23 Mart 2012 Cuma

DAĞ DİLİNİN[1] DENGBEJİ


DAĞ DİLİNİN[1] DENGBEJİ


Dağ Dili… Nobelli yazar Harold Pinter, Türkiye’de yakın geçmişte yaşananlardan etkilenerek yazmıştı bu oyunu… Tabii ki bu dağ dili, Kürtçe idi… Oyun, kişilerin kendi ana dilleriyle konuşmalarının yasaklandığı bir yerde geçer. Bir ana, hapisteki oğluyla ana diliyle konuşamaz… Sonunda yaşamda da olduğu gibi oyunda da kurallar değişir… Egemen güçler, yasa ve yasak koyucular insanların yaşamlarını doğrudan etkileyen kuralları bir çırpıda değiştiriverirler. Artık ana, oğluyla ana dilinde konuşabilir, tabii ki yeni bir emre kadar… Anaya yeni bir emre kadar ana diliyle konuşma özgürlüğü tanınmıştır ama ana yine de konuşamaz, Dağ Dili oyununun finalinde…

2005 yılında Nobel Edebiyat ödülüne layık görülen Harold Pinter için ödül komitesi "Günlük keşmekeş içindeki uçurumları gözler önüne seren ve zulmün kapalı odalarını açılmaya zorlayan yazar" ifadesini kullanmıştı. Harold Pinter, 1985 yılında çağımızın bir diğer büyük yazarı Arthur Miller ile 12 Eylül baskısı altındaki aydınlara destek olmak için Türkiye'ye gelmişti. Bu ziyaretlerinde iki büyük yazarın rehberliğini Orhan Pamuk yapmıştı. İşte bu Türkiye ziyaretinin ardından yazmıştı Pinter 'Dağ Dili' adlı oyununu. Sonra da 1988 yılında National Theatre’da yine kendisi sahnelemişti.
İngiltere’de Pinter’ın rejisiyle Dağ Dili Seyirciyle buluşurken Mehmet Uzun muhtemelen Dağ Dili’nin üçüncü romanı Yitik Bir Aşkın Gölgesinde’yi doğduğu topraklardan çok uzaklarda İsveç’te yazıyordu.
Dağ Dili oyununun başkarakteri olan, yani yasaklandığı ve ardından serbest bırakıldığı ima edilen dil, Kürtçeydi… Tabii ki her dil gibi Kürtçe de konuşmak içindi. Belki bazı dillerden daha fazla konuşmak içindi Kürtçe… Bu dilde hikâyeler, efsaneler ve tarih hep sözle, dengbejlerin sözüyle insandan insana, kuşaktan kuşağa aktarıla gelmişti. Bu yüzden dağ dilini konuşanlar her zaman yazıya karşı biraz mesafeli olmuşlardır. İki yüz yıl önce de yazıyla ve edebiyatla ilgilenmenin yasak olduğu bir dilin sahipleri şimdi ana dillerini konuşmakta özgürler.
Mehmet Uzun’un kimi eserlerini Türkçeye çeviren Muhsin Kızılkaya, “Kürtçe'nin macerası, trajik bir macera. Bugün kendi dillerinden ürün veren hiçbir yazar, bulunduğu yerde oturarak, ürünlerini biçimlendirmedi, romanını yazmadı, hikâyesini kurmadı, şiirini damıtmadı. Kendi yurdunda olanlar bile, bulunduğu şehrin dışına çıkarak eserlerini yazmak zorunda kaldı. Diyarbakırlılar, İstanbul'da, Kerküklüler Bağdat'ta, Mahabatlılar Tahran'da ve yüzlercesi de, özgürlük rüzgârlarının daha kuvvetli estiği Kuzey Avrupa'nın soğuk ülkelerinde...’  şeklinde anlatıyor, bir yazın dili olarak Kürtçenin macerasını.
