NEDEN “ HÂL”
RADYO OYUNU?
Radyo oyunu ya da arkası yarından
söz açıldığında hemen herkes bir an için geçmişe döner ve radyo başında merak
ve heyecanla geçirdiği dakikaları, saatleri buruk bir özlemle anımsar.
Ülkemizde henüz televizyon yayıncılığının başlamadığı ve televizyon alıcılarının
radyolar kadar yaygınlaşmadığı yıllarda, radyonun ve radyo oyununun önemini,
değerini ve işlevini hemen herkes anımsar ve kabul eder. Bununla birlikte
kimileri, seksenli yıllardan sonra TRT radyolarının radyo tiyatrosu ve arkası
yarın yapımlarına son verdiğini ve bu türlerin geçmişte kaldığını düşünürler.
Bir tür olarak radyo oyunlarını dinlemeyi bırakanlarda, sanki artık böyle bir
türün var olmadığı gibi garip bir düşünce hâkimdir. Oysa TRT’de radyo oyunları,
radyo tiyatrosu, arkası yarın ve çocuk bahçesi yayın kalıplarında yapım ve
yayınları hiçbir dönemde kesintiye uğramamıştır. Radyo oyunlarını garip bir
nostalji duygusuyla bir yandan yüceltip bir yandan da ölü bir tür olarak
görenler ve gösterenler kesinlikle artık radyo dinleyicisi olmayanlardır.
Bağımsız bir disiplin olarak radyo oyununun hiç ölmediğini, günümüzde var
olduğunu ve gelecekte de var olacağını görmeyen, bilmeyen, önemsemeyen büyük
bir çevrenin varlığı tartışılmaz bir gerçektir.
Bağımsız bir tür olarak radyo
oyununun Türkiye’de radyo yayıncılığının başlamasıyla birlikte anabileceğimiz
gelişim çizgisi, nasıl olup da yapım ve yayınlar hiç kesintiye uğramadığı
halde, bugün dünyadaki örnekleriyle kıyaslandığında bulunması gereken yerde
değil? Bu sorunun iki yanıtı olabilir. Bunlardan birincisi yapım ve yayınların
teknik ve estetik açıdan belirli dönemlerde, farklı nedenlerle dinleyicilerin
beklentilerine ve günün şartlarına yanıt verememesidir. İkinci yanıtsa radyo
oyununu besleyen ve beslemesi gereken ülkemizin kültür yaşamının aktörlerinin;
yani yazarların, akademisyenlerin, yönetmenlerin, oyuncuların, eleştirmenlerin,
sinema ve televizyon gibi farklı yönlere odaklanmaları ve bu türü görmezden
gelmeye başlamaları olabilir. Aslında bu iki ana neden birbirlerinin de hem
nedenidir hem de sonucudur.
Tabii ki bütün sanat dallarında
olduğu gibi radyo tiyatrosunda da, türün ülkemizdeki gelişimi dünyadaki
gelişimiyle paralel değerlendirilmeli. Türkiye dünya ülkeleriyle hemen hemen
aynı tarihlerde radyo yayıncılığına başlamış ve radyo tiyatrosu da bu
tarihlerde yine dünyadaki örnekleriyle aynı dönemde kendi dinleyicisiyle
buluşmuştur.
Fazıl Hayati Çorbacıoğlu altmışlı
yıllarda yayınladığı ‘Radyo Tiyatrosu ve Piyes’ adlı kitapçığın giriş bölümünde
şöyle der;
‘Radyofonik tiyatro mikrofonun
icadından sonra doğmuş bir sanat türü olduğu için henüz gelişme çağındadır. Bu
yüzden, ileri tiyatro edebiyatına sahip ülkelerde bile olgun meyveler verecek
düzeye erişememiştir.’
Fazıl Hayati Çorbacıoğlu,
altmışlı yıllarda dünyadaki radyo tiyatrosu örnekleri göz önüne alındığında
tartışma götürecek bu değerlendirmesinin ardından, (Orson Welles, bütün zamanların en önemli radyo oyunlarından
biri olan ‘THE WAR OF THE WORLDS’ adlı
oyunu Mercury Theatre ile 1938 yılında yayınladı. ) radyo tiyatrosunun çok
geniş bir etki alanına sahip olduğuna dikkat çekerek kısa süre içinde bağımsız
bir sanat disiplini olabileceğinden söz eder. Bu saptamalarının yanında, radyo
tiyatrosunun, klasik tiyatroyla
ilişkisinin yanı sıra kendi döneminde yeni yeni gündeme gelen absurd tiyatro ve
epik tiyatrodan da etkilenerek farklı formlara dönüşüp evrimleşeceğini öngörür.
