DAĞ DİLİNİN[1] DENGBEJİ
Dağ Dili… Nobelli yazar Harold Pinter, Türkiye’de
yakın geçmişte yaşananlardan etkilenerek yazmıştı bu oyunu… Tabii ki bu dağ
dili, Kürtçe idi… Oyun, kişilerin kendi ana dilleriyle konuşmalarının
yasaklandığı bir yerde geçer. Bir ana, hapisteki oğluyla ana diliyle konuşamaz…
Sonunda yaşamda da olduğu gibi oyunda da kurallar değişir… Egemen güçler, yasa
ve yasak koyucular insanların yaşamlarını doğrudan etkileyen kuralları bir
çırpıda değiştiriverirler. Artık ana, oğluyla ana dilinde konuşabilir, tabii ki
yeni bir emre kadar… Anaya yeni bir emre kadar ana diliyle konuşma özgürlüğü
tanınmıştır ama ana yine de konuşamaz, Dağ Dili oyununun finalinde…
2005 yılında Nobel Edebiyat ödülüne layık
görülen Harold Pinter için ödül komitesi "Günlük keşmekeş içindeki
uçurumları gözler önüne seren ve zulmün kapalı odalarını açılmaya zorlayan
yazar" ifadesini kullanmıştı. Harold Pinter, 1985 yılında çağımızın bir
diğer büyük yazarı Arthur Miller ile 12 Eylül baskısı altındaki aydınlara
destek olmak için Türkiye'ye gelmişti. Bu ziyaretlerinde iki büyük yazarın rehberliğini
Orhan Pamuk yapmıştı. İşte bu Türkiye ziyaretinin ardından yazmıştı Pinter 'Dağ
Dili' adlı oyununu. Sonra da 1988 yılında National Theatre’da yine kendisi
sahnelemişti.
İngiltere’de Pinter’ın rejisiyle Dağ Dili
Seyirciyle buluşurken Mehmet Uzun muhtemelen Dağ Dili’nin üçüncü romanı Yitik
Bir Aşkın Gölgesinde’yi doğduğu topraklardan çok uzaklarda İsveç’te yazıyordu.
Dağ Dili oyununun başkarakteri olan, yani
yasaklandığı ve ardından serbest bırakıldığı ima edilen dil, Kürtçeydi… Tabii
ki her dil gibi Kürtçe de konuşmak içindi. Belki bazı dillerden daha fazla
konuşmak içindi Kürtçe… Bu dilde hikâyeler, efsaneler ve tarih hep sözle,
dengbejlerin sözüyle insandan insana, kuşaktan kuşağa aktarıla gelmişti. Bu
yüzden dağ dilini konuşanlar her zaman yazıya karşı biraz mesafeli olmuşlardır.
İki yüz yıl önce de yazıyla ve edebiyatla ilgilenmenin yasak olduğu bir dilin
sahipleri şimdi ana dillerini konuşmakta özgürler.
Mehmet Uzun’un kimi eserlerini Türkçeye
çeviren Muhsin Kızılkaya, “Kürtçe'nin
macerası, trajik bir macera. Bugün kendi dillerinden ürün veren hiçbir yazar,
bulunduğu yerde oturarak, ürünlerini biçimlendirmedi, romanını yazmadı,
hikâyesini kurmadı, şiirini damıtmadı. Kendi yurdunda olanlar bile, bulunduğu
şehrin dışına çıkarak eserlerini yazmak zorunda kaldı. Diyarbakırlılar,
İstanbul'da, Kerküklüler Bağdat'ta, Mahabatlılar Tahran'da ve yüzlercesi de,
özgürlük rüzgârlarının daha kuvvetli estiği Kuzey Avrupa'nın soğuk
ülkelerinde...’ şeklinde
anlatıyor, bir yazın dili olarak Kürtçenin macerasını.
Büyük ihtimalle Kızılkaya’nın, özgürlük
rüzgârlarının daha kuvvetli estiği Kuzey Avrupa’nın soğuk ülkelerinde
eserlerini yazmak zorunda kalan yazar cümlesiyle kast ettiği kişi Mehmet Uzun,
1953 Siverek’te doğdu, 1977 yılında İsveç'e yerleşti. Kürtçe, Türkçe ve İsveççe
edebi çalışmalarıyla çok dilli, çok kültürlü bir entelektüel olarak ürünler
veren Uzun, İsveç yazarlar birliği yönetim kurulu üyeliği yaptı. Ayrıca İsveç
Pen Kulübü ve Uluslararası Pen Klup'ta aktif olarak çalışıyordu. İsveç ve Dünya
Gazeteciler Birliği'nin de üyesiydi. 2001 yılında Türkiye Yayıncılar
Birliği’nin verdiği Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü’nü aldı.