Büyük ihtimalle Kızılkaya’nın, özgürlük rüzgârlarının daha kuvvetli estiği Kuzey Avrupa’nın soğuk ülkelerinde eserlerini yazmak zorunda kalan yazar cümlesiyle kast ettiği kişi Mehmet Uzun, 1953 Siverek’te doğdu, 1977 yılında İsveç'e yerleşti. Kürtçe, Türkçe ve İsveççe edebi çalışmalarıyla çok dilli, çok kültürlü bir entelektüel olarak ürünler veren Uzun, İsveç yazarlar birliği yönetim kurulu üyeliği yaptı. Ayrıca İsveç Pen Kulübü ve Uluslararası Pen Klup'ta aktif olarak çalışıyordu. İsveç ve Dünya Gazeteciler Birliği'nin de üyesiydi. 2001 yılında Türkiye Yayıncılar Birliği’nin verdiği Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü’nü aldı.
Mehmet Uzun’un yazarlık serüveni yakın tarihimizde bir yazın dili olarak Kürtçe’nin serüveniyle hep örtüşmüştü. 1923 yılına kadar Kürt dili ve edebiyatının merkezi Osmanlı topraklarıydı. Cumhuriyetin ilanından sonra meydana gelen Kürt isyanları sonucunda Kürtçe yasaklı bir dil oldu. Yasaklar 1960 yılına kadar sürdü. 1960'lı yılların ortasında,  Musa Anter, Diyarbakır'da çıkardığı bir dergide, "Kımıl" adında Kürtçe bir şiir yayınladı. Böylece bu topraklarda Kürtçenin yazıyla buluşması yeni bir ivme kazandı. Anter, 1965 yılında Brina Reş adlı bir de oyun kitabı yayınlar. 1970’lerde Mehmed Emin Bozarslan’ın öyküleri, Mehmut Bakşi’nin 80 sonrası öykü ve romanları, dünya klasiklerini Kürtçeleştiren Hesene Mete’nin çalışmaları kürtçenin bir yazın dili olarak gelişiminde önemli yer tutarlar.
“Kürtlerin sanat ve edebiyata ilişkin sürekliliği olan bir gelenekten yoksun olmalarından dolayı, çoğu zaman sanat ve edebiyat yapıtıyla diğer alanların yapıtları birbirine karıştırılıyor.. Hem sanatçı ve yazarlar bunu yapıyor hem de sanatçı ve yazarların kitlesi.” Diyen Mehmet Uzun, Kürtçenin gerçek bir edebiyat dili olabilmesi için çalışmanın gerekliliğini her fırsatta vurgular.
2003 yılında yapılan Kürt Edebiyatı Konferansının dili, Kürtçe'nin Kurmanci lehçesiydi. Sonuç bildirgesinde de vurgulanmıştı. Kürtçe'nin edebi dili, bundan böyle Kurmanci lehçesi üzerine biçimlenecekti. Arap, Latin ve Kiril alfabelerini kullanarak Kürtçe yazan yazarlar da, bundan böyle Latin alfabesiyle yazmaya gayret gösterecekti. Kürtçeyle ilgili yazınsal ve akademik çalışmaların yoğunlaştığı dönemlerde Mehmet Uzun da, edebiyat, dil ve roman üzerine denemeler yazmayı ve yayınlamayı sürdürdü.
Mehmet Uzun 11 Ekimde öldü. Ölümünün ardından hakkında yazılan yazılara baktığınızda şöyle cümlelerle karşılaşırsınız: “Mehmet Uzun roman yazmak için Kürtçeyi seçti.’ Gerçekten bir yazar için seçilebilen bir şey midir dil? Yoksa insanın var olduğu andan itibaren kendini içinde buluverdiği, varlığını kuşatan ve oluşturan bir gerçeklik midir? Ama yukarıdaki cümlenin doğru bir tarafı da yok değil. Çünkü bu topraklar üzerinde yaşayan ve yazan birçok kürt,  Kürtçe düşündüklerini, hissettiklerini Türkçeye çevirip söylemiş, yazmış ve yayınlamıştır yıllarca. Tabii ki bu da bir zorunluluktur. Yalnızca konuşulan bir dille edebiyat yapmak, hele her metnin başka metinlerle doğrudan ya da dolaylı ilişkisinin bir zorunluluk olduğu bir çağda çok zor olmalı.