Fazıl Hayati Çorbacıoğlu son olarak şunları söyler;
‘Bizim bu konuya uzaktan
değinişimiz, ‘Epik tiyatro karşısında radyofonik tiyatronun durumu nedir?’ diye
bir sorunun akla gelmesi ihtimalini düşünmemizdendir. Biz radyofonik tiyatronun
yerini klasik tiyatro kuralları ve anlayışı karşısında belirtelim de ( zaten
zorunluyuz) epik oyuna ya da diğerine eğilmek isteyen yazar kendine gereken
çeki düzeni versin.’
Fazıl Hayati Çorbacıoğlu
radyofonik oyun yazmak isteyen amatörlere yol göstermek gibi günlük bir
ihtiyaca yönelik kitapçığın giriş bölümünde bile çağının tiyatrosu ve radyo
tiyatrosu arasındaki ilişkiye dair önemli sorunları tartışmayı düşünebilmişken,
o tarihlerden bugünlere kadar tiyatro eğitimi veren, tiyatro araştırmaları
yapan üniversiteler böylesi konulara yeterince eğilmemişlerdir. Fazıl Hayati
Çorbacıoğlu, altmışlı yıllarda söz konusu kitapçığı kaleme almasının nedeninin
radyolarda oynanan yerli piyes ve skeçlerin kalitesizliği olduğunu söyler.
Bunun nedenini de şöyle açıklar;
‘Usta yazarlarımızın bu alan için
ellerine kalem almak istemeyişleri biraz da bu tür eserlerin verilen emeğe
değer bir gelir sağlayamayışındandır. İyi bir radyofonik piyes meydana getirmek
sahne eseri yazmaktan daha kolay değildir.
Oysaki getireceği kazanç hiç denecek kadar azdır. Böyle olunca iş amatör
yazarlara düşer…’
Fazıl Hayati Çorbacıoğlu’nunu
altmışlı yıllarda sözünü ettiği bu amatör yazarlar, tahmin edeceğiniz gibi
günümüzde Türk Edebiyatı’nın ve Türk Tiyatrosunun en bilinen, en ünlü
yazarlarıdır. TRT Radyo arşivlerinde bir tarama yapıldığında söz konusu dönemde
Çorbacıoğlu’nun sözünü ettiği amatör çalışmalar, cumhuriyet dönemi
edebiyatımızın ve tiyatromuzun en önemli yazarlarının ilk profesyonel
çalışmalarıdır. Radyo oyunları yazarak deneyim kazandıktan ve belirli bir
teknik ve estetik düzeye ulaştıktan sonra birçok farklı nedenden dolayı
(teknik, ekonomik, etik, politik) radyo tiyatrosu yazmayı bırakan bu önemli
yazarlarımızın da, her dönemde radyo yazarlığının bir başlangıç noktası, bir
amatör süreç ya da diğer mecralara bir sıçrama tahtası olarak görülmesinin
kemikleşmesinde önemli payları vardır.
Yakın tarihimizde ve günümüzde
edebiyat ve tiyatro türünde ürün veren yazarların büyük çoğunluğu da radyo
tiyatrosuna gerektiği ölçüde önem vermemişlerdir. Kuşkusuz yalnızca TRT Radyolarında yapım ve
yayını gerçekleştirilen bir tür olarak radyo oyunlarında aranılan şartların,
teknik sınırlamaların ve denetim mekanizmasının, kimi yazarlar üzerinde gerek
konu seçiminde gerekse konunun ele alınışında kendilerini yeterince özgür
hissedememeleri gibi bir sonuca neden olduğu düşünülebilinir. Bu düşünce de
büyük ölçüde doğru olur. Ancak benzer sınırların Devlet Tiyatrolarında, Şehir
Tiyatrolarında ve TRT Televizyonunda da olduğu, ancak yazarların bu mecralara
yöneliminin sürdüğü de bir gerçektir.
İşte bu koşullar altında
özellikle seksenli yıllardan itibaren radyo oyunu yazarlarının genel yapısında
gözle görülür bir değişiklik ortaya çıkmıştır. Radyo tiyatrosunun metin
anlamında tiyatro ve edebiyat dünyasından beslendiği gerçeğinden yola çıkarsak,
söz konusu dönemde radyolar tiyatroyla ve edebiyatla pek ilgisi olmayan,
sanatsal duyarlıktan, hatta amatörlükten de yoksun, radyo yazarlığını ek iş
olarak gören, gerek konu gerekse tema açısından tek tip ürünler veren kişilerin
çalışmalarını yayınlamaya başlamıştır. Radyolara sürekli oyun yazan bu kişiler
denetim mekanizmasının beklentilerine uygun bilindik konular ve öyküler
çevresinde çeşitlenen birbirinin benzeri oyunlar yazmışlar, bu çalışmalarda
aynı oyuncu kadrolarıyla aynı anlayışlarla, nitelikten çok niceliğe önem
verilen bir yapım ve yayın anlayışı egemen olmuştur.
