Beşir Fuad |
Beşir
Fuad’ın Ameliyatı
‘Kan aktıkça sızlıyor biraz…’
Bırakın oturup hakkında
bir yazı yazmayı, üzerinde düşünmekten bile çekindiğimiz hayatlar, öyküler,
hayat öyküleri vardır çoğumuzun. Yoldan çıkarıcı oldukları kadar baştan
çıkarıcı da olan; rutine uyum sağlamış varlıklarımızı tehdit eden, ezber bozan
masallar… Yine bizde böylesi tedirginlikler yaratan öykü, oyun, roman kişileri
ve onların hikâyeleri vardır bir de… Bunlar büyük eserlerin başkahramanları
değillerdir kimi zaman. Mesela Henric İbsen’in Peer Gynt oyununda yalnızca iki
sahnede görünüp kaybolan bir oyun kişisi… Savaşa gitmemek için tetik parmağını
orakla kesen genç… Onun hikâyesini ve bendeki izlerini başka bir zaman
anlatacağım. Sözünü etmek istediğim hikâyeler bana göre araftakilerin hikâyeleridir…
Üzerine çok düşündüğüm ama gündelik yaşamın koşturmacasında varlığımı
sürdürebilmek için düşünmemeye gayret ettiğim hikâyelerdir bunlar. Bu duyguyu
yükseklik korkusuna sahip olanlar çok iyi bilirler. Belki de yüksekten
korkanlar, çok katlı bir binanın en üst katındaki bir balkona çıktıklarında
karşılarındaki o korkunç uçurumun kendilerini bir mıknatıs gibi aşağıya
çekeceğinden korkarlar… Kimilerini her uçurum çağırır. Asıl korkunç olan bu
davete karşı koyamamaktan korkmaktır. Size sözünü etmeye çalıştığım korku da
aslında bunu gibi bir şey… Araftakilerin hikâyeleri bir uçurumun çekiciliğine
sahip tehlikeli hikâyelerdir.
Bir hikâye, bir
roman, bir şiir, bir oyun nasıl bir tehlike arz edebilir, insan hayatında? Sanat
eseriyle kurulan ilişkilerde özdeşlik mekanizmasının çok önemli olduğunu
düşünürsek, bunlar kendileriyle özdeşlik kurmanın oldukça tehlikeli olduğu hikâyelerdir.
Hemen hemen her alanda olduğu gibi tehlikeli hikâyeler sanatta ve edebiyatta da
tarih yazıcılar tarafından bilinçli bir biçimde göz ardı edilerek unutturulmaya
çalışılıyor. Ancak insanlığın belleğinin belki de en kural tanımaz bölümünü
oluşturuyor sanat ve edebiyat birikimimiz. İşte o kimi zaman korkunç kimi zaman
sarsıcı belleğin önemli bir parçasını da Beşir Fuad oluşturuyor.
1852 yılında
İstanbul’da doğar ve Fatih Rüştiyesini bitirir Beşir Fuad. Babasının görevi
nedeniyle Suriye’de bulunur ve Cizvit Mektebinde okur. 1873’te Mekteb-i
Harbiye’den mezun olur. Asker olarak Osmanlı-Sırp savaşına ve Osmanlı_Rus
savaşına katılır. 1977’deki Girit İsyanı’nın bastırılmasında gönüllü olarak
görev alır. Tanıyanların anlatımlarına ve elimizdeki birkaç fotoğrafından
anlaşılacağına göre, boylu boslu, sağlıklı, güçlü bir genç adam olan Beşir
Fuad; 1884’te, intiharından üç yıl önce askerlik görevinden istifa eder.
Yazmaya Enver-i
Zekâ dergisinde çeviriler yaparak başlar. Haver ve Güneş adlı iki dergi çıkarır.