İnsanlık var olduğundan beri kim bilir ne kadar dil doğmuş, yaşamış ve ölmüştür. Yakın gelecekte şu an yaşayan birçok dilin öleceği de bir gerçek. Tabii ki bir dilin yaşamasını sağlayan en önemli unsurlardan biri, o dili taşıyan yazılı bir kültürün varlığı olmalı. Bir dilin gelecek kuşaklara aktarılabilmesi için hem konuşulması hem de yazılması şart. Dil kendi başına bir kültür varlığı olmasının yanı sıra, diğer kültür ürünlerinin de taşıyıcısı. Pinter’ın sözünü ettiği ve altını çizdiği Dağ Dili yüz yıllardır dengbejler aracılığıyla taşımıştır hikâyeleri ve tarihi, kuşaktan kuşağa… Sözü ve düşünceyi yine sözle anlatmaktır dengbejlik… Homeros’tan bu yana bu coğrafyada farklı biçimlerde evrilmiş köklü bir hikâye anlatma geleneği zaten vardır… Âşıklar, saz şairleri, Göçebe Türk kavimlerinde de kültürün en önemli taşıyıcı unsurlarıdır… Dede Korkut dönemi ozanlardan Osmanlı imparatorluğu dönemindeki meddahlara, hep söz taşımıştır insanın doğaya karşı ürettiklerini yarınlara… Ancak Meddahlar yine büyük söz ustaları olmalarıyla birlikte dengbejlerden farklıdırlar biraz. Şöyle der meddah, hikâyesinin anlatmayı tamamlayınca;
“Bu kıssadır, bir mecmua kenarına kaydolunmuş, biz de gördük söyledik.  Sakiye sohbet kalmazmış baki… Her ne kadar sürç-ü lisan ettikse af fola…”
Demek meddah, anlattığı kimi hikâyeleri bir mecmuadan, yani yazılmış olandan okuduğunu da belirtebiliyor hikâyesinin sonunda… Göçebe Türk kültürü, büyük devletler kurma süreciyle birlikte hikâyelerini, tarihini destanlarını yazıya aktarmayı başarmıştır. Bu yüzden Osmanlı döneminde gelişen meddahlık geleneğinde yazıyla söz iç içedir… Yazıyla söz birbirinden beslendiği ölçüde gelişip serpilir. Hikâyeler de… Hatta tarih aktarıcılığı da, hikâyeler de sözle yazının kardeşliğiyle gelişip olgunlaşır tarih boyunca… Sheakespeare Hamlet’i yeniden söyleyene kadar, bu hikâye kim bilir kaç kere kimler tarafından başka başka söylenmiştir… Shakespeare’in Hamlet'in konusunu, 1590'dan önce yazılmış bir oyundan aldığı bilinir. Antik Yunanda bile durum böyledir. Büyük tiyatro yapılarında Oidipus’un hikâyesini izlemeye gelen binlerce kişilik yunan seyircisi, birazdan izleyecekleri hikâyeye yabancı değildirler. Oidipus’un yazgısını da bilirler, başına gelecek felaketleri de… Onları orada bir araya toplayan, büyük şair Sofokles'in bu hikâyeyi nasıl anlattığı sorusunun yanıtını merak etmeleridir.
Büyük Romancı Yaşar Kemal, Dağ Dilinin Degbeji Mehmet Uzun’un ‘Yitik Bir Aşkın Gölgesinde’ romanının başında yazdığı yazısında şöyle der;
‘ Gene biliyorum ki Puşkin Rus halkının dilinden büyük bir şiir dili yaratmış, yenilikçi Rus şiirinin babası olmuştur. Arkadaşı Gogol da aynı yoldan giderek Rus halkının destan dilinde yeni bir ronam biçimi, içeriği ve dili yaratmış, o da Rus romanının babası olmuştur. Nazım Hikmet de Türk halkının zengin dilinden yeni bir şiir dili yaratmış, Türkçenin en büyük şairlerinden biri olmuştur. Cigerxwîn, büyük Kürt şairleri Ehmedê Xani, Faqiye Teyran, büyük destancı, Kürtlerin Homeros’u Abdale Zeynike’nin soyundan gelmiştir.…
Mehmet önce Kürt dilini ve edebiyatını iyi biliyor, Türk dilini ve edebiyatını da biliyor. Sonra dünyaya açılıyor, dünya kültürünü ve edebiyatını özümsüyor. Mehmet Kürt dili için bir talih oluyor böylece.’