Mehmet Uzun’un yazarlık serüveni yakın
tarihimizde bir yazın dili olarak Kürtçe’nin serüveniyle hep örtüşmüştü. 1923
yılına kadar Kürt dili ve edebiyatının merkezi Osmanlı topraklarıydı.
Cumhuriyetin ilanından sonra meydana gelen Kürt isyanları sonucunda Kürtçe
yasaklı bir dil oldu. Yasaklar 1960 yılına kadar sürdü. 1960'lı yılların
ortasında, Musa Anter, Diyarbakır'da çıkardığı bir dergide,
"Kımıl" adında Kürtçe bir şiir yayınladı. Böylece bu topraklarda
Kürtçenin yazıyla buluşması yeni bir ivme kazandı. Anter, 1965 yılında Brina
Reş adlı bir de oyun kitabı yayınlar. 1970’lerde Mehmed Emin Bozarslan’ın
öyküleri, Mehmut Bakşi’nin 80 sonrası öykü ve romanları, dünya klasiklerini
Kürtçeleştiren Hesene Mete’nin çalışmaları kürtçenin bir yazın dili olarak
gelişiminde önemli yer tutarlar.
“Kürtlerin sanat ve edebiyata ilişkin
sürekliliği olan bir gelenekten yoksun olmalarından dolayı, çoğu zaman sanat ve
edebiyat yapıtıyla diğer alanların yapıtları birbirine karıştırılıyor.. Hem
sanatçı ve yazarlar bunu yapıyor hem de sanatçı ve yazarların kitlesi.” Diyen
Mehmet Uzun, Kürtçenin gerçek bir edebiyat dili olabilmesi için çalışmanın
gerekliliğini her fırsatta vurgular.
2003 yılında yapılan Kürt Edebiyatı
Konferansının dili, Kürtçe'nin Kurmanci lehçesiydi. Sonuç bildirgesinde de
vurgulanmıştı. Kürtçe'nin edebi dili, bundan böyle Kurmanci lehçesi üzerine
biçimlenecekti. Arap, Latin ve Kiril alfabelerini kullanarak Kürtçe yazan
yazarlar da, bundan böyle Latin alfabesiyle yazmaya gayret gösterecekti.
Kürtçeyle ilgili yazınsal ve akademik çalışmaların yoğunlaştığı dönemlerde
Mehmet Uzun da, edebiyat, dil ve roman üzerine denemeler yazmayı ve yayınlamayı
sürdürdü.
Mehmet Uzun 11 Ekimde öldü. Ölümünün
ardından hakkında yazılan yazılara baktığınızda şöyle cümlelerle
karşılaşırsınız: “Mehmet Uzun roman yazmak için Kürtçeyi seçti.’ Gerçekten bir
yazar için seçilebilen bir şey midir dil? Yoksa insanın var olduğu andan
itibaren kendini içinde buluverdiği, varlığını kuşatan ve oluşturan bir
gerçeklik midir? Ama yukarıdaki cümlenin doğru bir tarafı da yok değil. Çünkü
bu topraklar üzerinde yaşayan ve yazan birçok kürt, Kürtçe
düşündüklerini, hissettiklerini Türkçeye çevirip söylemiş, yazmış ve
yayınlamıştır yıllarca. Tabii ki bu da bir zorunluluktur. Yalnızca konuşulan
bir dille edebiyat yapmak, hele her metnin başka metinlerle doğrudan ya da
dolaylı ilişkisinin bir zorunluluk olduğu bir çağda çok zor olmalı.
İnsanlık var olduğundan beri kim bilir ne
kadar dil doğmuş, yaşamış ve ölmüştür. Yakın gelecekte şu an yaşayan birçok
dilin öleceği de bir gerçek. Tabii ki bir dilin yaşamasını sağlayan en önemli
unsurlardan biri, o dili taşıyan yazılı bir kültürün varlığı olmalı. Bir dilin
gelecek kuşaklara aktarılabilmesi için hem konuşulması hem de yazılması şart.
