12 Mart 2012 Pazartesi

RADYO YAZILARI-1 NEDEN “ HÂL” RADYO OYUNU?


         NEDEN  “ HÂL”  RADYO OYUNU?




Radyo oyunu ya da arkası yarından söz açıldığında hemen herkes bir an için geçmişe döner ve radyo başında merak ve heyecanla geçirdiği dakikaları, saatleri buruk bir özlemle anımsar. Ülkemizde henüz televizyon yayıncılığının başlamadığı ve televizyon alıcılarının radyolar kadar yaygınlaşmadığı yıllarda, radyonun ve radyo oyununun önemini, değerini ve işlevini hemen herkes anımsar ve kabul eder. Bununla birlikte kimileri, seksenli yıllardan sonra TRT radyolarının radyo tiyatrosu ve arkası yarın yapımlarına son verdiğini ve bu türlerin geçmişte kaldığını düşünürler. Bir tür olarak radyo oyunlarını dinlemeyi bırakanlarda, sanki artık böyle bir türün var olmadığı gibi garip bir düşünce hâkimdir. Oysa TRT’de radyo oyunları, radyo tiyatrosu, arkası yarın ve çocuk bahçesi yayın kalıplarında yapım ve yayınları hiçbir dönemde kesintiye uğramamıştır. Radyo oyunlarını garip bir nostalji duygusuyla bir yandan yüceltip bir yandan da ölü bir tür olarak görenler ve gösterenler kesinlikle artık radyo dinleyicisi olmayanlardır. Bağımsız bir disiplin olarak radyo oyununun hiç ölmediğini, günümüzde var olduğunu ve gelecekte de var olacağını görmeyen, bilmeyen, önemsemeyen büyük bir çevrenin varlığı tartışılmaz bir gerçektir.

Bağımsız bir tür olarak radyo oyununun Türkiye’de radyo yayıncılığının başlamasıyla birlikte anabileceğimiz gelişim çizgisi, nasıl olup da yapım ve yayınlar hiç kesintiye uğramadığı halde, bugün dünyadaki örnekleriyle kıyaslandığında bulunması gereken yerde değil? Bu sorunun iki yanıtı olabilir. Bunlardan birincisi yapım ve yayınların teknik ve estetik açıdan belirli dönemlerde, farklı nedenlerle dinleyicilerin beklentilerine ve günün şartlarına yanıt verememesidir. İkinci yanıtsa radyo oyununu besleyen ve beslemesi gereken ülkemizin kültür yaşamının aktörlerinin; yani yazarların, akademisyenlerin, yönetmenlerin, oyuncuların, eleştirmenlerin, sinema ve televizyon gibi farklı yönlere odaklanmaları ve bu türü görmezden gelmeye başlamaları olabilir. Aslında bu iki ana neden birbirlerinin de hem nedenidir hem de sonucudur.
Tabii ki bütün sanat dallarında olduğu gibi radyo tiyatrosunda da, türün ülkemizdeki gelişimi dünyadaki gelişimiyle paralel değerlendirilmeli. Türkiye dünya ülkeleriyle hemen hemen aynı tarihlerde radyo yayıncılığına başlamış ve radyo tiyatrosu da bu tarihlerde yine dünyadaki örnekleriyle aynı dönemde kendi dinleyicisiyle buluşmuştur.
Fazıl Hayati Çorbacıoğlu altmışlı yıllarda yayınladığı ‘Radyo Tiyatrosu ve Piyes’ adlı kitapçığın giriş bölümünde şöyle der;
‘Radyofonik tiyatro mikrofonun icadından sonra doğmuş bir sanat türü olduğu için henüz gelişme çağındadır. Bu yüzden, ileri tiyatro edebiyatına sahip ülkelerde bile olgun meyveler verecek düzeye erişememiştir.’
Fazıl Hayati Çorbacıoğlu, altmışlı yıllarda dünyadaki radyo tiyatrosu örnekleri göz önüne alındığında tartışma götürecek bu değerlendirmesinin ardından, (Orson Welles,  bütün zamanların en önemli radyo oyunlarından biri olan ‘THE WAR OF THE WORLDS’  adlı oyunu Mercury Theatre ile 1938 yılında yayınladı. ) radyo tiyatrosunun çok geniş bir etki alanına sahip olduğuna dikkat çekerek kısa süre içinde bağımsız bir sanat disiplini olabileceğinden söz eder. Bu saptamalarının yanında, radyo tiyatrosunun,  klasik tiyatroyla ilişkisinin yanı sıra kendi döneminde yeni yeni gündeme gelen absurd tiyatro ve epik tiyatrodan da etkilenerek farklı formlara dönüşüp evrimleşeceğini öngörür. Fazıl Hayati Çorbacıoğlu son olarak şunları söyler;
‘Bizim bu konuya uzaktan değinişimiz, ‘Epik tiyatro karşısında radyofonik tiyatronun durumu nedir?’ diye bir sorunun akla gelmesi ihtimalini düşünmemizdendir. Biz radyofonik tiyatronun yerini klasik tiyatro kuralları ve anlayışı karşısında belirtelim de ( zaten zorunluyuz) epik oyuna ya da diğerine eğilmek isteyen yazar kendine gereken çeki düzeni versin.’
Fazıl Hayati Çorbacıoğlu radyofonik oyun yazmak isteyen amatörlere yol göstermek gibi günlük bir ihtiyaca yönelik kitapçığın giriş bölümünde bile çağının tiyatrosu ve radyo tiyatrosu arasındaki ilişkiye dair önemli sorunları tartışmayı düşünebilmişken, o tarihlerden bugünlere kadar tiyatro eğitimi veren, tiyatro araştırmaları yapan üniversiteler böylesi konulara yeterince eğilmemişlerdir. Fazıl Hayati Çorbacıoğlu, altmışlı yıllarda söz konusu kitapçığı kaleme almasının nedeninin radyolarda oynanan yerli piyes ve skeçlerin kalitesizliği olduğunu söyler. Bunun nedenini de şöyle açıklar;
‘Usta yazarlarımızın bu alan için ellerine kalem almak istemeyişleri biraz da bu tür eserlerin verilen emeğe değer bir gelir sağlayamayışındandır. İyi bir radyofonik piyes meydana getirmek sahne eseri yazmaktan daha kolay değildir.  Oysaki getireceği kazanç hiç denecek kadar azdır. Böyle olunca iş amatör yazarlara düşer…’
Fazıl Hayati Çorbacıoğlu’nunu altmışlı yıllarda sözünü ettiği bu amatör yazarlar, tahmin edeceğiniz gibi günümüzde Türk Edebiyatı’nın ve Türk Tiyatrosunun en bilinen, en ünlü yazarlarıdır. TRT Radyo arşivlerinde bir tarama yapıldığında söz konusu dönemde Çorbacıoğlu’nun sözünü ettiği amatör çalışmalar, cumhuriyet dönemi edebiyatımızın ve tiyatromuzun en önemli yazarlarının ilk profesyonel çalışmalarıdır. Radyo oyunları yazarak deneyim kazandıktan ve belirli bir teknik ve estetik düzeye ulaştıktan sonra birçok farklı nedenden dolayı (teknik, ekonomik, etik, politik) radyo tiyatrosu yazmayı bırakan bu önemli yazarlarımızın da, her dönemde radyo yazarlığının bir başlangıç noktası, bir amatör süreç ya da diğer mecralara bir sıçrama tahtası olarak görülmesinin kemikleşmesinde önemli payları vardır.
Yakın tarihimizde ve günümüzde edebiyat ve tiyatro türünde ürün veren yazarların büyük çoğunluğu da radyo tiyatrosuna gerektiği ölçüde önem vermemişlerdir.  Kuşkusuz yalnızca TRT Radyolarında yapım ve yayını gerçekleştirilen bir tür olarak radyo oyunlarında aranılan şartların, teknik sınırlamaların ve denetim mekanizmasının, kimi yazarlar üzerinde gerek konu seçiminde gerekse konunun ele alınışında kendilerini yeterince özgür hissedememeleri gibi bir sonuca neden olduğu düşünülebilinir. Bu düşünce de büyük ölçüde doğru olur. Ancak benzer sınırların Devlet Tiyatrolarında, Şehir Tiyatrolarında ve TRT Televizyonunda da olduğu, ancak yazarların bu mecralara yöneliminin sürdüğü de bir gerçektir.
İşte bu koşullar altında özellikle seksenli yıllardan itibaren radyo oyunu yazarlarının genel yapısında gözle görülür bir değişiklik ortaya çıkmıştır. Radyo tiyatrosunun metin anlamında tiyatro ve edebiyat dünyasından beslendiği gerçeğinden yola çıkarsak, söz konusu dönemde radyolar tiyatroyla ve edebiyatla pek ilgisi olmayan, sanatsal duyarlıktan, hatta amatörlükten de yoksun, radyo yazarlığını ek iş olarak gören, gerek konu gerekse tema açısından tek tip ürünler veren kişilerin çalışmalarını yayınlamaya başlamıştır. Radyolara sürekli oyun yazan bu kişiler denetim mekanizmasının beklentilerine uygun bilindik konular ve öyküler çevresinde çeşitlenen birbirinin benzeri oyunlar yazmışlar, bu çalışmalarda aynı oyuncu kadrolarıyla aynı anlayışlarla, nitelikten çok niceliğe önem verilen bir yapım ve yayın anlayışı egemen olmuştur.
Son yıllarda TRT Kurumu tarafından düzenlenen Radyo oyun yazma yarışmalarına bine yakın çalışma başvurmakta, ama bu çalışmalar arasında genelde birincilik ve ikincilik ödüllerine değer eserler bulunamamaktadır.
Türkiye’de radyo tiyatrosunun dünü ve bugünü hakkında şu aşamaya kadar dile getirdiklerimiz karşımıza olumsuz bir manzara çıkarıyor gibi görünebilir. O zaman tekrar başlıktaki soruya dönelim;  neden ‘hâlâ’ radyo tiyatrosu? Yoksa gerçekten de radyo tiyatrosu kimilerinin düşündüğü ve inandığı gibi tarih içinde belirli bir dönemde var olup işlevini tamamlamış geçmişe ait bir değer mi? Yoksa radyo tiyatrosu yalnızca bir önceki kuşağın nostaljisi mi?
Tahmin edeceğiniz gibi bütün bu sorulara benim verdiğim yanıt ‘evet’ olsaydı, ne böyle bir yazı yazardım ne de ülkemizde Dramafon gibi bir dergi olurdu. O zaman biraz da günümüzde ve yakın geçmişimizde dünyada radyo tiyatrosunun nasıl ve nice bir serüvenden geçtiğinden söz edelim.
Hali hazırda bir cadı kazanından ya da can pazarından farksız olan Ortadoğu, 11 Eylül, ikiz kuleler, El Kaide, Taliban, Afganistan… A.B.D… Haberlerde, yazılı ve görsel basında son yıllarda sürekli yan yana görmeye duymaya alıştığımız sözcükler, kavramlar. Peki,  yaşadığımız çok öneli olaylarda radyo tiyatrosunun bir başrol oyuncusu olduğunu duysanız, buna inanır mısınız?
Afganistan’da egemen güç olan Taliban rejimi batı kültüründen halkını korumak için müziği, görsel medyayı, televizyonu yasakladığında meydan yine radyoya kalmıştı. Batılı değerlerden Afgan halkını izole etmeye çalışan Taliban rejimine karşı A.B.D.  ve İngiltere bir proje geliştirmeliydi. Bu görev dünyaca ünlü yayın kuruluşu BBC’ ye verildi. BBC Peştunca bilen oyuncular buldu ve yetiştirdi.  Yine özel olarak hazırlanan dramatik metinler Peştunca’ya çevrildi. BBC Stüdyolarında özenle kaydı yapılıp montajlanan bu radyo tiyatrosu projesinin adı ‘NEW HOME NEW LIFE’(Yeni yuva, yeni hayat) idi. Afgan halkını, özellikle de burkalar içinde baskı altına alınmış Afgan kadınını özgürlüklerle ve batılı demokratik değerlerle tanıştırmayı amaçlayan bu radyo oyunu başarılı oldu. A.B.D Afganistan’a girdiğinde halk özgürleşmeye hazırdı.  Afgan Eğitim Projesi kapsamında 1.500 bölümden fazla yayınlanan bu radyo tiyatrosunda, eğitim düzeyi düşük Afgan halkına kara mayınlarından AİDS’e, doğum kontrolünden kuma sorununa kadar gündelik yaşam pratiğiyle doğrudan ilgili pek çok konuda pratik bilgiler estetik bir biçimde verilerek büyük bir yayıncılık başarısına ulaşılmıştır. Endonezya, Burundi, Kongo, Sierra Leone gibi bölgelerde 80’li yıllardan beri Avrupa Birliğinin desteğinde yerel halkı bilinçlendirmeye yönelik soup opera türü yapımların yaygın bir biçimde yayınlandığı da bilinmekte…
Yakın coğrafyamızda, yakın tarihimizde radyo tiyatrosunun nasıl bir rol üstlendiğini gösteren bu örnek gibi orta doğuda benzer amaçlarla yapılan yayınlar olduğunu söyleyebiliriz.  Tabii ki projelerin detaylarını operasyonlar tamamlandıktan sonra öğrenmek mümkün oluyor.  Bu gibi örneklerden radyo tiyatrosunun yalnızca az gelişmiş toplumlarda işlevsel olabileceği gibi bir anlam çıkarılabilir. Yine yakın tarihimizde 2002 yılında Avustralya’da yayınlanan ve büyük beğeni kazanan ‘The Unborn’ (doğmamış) adlı radyo tiyatrosunun yayınlandığı coğrafyada büyük ilgi gördüğü bilinmektedir. Micheal Cove’un kaleme aldığı bu oyunda on beşten fazla oyuncu yüz elliden fazla rol seslendirmiş ve kayıtlar yüz yirmi ayrı mekânda gerçekleştirilmiş.
Dünyadan verdiğimiz bu iki örnekten ilki, ‘NEW HOME NEW LIFE’, radyo tiyatrosunun sosyal ve politik anlamda nasıl bir işlev üstlenebileceğini kafamızda canlandırabilmemiz adına önemli. İkinci örnek ‘The Unborn’ ise, bu türün günümüzde hangi teknik standartlara ulaştığını anlayabilmemiz için önemli.
Radyo tiyatrosunun ekonomik anlamda günümüzde ne gibi bir değere ve işleve sahip olduğuna gelelim. A.B.D’de otobanlarda araçlarıyla yolculuk ederken sürekli müzik dinlemekten sıkılan dinleyicilere yönelik olarak hazırlanan yeni seri Otostopçu hikâyelerinin nasıl bir ilgi gördüğünü biliyoruz. Bu nedenle, özellikle Audiotheatre (ses tiyatrosu)  adını alarak evrimleşen radyo tiyatrosunun ve sesli kitapların A.B.D.’de nasıl bir pazara sahip olduğunu incelemekte fayda var. Yazar, oyuncu ve bağımsız yapımcı olan Rich Fish,  Lodestone Catalog’un sahibi ve yöneticisidir. Aynı zamanda The National Audio Theatre Festivals’ ın üyesi olan Fish bir makalesinde şöyle diyor;
‘Peki, bugün sözünü ettiğimiz endüstri ne büyüklükte? Şunu göz önünde tutalım; Sesli Yayıncılar Birliği’nin söylediğine göre 1996 yılında sadece Amerika Birleşik Devletlerinde sesli kitapların toplam satışı 60 milyon kopyayla 1,6 milyon doları buluyor. Eğer Amerika Birleşik Devletlerinde halkın yüzde onu Audio Theatre’la ilgileniyorsa ki bu çok düşük bir oran, satış potonsiyali her yıl 6 milyon kopyayla 160 milyon doları bulabilir. Hiçbir zaman Televizyonun yerini tutmasa da, yine de Audio Theatre’ın reklam yelpazesinde ciddi bir yeri ve oldukça fazla iş yapma potansiyeli vardır.‘
A.B.D ve Avrupa pazarlarında STAR WARS, LORD OF THE RINGS, HARRY POTTER gibi, çok satan kitapların, çok izlenen filmlerin, de üretici şirketler tarafından sesli kitap ya da ses tiyatrosu olarak piyasaya sürüldüğü ve bu ürünlerin büyük bir pazar payına sahip olduğu bilinen bir gerçek.
Bütün bu örneklerden de açıkça görüldüğü gibi, radyo tiyatrosu dünyada ölü bir tür olarak görülmüyor. Aksine postmodern zamanlarda yeni ve bakir bir pazar, avandgarde ve özgür bir disiplin olarak 2000’li yıllarda yeniden bambaşka bir biçimde karşımıza çıkıyor.
Dijital ses kayıt ve montaj teknolojilerindeki gelişmeler göz önüne alındığında, estetik bir bütünlükte dramatik bir yapımın gerçekleştirilmesi ve dinleyiciye ulaştırılması diğer bütün sanat türleriyle kıyaslandığında çok ucuzdur, çok hızlıdır. Bu anlamda her saniye daha da globalleşen günümüz kapitalist dünyasında gerçekten de bağımsız, özgün ürünler vermek teknik ve ekonomik anlamda basittir. Gerçek bir sanatsal bakış açısı, derinlikli ve duyarlı bir yaklaşımla, diğer sanat türlerinin hayal bile edemeyeceği kitlelere ulaşabilecek denli büyük yapıtlar vücuda getirmek mümkündür. Bu yüzden söyleyecek sözü olan genç sanatçıların yakın zaman içinde ses sanatını, yani radyo tiyatrosunu ya da benim deyimimle dramafon sanatını keşfedeceklerine yürekten inanıyorum. İyi bir tekst, iyi bir ses, yeni bir nefes, yeni bir düşünce, estetik ve özgün bir tavır, bir mikrofon ve bir bilgisayarla eşsiz işlere imza atılabilir. Ve bu eserler geniş kitlelere hızla ve sayısız özgün sunumla ulaştırılabilinir.
Başlangıçta sorduğumuz, NEDEN ‘HÂLÂ’ RADYO OYUNU?  Sorusunun tam ve kapsamlı yanıtı bence şöyledir;
Çünkü radyo oyunu, ‘Dramafon’  özgün ve bağımsız bir disiplindir.

                                                                                                                      Kıvanç NALÇA

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...