Ceride-i Havadis gazetesinin başyazarlığını yapar, Tercüman-ı Hakikât ve Saadet
gazetelerinde yazıları yayınlanır. 1885 yılında ilk eseri Mihtah-ı bedreke-i
Lisan-ı Fransevi’nin ardından kaleme aldığı Victor Hugo kitabı, Türk
Edebiyatındaki ilk eleştirel biyografidir. Ardından 1885’te Beşer, 1887’de
Voltaire kitabı, onların ardından da Muallim Naci ve Fazlı Necib ile yaptığı
ortak çalışmalar gelmiştir.
Otuz beş yaşında
intihar etmiştir Beşir Fuad. Kısa sayılabilecek yaşamında Batı kültürü,
felsefesi ve sanatı hakkında oldukça yetkinleşmiştir. Naturalizm düşüncesini
hem bütün yönleriyle kavramış hem de döneminde anlatma ve açıklama gayretine
girmiştir. Hayata ve sanata bilimsel bir yöntemle yaklaşarak, aslında yaşadığı
dönemde bir tür münazaa ya da münazara yöntemi gibi değerlendirilen eleştiri
kavramını belki de ilk kez Beşir Fuad nesnel ve bilimsel bir tabana oturtma
çabasına girmiştir. Bütün bu boyutlarıyla değerlendirildiğinde Beşir Fuad,
kültürümüzde Materyalizmin miladı olarak kabul edilebilinir. Ancak onun
Materyalizmi anlatma ve açıklama çabaları çağında pek de bir anlam taşımamış,
kendisini yakın gördüğü çağının aydınları tarafında bile hastalıklı materyalist
düşüncelerinden dolayı intihar gibi sapkın bir yol seçerek genç yaşında
kendisine yazık ettiği yorumlarıyla anılmıştır. O felsefi anlamda materyalizmi,
bir yaşamı anlama ve anlamlandırma metodu olarak anlamaya ve anlatmaya gayret
ederken, dönemin diğer sanat ve düşünce insanları bu felsefenin insanca
duyguların reddi anlamına gelen bir tür değersizlik, ahlaksızlık olduğunu
düşünmüşler, yaşamında ve ölümünde de Beşir Fuad’ı deyim yerindeyse aforoz
etmişlerdir.
Günümüz edebiyatında
birçok yazar şair ve araştırmacının ilgisini çeken Beşir Fuad’ın yaşadığı
dönemde, özellikle de ölümünün ardından uzunca bir süre belki de bilinçli bir
şekilde yok sayıldığını söylemek mümkündür aslında. Ahmet Hamdi Tanpınar,
döneminin ve günümüzün en önemli kuramsal çalışmalarından biri olarak kabul
edilen 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi adlı kitabında şöyle tanıtıyor Beşir
Fuad’ı;
‘…bir
asker olduğu halde kendi kendine biyolojiye merak saran, Fransız natüralizminin
akidelerini benimseyen, dinsiz, terakki fikrine inanmış Beşir Fuad Bey… ‘
Tanpınar’ın 19. Asır
Türk Edebiyatı tarihinde toplam on bir yerde adı geçer Beşir Fuad’ın. Aslında
bunu nedeni de naturalizm ve şiir konularındaki edebi tartışmalara taraf olarak
katılmış olması ve dönemin yazarları arasında var olan mektuplaşma geleneği
nedeniyle birçok konuda onun mektuplarının böylesi bir bilimsel kitapta
referans gösterilmesinin gerekliliğidir. Yoksa Tanpınar Beşir Fuad’a özel bir
yer ayırmaz… Tanpınar bir de şöyle der kitabında:
‘…Hatta,
Beşir Fuad Bey daha ileriye giderek şiiri ve şiir terbiyesini itham ediyor,
sadece ilmi zihniyetle yazılmış eser istiyordu. İntihar ederken, can çekişme
esnasında duyduklarını kaydetmekten çekinmiyen ve cesedini Tıbbiye’ye hediye
eden bu ilim mistiği ayrıca ‘İlim’ ve ‘Beşer’ adlı iki kitap da bırakmıştır.’
Tanpınar’ın can çekişme esnasında duyduklarını kaydetmek şeklinde ifade ettiği
son sözler; ‘Kan aktıkça biraz sızlıyor…’
Beşir Fuad,
intiharından önce gerekli gördüğü yerlere mektuplar yazar. Bunların en uzunu,
üstad olarak kabul ettiği Ahmet Mithat Efendi’ye yazdığı, içinde ‘Sebebi
intiharım’ diye bir bölüm de olan mektuptur. Şunlardan bahseder bu mektubunda;
‘Mekâtib-i
Tıbbiye’nin teşrih etmek için senevi beş-altı cenazeye ancak nâil olabildikleri
ve bu miktarın mükemmel teşrih öğrenmeye adem-i kifayesi malumdur. Hayatımda
fenne hizmet eylediğim gibi, cenazemin de öyle hâdim olmasını arzu
eylediğimden, cenazemi teşrih olunmak üzere teberruan Mekteb-i Tıbbiye’ye terk eyledim.
Ümid ederim ki, veresem şu arzuma mâni olmazlar.
İntiharımı
da fenne tatbik edeceğim; şiryanlardan birinin geçtiği mahalde cildin altına
‘klorit kokain’ şırınga edip buranın hissini iptal ettikten sonra orasını yarıp
şiryanı keserek seyelan-ı dem tevlidiyle terk-i hayat edeceğim…’
Ahmet Mithat Efendi’ye yazdığı mektupta
yapacağını söylediklerini yapar Beşir Fuad. 5 Şubat 1887 tarihinde, yazdığı son
satırlar da şöyledir;
‘"Ameliyatımı icra ettim, hiçbir ağrı
duymadım. Kan aktıkça biraz sızlıyor. Kanım akarken baldızım aşağıya indi. Yazı yazıyorum kapıyı kapadım, diyerek geriye
savdım. Bereket versin içeri girmedi. Bundan tatlı bir ölüm tasavvur
edemiyorum. Kan aksın diye hiddetle kolumu kaldırdım. Baygınlık gelmeye başladı..."
Sanat ve edebiyat tarihindeki
intiharlara şöyle bir göz atıldığında Beşir Fuad’ınkinin diğerlerinden oldukça
farklı olduğunu görmek kolaydır. Melankolik ya da nihilist bir eylem değildir
onun yaptığı. Ya da büyük hezeyanların sonunda gelmediği açıktır bu önemli
kararın. Nasıl ki Strinberg, en önemli oyun kişilerinden bir olan Matmazel
Julie’yi bir karakter olarak oluştururken genç kadının ay hali ve çiçeklerin
afrodizyak etkileri gibi döneminin bilimsel birikimi çerçevesinde naturalist
bir nedensellik kurduysa; nasıl ki Büchner Woyzeck’ karakterini oluşturma
sürecinde benzer bir metod izlediyse, Beşir Fuad aslında modern dönemin bir
trajik kahramanı olarak kendisini ve kendi varlığını belki de bir sanat eseri
olarak var etmiştir.
Materyalizm ile intihar arasında bir
bağ kurmak dönemin birçok yazarının ve düşünürünün ortak yanılgısı olsa da
intihar kavramının on sekizinci yüzyıl sonunda ve daha çok da on dokuzuncu
yüzyılda yeniden adlandırılıp anlamlandırıldığını belirtmekte de fayda var.