Son yıllarda TRT Kurumu
tarafından düzenlenen Radyo oyun yazma yarışmalarına bine yakın çalışma
başvurmakta, ama bu çalışmalar arasında genelde birincilik ve ikincilik
ödüllerine değer eserler bulunamamaktadır.
Türkiye’de radyo tiyatrosunun
dünü ve bugünü hakkında şu aşamaya kadar dile getirdiklerimiz karşımıza olumsuz
bir manzara çıkarıyor gibi görünebilir. O zaman tekrar başlıktaki soruya
dönelim; neden ‘hâlâ’ radyo tiyatrosu?
Yoksa gerçekten de radyo tiyatrosu kimilerinin düşündüğü ve inandığı gibi tarih
içinde belirli bir dönemde var olup işlevini tamamlamış geçmişe ait bir değer
mi? Yoksa radyo tiyatrosu yalnızca bir önceki kuşağın nostaljisi mi?
Tahmin edeceğiniz gibi bütün bu
sorulara benim verdiğim yanıt ‘evet’ olsaydı, ne böyle bir yazı yazardım ne de
ülkemizde Dramafon gibi bir dergi olurdu. O zaman biraz da günümüzde ve yakın
geçmişimizde dünyada radyo tiyatrosunun nasıl ve nice bir serüvenden
geçtiğinden söz edelim.
Hali hazırda bir cadı kazanından
ya da can pazarından farksız olan Ortadoğu, 11 Eylül, ikiz kuleler, El Kaide,
Taliban, Afganistan… A.B.D… Haberlerde, yazılı ve görsel basında son yıllarda
sürekli yan yana görmeye duymaya alıştığımız sözcükler, kavramlar. Peki, yaşadığımız çok öneli olaylarda radyo
tiyatrosunun bir başrol oyuncusu olduğunu duysanız, buna inanır mısınız?
Afganistan’da egemen güç olan
Taliban rejimi batı kültüründen halkını korumak için müziği, görsel medyayı,
televizyonu yasakladığında meydan yine radyoya kalmıştı. Batılı değerlerden
Afgan halkını izole etmeye çalışan Taliban rejimine karşı A.B.D. ve İngiltere bir proje geliştirmeliydi. Bu
görev dünyaca ünlü yayın kuruluşu BBC’ ye verildi. BBC Peştunca bilen oyuncular
buldu ve yetiştirdi. Yine özel olarak
hazırlanan dramatik metinler Peştunca’ya çevrildi. BBC Stüdyolarında özenle
kaydı yapılıp montajlanan bu radyo tiyatrosu projesinin adı ‘NEW HOME NEW LIFE’(Yeni
yuva, yeni hayat) idi. Afgan halkını, özellikle de burkalar içinde baskı altına
alınmış Afgan kadınını özgürlüklerle ve batılı demokratik değerlerle
tanıştırmayı amaçlayan bu radyo oyunu başarılı oldu. A.B.D Afganistan’a
girdiğinde halk özgürleşmeye hazırdı.
Afgan Eğitim Projesi kapsamında 1.500 bölümden fazla yayınlanan bu radyo
tiyatrosunda, eğitim düzeyi düşük Afgan halkına kara mayınlarından AİDS’e,
doğum kontrolünden kuma sorununa kadar gündelik yaşam pratiğiyle doğrudan
ilgili pek çok konuda pratik bilgiler estetik bir biçimde verilerek büyük bir
yayıncılık başarısına ulaşılmıştır. Endonezya, Burundi, Kongo, Sierra Leone
gibi bölgelerde 80’li yıllardan beri Avrupa Birliğinin desteğinde yerel halkı
bilinçlendirmeye yönelik soup opera türü yapımların yaygın bir biçimde
yayınlandığı da bilinmekte…
Yakın coğrafyamızda, yakın
tarihimizde radyo tiyatrosunun nasıl bir rol üstlendiğini gösteren bu örnek
gibi orta doğuda benzer amaçlarla yapılan yayınlar olduğunu
söyleyebiliriz. Tabii ki projelerin detaylarını
operasyonlar tamamlandıktan sonra öğrenmek mümkün oluyor. Bu gibi örneklerden radyo tiyatrosunun
yalnızca az gelişmiş toplumlarda işlevsel olabileceği gibi bir anlam
çıkarılabilir. Yine yakın tarihimizde 2002 yılında Avustralya’da yayınlanan ve
büyük beğeni kazanan ‘The Unborn’ (doğmamış) adlı radyo tiyatrosunun
yayınlandığı coğrafyada büyük ilgi gördüğü bilinmektedir. Micheal Cove’un
kaleme aldığı bu oyunda on beşten fazla oyuncu yüz elliden fazla rol
seslendirmiş ve kayıtlar yüz yirmi ayrı mekânda gerçekleştirilmiş.