Dil kendi başına bir kültür varlığı olmasının yanı sıra, diğer kültür
ürünlerinin de taşıyıcısı. Pinter’ın sözünü ettiği ve altını çizdiği Dağ Dili
yüz yıllardır dengbejler aracılığıyla taşımıştır hikâyeleri ve tarihi, kuşaktan
kuşağa… Sözü ve düşünceyi yine sözle anlatmaktır dengbejlik… Homeros’tan bu
yana bu coğrafyada farklı biçimlerde evrilmiş köklü bir hikâye anlatma geleneği
zaten vardır… Âşıklar, saz şairleri, Göçebe Türk kavimlerinde de kültürün en
önemli taşıyıcı unsurlarıdır… Dede Korkut dönemi ozanlardan Osmanlı
imparatorluğu dönemindeki meddahlara, hep söz taşımıştır insanın doğaya karşı
ürettiklerini yarınlara… Ancak Meddahlar yine büyük söz ustaları olmalarıyla
birlikte dengbejlerden farklıdırlar biraz. Şöyle der meddah, hikâyesinin
anlatmayı tamamlayınca;
“Bu kıssadır, bir mecmua kenarına kaydolunmuş, biz de gördük
söyledik. Sakiye sohbet kalmazmış baki… Her ne kadar sürç-ü lisan ettikse
af fola…”
Demek meddah, anlattığı kimi hikâyeleri
bir mecmuadan, yani yazılmış olandan okuduğunu da belirtebiliyor hikâyesinin
sonunda… Göçebe Türk kültürü, büyük devletler kurma süreciyle birlikte
hikâyelerini, tarihini destanlarını yazıya aktarmayı başarmıştır. Bu yüzden
Osmanlı döneminde gelişen meddahlık geleneğinde yazıyla söz iç içedir… Yazıyla
söz birbirinden beslendiği ölçüde gelişip serpilir. Hikâyeler de… Hatta tarih
aktarıcılığı da, hikâyeler de sözle yazının kardeşliğiyle gelişip olgunlaşır
tarih boyunca… Sheakespeare Hamlet’i yeniden söyleyene kadar, bu hikâye kim
bilir kaç kere kimler tarafından başka başka söylenmiştir… Shakespeare’in
Hamlet'in konusunu, 1590'dan önce yazılmış bir oyundan aldığı bilinir. Antik
Yunanda bile durum böyledir. Büyük tiyatro yapılarında Oidipus’un hikâyesini
izlemeye gelen binlerce kişilik yunan seyircisi, birazdan izleyecekleri
hikâyeye yabancı değildirler. Oidipus’un yazgısını da bilirler, başına gelecek
felaketleri de… Onları orada bir araya toplayan, büyük şair Sofokles'in bu
hikâyeyi nasıl anlattığı sorusunun yanıtını merak etmeleridir.
Büyük Romancı Yaşar Kemal, Dağ Dilinin
Degbeji Mehmet Uzun’un ‘Yitik Bir Aşkın Gölgesinde’ romanının başında yazdığı
yazısında şöyle der;
‘ Gene biliyorum ki Puşkin Rus halkının
dilinden büyük bir şiir dili yaratmış, yenilikçi Rus şiirinin babası olmuştur.
Arkadaşı Gogol da aynı yoldan giderek Rus halkının destan dilinde yeni bir
ronam biçimi, içeriği ve dili yaratmış, o da Rus romanının babası olmuştur. Nazım
Hikmet de Türk halkının zengin dilinden yeni bir şiir dili yaratmış, Türkçenin
en büyük şairlerinden biri olmuştur. Cigerxwîn, büyük Kürt şairleri Ehmedê
Xani, Faqiye Teyran, büyük destancı, Kürtlerin Homeros’u Abdale Zeynike’nin
soyundan gelmiştir.…
Mehmet önce Kürt dilini ve edebiyatını iyi
biliyor, Türk dilini ve edebiyatını da biliyor. Sonra dünyaya açılıyor, dünya
kültürünü ve edebiyatını özümsüyor. Mehmet Kürt dili için bir talih oluyor
böylece.’
Evet, Dağ Dili’nin bir romancısının hem de
iyi bir romancısının olması bir talihtir. Bu yüzden, belki de yeni hikâyeler
yaratmaktan çok daha önemlidir bir dili yarınlara taşımak için var olan, dilden
dile, kulaktan kulağa aktarılan hikâyeleri yazıya geçirip, bir başka dile
getirme biçimiyle ölümsüzleştirmek. Dağ dilinin dengbejleri hep yaşayacaklar.
Türkülerini, ağıtlarını, destanlarını, tarihlerini hep söyleyecek, hep
anlatacaklar. Mehmet Uzun Dicle’nin Sürgünleri romanının başkişisi Dengbej
Bıro’nun ağzından, şöyle sesleniyor okurlarına;
‘Ben gideceğim anlattıklarım kalacak.
Onlar sizin hüneriniz sayesinde devir ve devranlara ulaşmakla kalmayacak, aynı
zamanda sesiniz ve avazınızla, daha iyi, daha güçlü, daha olgunlaşmış bir
biçimde her daim yaşayacak. Ölüm bizim payımıza, ebediyete kadar yaşamak ise
edebi anlatının payına düşecek. Sonsuza kalacak olan, anlatıcılar ve dengbejler
değil, edebi söz ve anlatıdır. ‘
Dağ dili oyunundaki ana, neden artık ana
dilinde konuşmasına izin verilse de konuşamaz? Çünkü gün gelir, yazıyla,
yazınla beslenmeyen söz de tükenir… Eğer o sözü taşıyacak bir yazı yoksa
ortada, söz gerçekten de uçar… Yerinde yeller eser… Bu kubbede bir tek
dengbejin yüreğinden kopan bir hawar kalır.
Ardından gelecek Dağ Dilinin başka
dengbejlerine şöyle sesleniyor Mehmet Uzun yine Dengbej Bıro’nun, zırdeli
Bıro’nun dilinden;
‘O vakit yeniden kendime, sizlere, küçük
meclisimize, düş ve gerçeklerden müteşekkil şevbuhêrk’lerimize dönüyorum.
Maksadım şudur zeki dinleyicilerim; anlatımıma ağır ve fazla gelen ses ve
sedaları atın, anlatımı ağırlıktan, fazlalıktan kurtarın, üstünde bir kuyumcu
titizliğiyle çalışın, yapabildiğiniz kadar sadeleştirin ve ona sahip çıkın.
Eğer bunu yapabilirseniz, inanıyorum ki, bir şevbuhêrk sırasında sesim kesilse
bile, hikâyenin gerisini siz tamamlayacaksınız.’
MEHMET UZUN'UN ESERLERİ
TU (Sen), Roman, 1985; Mirina Kalekî Rind
(Yaşlı Bir Rind'in Ölümü), Roman, 1987; Siya Evînê ( Yitik Bir Aşkın
Gölgesinde), Roman, 1989; Rojek ji Rojên Evdalê Zeynikê (Evdalê Zeynikê'nin
Günlerinden Bir Gün), Roman, 1991; Destpêka Edebiyata Kurdî (Kürt Edebiyatına
Giriş), İnceleme, 1992; Hêz û Bedewiya Pênûsê (Kalemin Gücü ve Görkemi),
Denemeler, 1993; Mirina Egîdekî (Bir Yiğidin Destanı), Destan-Ağıt, 1993;
Världen i Sverige (Tüm Dünya İsveç'te), Edebiyat Antolojisi, M. Grive ile
Birlikte, 1995; Antolojiya Edebiyata Kurdî (Kürt Edebiyat Antolojisi),
Antoloji, iki cilt, 1995; Bîra Qederê (Kader Kuyusu), Roman, 1995; Nar
Çiçekleri, Deneme, 1996; Ziman û Roman (Dil ve Roman), Söyleşiler, 1997; Bir
Dil Yaratmak, Söyleşiler, 1997; Dengbêjlerim, Deneme, 1998; Ronî Mîna Evînê -
Tarî Mîna Mirinê (Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık), Roman, 1998;
Zincirlenmiş Zamanlar Zincirlenmiş Sözcükler, Deneme, 2002; Dicle'nin Sesi I -
Hawara Dîcleyê (Dicle'nin Yakarışı), Roman, 2002; Diclenin Sesi II - Dicle'nin
Sürgünleri, Roman, 2003.
ülkemizde türkçemizin dışında yöresel olarak sadece kürtçe varmış gibi düşünenlerden misiniz? ya da kürtleri azınlık olarak görenlerden misiniz? bu ülkede yasaklar herkese eşit biçimde yasak, kişi veya bir zümreye göre kanun yapılmıyor yapılmamalı da.
YanıtlaSilevet dillerimiz bizim kültür mirasımız onları yaşatabildiğimiz kadar yaşatmalıyız ama eğer bu toplumda bu ülkede yaşıyorsak bütünselliğimize sahip çıkmalıyız.
fnç
Güzel Bir yazı, Mehmed uzun gibi büyük bir değere çoğu kürt ve Türk'ün haberi yok...Gençliğe mehmed uzunu anlatmak gerekir.
YanıtlaSil