Adem Eyüp Yılmaz, 2003
yılında yayınladığı ‘Edebiyat ve İntihar’ adlı
kitabının önsözünde şöyle diyor;
‘Shakespeare'in eserlerindeki elliden fazla
karakter, (Dostoyevski’de on yedi…) intihar ederek ölmüş. İlginç olan, müntehir karakterlerin çokluğu
değil, Shakespeare'in yaşadığı dönemde İngiliz dilinde intiharı karşılayacak
bir sözcüğün bulunmamasıydı. Ortaçağ Avrupa’sında intihar ve cinayet aynı
sözcükle ifade ediliyordu. “Suicide” (intihar) sözcüğü ilk kez isim olarak
1643’te kayıtlara geçmiş, fiil olarak ise 19.yüzyıl ortalarında kullanılmaya
başlanmıştı. Türkçede, ne İslamiyet öncesi ne de İslamiyet sonrası kaynaklarda
intihar anlamına gelebilecek bir kelimeye rastlanmamaktadır. (Vankulu
Lugatı-1170/ Burhan-ı Kadı-1278) Tanzimat döneminde Batı dillerinden yapılan
çevirileri karşılayabilmek için, Arapçada “kendi kendini öldürme” anlamına
gelen “intihar” kelimesi kullanılmıştır. ‘
Ahmet Mithat Efendi’ye yazdığı
mektubun Sebeb-i intiharım bölümüne gelelim. Beşir Fuad’ı düşünürken ve onu
intihara götüren sebeplere bakarken gerçekten de Naturalist bir tiyatro
eserinin başkişisiyle karşılaşır gibi oluruz. Beşir Fuad, bütün naturalistler
gibi evrim kuramına genetik bilimine ve soyaçekime inanır. Aslında kendi
açıklamalarına göre de intihara karar vermesinin tabanında annesinin trajik
öyküsü vardır. İntiharının nedenlerini anlatmaya bu cümleyle başlar: ‘Validem tecennüm etmişti.’ Arapça bir sözcük olan tecennüm, delirme,
çıldırma anlamına gelen cinn kökünden türemiştir. Tabii ki bir materyalist olan
Beşir Fuad annesini tedavi ettirmek için elinden geleni yapar. Ancak annesinin
intihara ve şiddete yatkın kişiliği evde kalmasına engeldir. Ayrıca ölümü
halinde kendisine yüksek sayılabilecek bir miktarda miras kalması da söz konusu
olduğundan Beşir Fuad annesinin evde hayatına kıymasının şaibe yaratabilecek
bir durum olduğu düşüncesiyle onu darü’ş-şifaya yatırır. Öz annesine böyle bir
muamele yapmak zorunda kalması genç materyalistin kendi psikolojisini de
derinden etkiler.
Bununla birlikte annesinin avukatlar
elinde arapsaçına dönmüş davalarıyla uğraşmak da Beşir Fuad’ın ruh sağlığını
tamamıyla bozar. Bilime inanan her insan gibi hekime gider. Fakat zamanın
tedavi yöntemleri de hayli ilginçtir. Beşir Fuad’a beynine sülük yapıştırması
ve kendini eğlence hayatına vererek kötü düşünceyi aklından defetmeye çalışması
tavsiye edilir. Beşir Fuad da bir taraftan sülükleri yapıştırır, diğer taraftan
da sefahate başlar. Başlangıçta bu yöntemlerin gerçekten de faydasını görür.
Zaten cömert ve eli açık biridir. Bol masraf ettikçe sefahat kapıları da Beşir
Fuad’ın önünde bir bir açılır. İstanbul’un gece hayatına tedavi amaçlı bir
giriş yapan bu boylu boslu, kültürlü ve ilk zamanlarda paralı genç adam vicdan
sahibidir ve karşılaştığı zavallı kadınlara destek olmak ister. Âlem-i sefahate düşmüş bir biçareyi iyilik
olsun maksadıyla kendisine metres olarak tutar ve bu ilişkisi on sekiz ay
sürer. Bu süre zarfında oldukça fazla para harcar ve kadından ayrılır.
Bu yaşadıklarını anlatışındaki dil
duygudan yoksun görünür. Aslında yapmaya çalıştığı olaylardan duygularını
özellikle ayıklama gayretiyle, kendi sonunu nesnel ve bilimsel bir dille
tanımlama çabasıdır. Yoksa bu on sekiz ay süren tutkulu ilişkinin büyük bir aşk
olduğunu yazmak, onun bilimsel nesnelliğine sığmaz…
Bu ayrılığın ardından bir başka aşk
daha yaşar Beşir Fuad. Kadın hamile kalır, Kuzguncuk’ta bir ev tutar ve bir
kızları dünyaya gelir. Fakat Beşir Fuad evlidir iki de oğlu vardır. Artık maddi
ve manevi olarak içinde bulunduğu durum öyle bir hal almıştır ki ne karısını ne
de metresini memnun edebilmektedir. Bu içinden çıkılmaz durumda bile Beşir
Fuad, çoğu hemcinsinin pençesine düşebileceği melankoliye kaptırmaz kendini. Akılcı
bir biçimde intihar etmenin tek çıkar yol olduğuna karar verir. Oturur hesap
yapar. Elindeki para kendisine ve masraflarına bir yıl yetecek kadardır. Artık
intihar tarihini de belirlemiştir.
‘Binaenaleyh
daha bir senelik yaşayabildiğim müddetçe böyle yaşarım ve mümkün olmadığı anda
intihar eldedir dedim. Ve böyle bir neticenin muhakkak olması, beni asla
eğlencemden menetmedi. Âdeta bu fikri, yaz gelirse Kağıthane’ye gideceğim gibi
telakki ettim.
Servetimin
hepsini telef ettim. Bin beş yüz lira kıymetinde akar olarak malım var. Bunu
dörde taksim ettim. Birini zevceme, ikisini iki oğluma ve dördüncüsünü
metresimden olan kızıma terk ettim. Bu parayı ben bir, nihayet iki senede
bitirebilirdim. Sonra çocuklarım açıkta kalacaktı. Bunlar için müşteri
arkasından koşmaya tenezzül edemem. Giresun’daki han için bazı müşteriler
başvurdular. Ancak ucuza kapatmak istediler. Ben de razı olmadım. Bundan başka
iki tarafın da ağlaması beni bizar etti. İntihar vasıtasıyla kendimi bu halden
kurtardım. İşte telef-i nefs etmekliğim
bundan neş’et etti.’
Beşir
Fuad.
Beşir Fuad’ın bu mektupları göndermeyi
seçtiği kişi dönemin ünlü yazarı Ahmet Mithat Efendi’dir. Ağır bir
sorumluluktur bu ve Ahmet Mithat bu sorumlulukla bir Beşir Fuad kitabı yazar.
Ahmet Mithat’ın bu kitaptan Beşir Fuad’ı sevdiği kadar onu hiç mi hiç
anlamadığı da anlaşılır. Kitap, ‘Materyalizmin Reddiyle İntihar Hakkında
Muhakeme’ ve ‘Bu Faciadan Alınacak İbret’ bölümleriyle biter. Çünkü Ahmet
Mithat Efendiye göre insan, 1875 yayınladığı Felâtun Bey ve Râkım Efendi
romanındaki gibi ya öyledir, ya da böyle…
Ya batılılaşmayı yanlış anlayarak kimlik bunalımı yaşar Felâtun Bey gibi
ya da Râkım Efendi misali doğu ve batıya ait değerleri kişiliğinde birleştirir.
Herkes yalnızca bir sosyal rolün parodisidir. Ama bir de Araftakiler vardır,
Beşir Fuad gibi… Beşir Fuad, araftakilerdendir.
beşir fuadın intiharını ortaokul döneminde duymuştum son derece yüzeysel olarak. ama adı geçmeden.
YanıtlaSilgerçekten çok ilginç buldum ve ayrıntıları öğrendiğim için de sevindim.
fnç
Bloğunuzu uzun zamandır takip etmekteyiz ve arkadaşlarımızla paylaşım içindeyiz.Böyle bir blog oluşturdugunuz için teşekkür ederiz. Kiralık jet firması olarak başarılarınızın devamını bekleriz.
YanıtlaSilBloğunuzu uzun zamandır takip etmekteyiz ve arkadaşlarımızla paylaşım içindeyiz.Böyle bir blog oluşturdugunuz için teşekkür ederiz. Kiralık jet firması olarak başarılarınızın devamını bekleriz.
YanıtlaSil