Dünyadan verdiğimiz bu iki
örnekten ilki, ‘NEW HOME NEW LIFE’, radyo tiyatrosunun sosyal ve politik
anlamda nasıl bir işlev üstlenebileceğini kafamızda canlandırabilmemiz adına
önemli. İkinci örnek ‘The Unborn’ ise, bu türün günümüzde hangi teknik
standartlara ulaştığını anlayabilmemiz için önemli.
Radyo tiyatrosunun ekonomik
anlamda günümüzde ne gibi bir değere ve işleve sahip olduğuna gelelim. A.B.D’de
otobanlarda araçlarıyla yolculuk ederken sürekli müzik dinlemekten sıkılan
dinleyicilere yönelik olarak hazırlanan yeni seri Otostopçu hikâyelerinin nasıl
bir ilgi gördüğünü biliyoruz. Bu nedenle, özellikle Audiotheatre (ses
tiyatrosu) adını alarak evrimleşen radyo
tiyatrosunun ve sesli kitapların A.B.D.’de nasıl bir pazara sahip olduğunu
incelemekte fayda var. Yazar, oyuncu ve bağımsız yapımcı olan Rich Fish, Lodestone Catalog’un sahibi ve yöneticisidir.
Aynı zamanda The National Audio Theatre Festivals’ ın üyesi olan Fish bir
makalesinde şöyle diyor;
‘Peki, bugün sözünü ettiğimiz endüstri
ne büyüklükte? Şunu göz önünde tutalım; Sesli Yayıncılar Birliği’nin
söylediğine göre 1996 yılında sadece Amerika Birleşik Devletlerinde sesli
kitapların toplam satışı 60 milyon kopyayla 1,6 milyon doları buluyor. Eğer
Amerika Birleşik Devletlerinde halkın yüzde onu Audio Theatre’la ilgileniyorsa
ki bu çok düşük bir oran, satış potonsiyali her yıl 6 milyon kopyayla 160
milyon doları bulabilir. Hiçbir zaman Televizyonun yerini tutmasa da, yine de
Audio Theatre’ın reklam yelpazesinde ciddi bir yeri ve oldukça fazla iş yapma
potansiyeli vardır.‘
A.B.D ve Avrupa pazarlarında STAR
WARS, LORD OF THE RINGS, HARRY POTTER gibi, çok satan kitapların, çok izlenen
filmlerin, de üretici şirketler tarafından sesli kitap ya da ses tiyatrosu
olarak piyasaya sürüldüğü ve bu ürünlerin büyük bir pazar payına sahip olduğu
bilinen bir gerçek.
Bütün bu örneklerden de açıkça
görüldüğü gibi, radyo tiyatrosu dünyada ölü bir tür olarak görülmüyor. Aksine
postmodern zamanlarda yeni ve bakir bir pazar, avandgarde ve özgür bir disiplin
olarak 2000’li yıllarda yeniden bambaşka bir biçimde karşımıza çıkıyor.
Dijital ses kayıt ve montaj
teknolojilerindeki gelişmeler göz önüne alındığında, estetik bir bütünlükte
dramatik bir yapımın gerçekleştirilmesi ve dinleyiciye ulaştırılması diğer
bütün sanat türleriyle kıyaslandığında çok ucuzdur, çok hızlıdır. Bu anlamda
her saniye daha da globalleşen günümüz kapitalist dünyasında gerçekten de
bağımsız, özgün ürünler vermek teknik ve ekonomik anlamda basittir. Gerçek bir
sanatsal bakış açısı, derinlikli ve duyarlı bir yaklaşımla, diğer sanat
türlerinin hayal bile edemeyeceği kitlelere ulaşabilecek denli büyük yapıtlar
vücuda getirmek mümkündür. Bu yüzden söyleyecek sözü olan genç sanatçıların
yakın zaman içinde ses sanatını, yani radyo tiyatrosunu ya da benim deyimimle
dramafon sanatını keşfedeceklerine yürekten inanıyorum. İyi bir tekst, iyi bir
ses, yeni bir nefes, yeni bir düşünce, estetik ve özgün bir tavır, bir mikrofon
ve bir bilgisayarla eşsiz işlere imza atılabilir. Ve bu eserler geniş kitlelere
hızla ve sayısız özgün sunumla ulaştırılabilinir.
Başlangıçta sorduğumuz, NEDEN
‘HÂLÂ’ RADYO OYUNU? Sorusunun tam ve
kapsamlı yanıtı bence şöyledir;
Çünkü radyo oyunu,
‘Dramafon’ özgün ve bağımsız bir
disiplindir.
Kıvanç
NALÇA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder