doğru yürüdü.”
Böyle olmadı tabii. Seçildiği gün de, bugün de… Kendisi için özel olarak tasarlanmış tekerlekli sandalyesindeydi gün boyu. Önce birkaç ticari davayı karara bağladı. Ardından, aslında kolonide öyle pek sık rastlanmayan türden bir şiddet suçuyla ilgili delilleri kontrol etti. Davalının ve davacının ifadelerini değerlendirdi. Fakat asıl yorucu olan sendikalı koloni emekçilerinin, bütün koloni emekçileri için geçerli olan birim saat ücretinin arttırılması yönündeki talepleriydi. Komşu kolonilerin ve konfederasyonun verilerini karşılaştırdı. Son aylarda ithal temel ihtiyaç maddelerinin fiyatlarındaki artışı inceledi. Evet, enerji ve iletişim bedellerinde de hafif bir yükselme vardı. Emekçiler haklıydı. Saat ücretlerinin yüzde dört oranında artması gerekiyordu. Gerekeni yaptı. Yasayı değiştirdi. İşçi ücretlerinde gerekli artış gerçekleşti. Birkaç yeni yayını yasakladı. Akşam haberlerini sansürledi. Emekçi eylemlerine ana haber bülteninde bu kadar fazla yer verilmesi pek doğru değildi. Okul öncesi eğitim programı için geliştirilen yeni projeyi onayladı. Proje yürürlüğe girdi. Biraz bekledi. Yeni bir şey yoktu. Demek bugün de sona ermişti. Özel ihtiyaçlarını görmek için görevlendirilmiş yurttaş, tekerlekli sandalyesini hareket ettiriyordu herhalde. Bunu hayal meyal hissetti. Birkaç saniye sonra bir serinliğin farkına vardı. Belki de dışarı çıkmışlardı. Yüzünü yalayan serin rüzgâr, ona geçmiş günleri anımsattı. Yaklaşık bir yıl önce olanları düşündü o an. Gün boyu düşünmekten ne kadar da çok yorulmuştu oysa. Ama hatırlamak sanki onu rahatlatıyor, belki de dinlendiriyordu. Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme mi vardı neydi? Artık kararını vermişti. Yarın Koloninin ana bilgi işlem sunucusuna bağlandığında, şöyle bir yasa ilan edecekti. Demokrasinin son Tanrısı için küçük bir yasa. Tanrı her gün temiz havaya çıkarılacaktı. Hele o gün böyle tatlı bir rüzgâr varsa kesinlikle…

*  * *
İşte seçilmişti. Bunun olmasını ne hayal etmiş, ne özlemiş, ne de talep etmişti. Seçilmekten korktuğu da yoktu. En yakın rakibiyle arasındaki oy farkı 3.033’tü. Bu ezici oy farkı, çok değil yaklaşık doksan gün sonra onu yaşam boyunca bu düzenli Ada Kolonisinde Demokrasinin Son Tanrısı yapacaktı. Geçen yılbaşı, yani üç ay sekiz gün önce kırk dördüne basmıştı. Moşa,  aslında adını da aile adını da bugün unutmalıydı. Bundan sonra yalnızca adının baş harfi, geçmişteki aile adının bilinmezliğini vurgulayan ve onu anonimleştiren “Kim” sözcüğü ve oy oranıyla anılacak. Öleceği güne kadar ve daha da sonrasında... Doksan gün sonra Yeni Koloni Demokrasisinin ilanının 125. yıldönümü tüm adada törenlerle kutlanacak ve Son Demokrasi Tanrısının ölümünün ardından halkoyuyla seçilen Moşa, Demokrasinin Son Tanrısı ilan edilecekti.
İnsanoğlu son üç yüz yıl içinde yerkürenin yıkıcı iklimsel dönüşümlerine ayak uydurmayı öğrenebilmişti. İnsanlık bilgisinin sonsuza dek sürebilmesi için, nüfusları onar bin yurttaşı geçemeyen altmış demokratik ada kolonisinin bu gezegen için yeterli olduğu yüz yirmi beş yıldır tartışılmayan bir gerçekti. Evet, hala ortalama sekiz yüz elli yılda bir ana karaların yerleri, elli, yüz, ya da iki yüz yılda bir yerkabuğu yapısı, yüz ila iki yüz yılda bir iklim düzeni değişiyordu ve gelecekte de değişecekti. Ama bütün bu düzensiz görünen düzende milyarlarca insanın yeri yoktu. Binlerce yıl önce Keşiş Dağı diye anılmıştı bu bölge… Sonra uzun bir süre Uludağ diye bilindi. Şimdiyse orta kuzey okyanusundaki koloni adalarından biriydi. İşte o, artık bu adanın seçilmiş demokrasi tanrısıydı.
            Bu sistemde seçilmek, istenen ya da istenmeyen bir şey değildi. Bilgi birikimi ve becerileri belirli bir seviyenin üstünde olan ve bir önceki demokrasi tanrısı öldüğünde kırk yaşının üstünde olan herkes bu seçim için adaydı. Her vatandaşın bir oy hakkı vardı ve dijital olarak gerçekleşen oylama birkaç saniyede sonuçlanıyordu. Seçim belki de işin en kolay yanıydı. Çünkü seçim sonuçlarının resmen ilan edilmesinin hemen ardından seçilen için doksan günlük oldukça zor bir süreç başlıyordu.
Maşa’ya seçildiği bildirildi. Görevliler hemen kendisini koloninin bilim ve sağlık merkezine götürdüler. Bir gün önce, zevkleri, zaafları, arzuları, alışkanlıkları, kompleksleri, sırları, düşleri, aşırılıkları, öfkeleri, kör inançları olan bir insandan bütün sistemin kaderini tayin edecek bir tanrı yaratmak o kadar da kolay değildi. Öncelikle her konuda doğru, adil ve demokrat bir zihniyetle karar verebilmesi için arınması gerekmekteydi. Bu katarsis, öyle sadece psikolojik bir süreç değildi. Bir dizi zahmetli cerrahi operasyonu kapsıyordu. Operasyonlar öncelikle duyu organlarına yönelikti. Gözler, retinaları alınıp körleştiriliyor, kulaklar zarlarından arındırılıp duymaz kılınıyordu. Tat alma aygıtı dil, tamamen kesilip alınıyor ve bu arada konuşma yetisi de ortadan kaldırılıyordu. Burun boşluğunun üst kısmındaki koku almaçları ve duyu sinirleri, yani sarı bölge, lazerle yakılıp hissizleştiriliyordu. İki elinin on parmağı da kökünden kesiliyordu. Beş duyudan arındırılan Tanrı adayı yine cerrahi bir operasyonla kısırlaştırıldıktan sonra bir aylık bir nekahet dönemiyle yeni beslenme düzenine uyum sağlaması için dinlendiriliyordu. Kendisini bu beslenme düzenine hazırlamak için bir böbreği, midesinin yüzde sekseni ve karaciğerinin yüzde altmışı da birer operasyonla alınıyordu. Artık Demokrasinin Son Tanrısı için bilinen anlamda bir beslenmeden söz etmek imkânsızdı. Damardan kan yoluyla besleniyordu. Beden bu köklü değişime nispeten uyum sağladıktan sonra tanrılık vazifesini yerine getirmesi için en gerekli süreç başlıyordu. Beyin cerrahları müstakbel Tanrının beyninin sekiz farklı bölgesine özel mikro işlemciler yerleştiriyorlardı. Bu yolla Tanrı koloninin ana bilgi ve veri işlem bilgisayarına bağlanıyordu. Artık bu merkez veri tabanı ve Demokrasinin Son Tanrısı’nın beyni bir bütün olarak çalışıyordu. Böylelikle Demokrasinin Son Tanrısı, ana bellekteki bütün bilgilere ulaşabiliyor, kişiler arasındaki uzlaşmazlıklarda bütün delil ve bilgileri doğru bir biçimde değerlendirebiliyor, kararları doğrudan verip, emir ve talimatları uygulaması gereken birime aracısız ulaştırıyordu. Adaletin kusursuz işlemesi için yasama, yürütme ve yargı olabilecek en mükemmel uyum içinde işliyordu.
Demokrasinin Son Tanrısı’nın göreve başlayabilmesi için gerekli adsızlaştırma, kimliksizleştirme, köksüzleştirme çalışmaları bütün olarak, Sosyal Arındırma Programı olarak adlandırılıyordu. Öncelikle Medeni Hukuktan doğan, soy kütüğü, kan bağları, vasilik, evlilik gibi bütün kayıtlar siliniyor, tanrının bütün sosyal bağları ortadan kalkıyordu. Bütün mülkiyet kayıtları silinip tanrının geçmiş yaşamına dair varsa menkul, gayrimenkul bütün varlıkları koloni hazinesine aktarılıyordu. Böylelikle Tanrı her anlamda bütün yurttaşlardan ayrı ama hepsiyle eşit mesafede olabilecek bir mertebeye taşınmış oluyordu. Bir şeyin olması için “Ol.” Demesine bile gerek yoktu. Bunu aklından geçirmesi kâfiydi.
Ertesi sabah odasına getirildi ve koloninin ana bilgi ve veri işlem bilgisayarına bağlandı. Ama büyük bir sorun vardı. Veri akışı hiç olmadığı kadar ağırdı ve sık sık kesintiye uğruyordu. Bu nasıl olabilirdi? Sendikalı koloni emekçileri bir gün önce saat ücretlerine yaptığı yüzde dörtlük artışı yeterli bulmadıklarını açıklıyorlardı. Emekçi sendikası tüm kolonide süresiz grev ilan ediyordu. Büyük olasılıkla bu bölücü hareket iki yüz deniz mili batıdaki komşu koloni tarafından destekleniyor diye düşündü ve komşu koloniye bir nota verdi. Bütün ticari anlaşmaları süresiz dondurdu. Enerji üretiminde, bilgi işlem birimlerinde çalışan emekçiler de greve katıldıklarını açıklıyorlardı. Onları bilim, sağlık, eğitim ve temizlik emekçileri takip etti. Güvenlik emekçilerini göreve çağırmaktan başka seçenek kalmamıştı. Hemen bütün kolonide olağanüstü hal ilan etmeye karar verdi. İşte o an koloninin ana bilgi ve veri işlem bilgisayarıyla bağlantısı kesildi. Herhalde bugünkü görevi de sona ermişti. Özel ihtiyaçlarını görmek için görevlendirilmiş yurttaş, tekerlekli sandalyesini hareket ettiriyordu sanki. Bunu hayal meyal hissetti. Birkaç saniye sonra bir serinliğin farkına vardı. Dün kendisi için çıkarttığı temiz hava yasasını hatırladı. Gülümsedi. O rüzgârın tadını çıkartıp anılarıyla oyalanırken dışarıda devrim oluyordu.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...