Evet, Dağ Dili’nin bir romancısının hem de iyi bir romancısının olması bir talihtir. Bu yüzden, belki de yeni hikâyeler yaratmaktan çok daha önemlidir bir dili yarınlara taşımak için var olan, dilden dile, kulaktan kulağa aktarılan hikâyeleri yazıya geçirip, bir başka dile getirme biçimiyle ölümsüzleştirmek. Dağ dilinin dengbejleri hep yaşayacaklar. Türkülerini, ağıtlarını, destanlarını, tarihlerini hep söyleyecek, hep anlatacaklar. Mehmet Uzun Dicle’nin Sürgünleri romanının başkişisi Dengbej Bıro’nun ağzından, şöyle sesleniyor okurlarına;
‘Ben gideceğim anlattıklarım kalacak. Onlar sizin hüneriniz sayesinde devir ve devranlara ulaşmakla kalmayacak, aynı zamanda sesiniz ve avazınızla, daha iyi, daha güçlü, daha olgunlaşmış bir biçimde her daim yaşayacak. Ölüm bizim payımıza, ebediyete kadar yaşamak ise edebi anlatının payına düşecek. Sonsuza kalacak olan, anlatıcılar ve dengbejler değil, edebi söz ve anlatıdır. ‘
Dağ dili oyunundaki ana, neden artık ana dilinde konuşmasına izin verilse de konuşamaz? Çünkü gün gelir, yazıyla, yazınla beslenmeyen söz de tükenir… Eğer o sözü taşıyacak bir yazı yoksa ortada, söz gerçekten de uçar… Yerinde yeller eser… Bu kubbede bir tek dengbejin yüreğinden kopan bir hawar kalır.
Ardından gelecek Dağ Dilinin başka dengbejlerine şöyle sesleniyor Mehmet Uzun yine Dengbej Bıro’nun, zırdeli Bıro’nun dilinden;
‘O vakit yeniden kendime, sizlere, küçük meclisimize, düş ve gerçeklerden müteşekkil şevbuhêrk’lerimize dönüyorum. Maksadım şudur zeki dinleyicilerim; anlatımıma ağır ve fazla gelen ses ve sedaları atın, anlatımı ağırlıktan, fazlalıktan kurtarın, üstünde bir kuyumcu titizliğiyle çalışın, yapabildiğiniz kadar sadeleştirin ve ona sahip çıkın. Eğer bunu yapabilirseniz, inanıyorum ki, bir şevbuhêrk sırasında sesim kesilse bile, hikâyenin gerisini siz tamamlayacaksınız.’






MEHMET UZUN'UN ESERLERİ
TU (Sen), Roman, 1985; Mirina Kalekî Rind (Yaşlı Bir Rind'in Ölümü), Roman, 1987; Siya Evînê ( Yitik Bir Aşkın Gölgesinde), Roman, 1989; Rojek ji Rojên Evdalê Zeynikê (Evdalê Zeynikê'nin Günlerinden Bir Gün), Roman, 1991; Destpêka Edebiyata Kurdî (Kürt Edebiyatına Giriş), İnceleme, 1992; Hêz û Bedewiya Pênûsê (Kalemin Gücü ve Görkemi), Denemeler, 1993; Mirina Egîdekî (Bir Yiğidin Destanı), Destan-Ağıt, 1993; Världen i Sverige (Tüm Dünya İsveç'te), Edebiyat Antolojisi, M. Grive ile Birlikte, 1995; Antolojiya Edebiyata Kurdî (Kürt Edebiyat Antolojisi), Antoloji, iki cilt, 1995; Bîra Qederê (Kader Kuyusu), Roman, 1995; Nar Çiçekleri, Deneme, 1996; Ziman û Roman (Dil ve Roman), Söyleşiler, 1997; Bir Dil Yaratmak, Söyleşiler, 1997; Dengbêjlerim, Deneme, 1998; Ronî Mîna Evînê - Tarî Mîna Mirinê (Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık), Roman, 1998; Zincirlenmiş Zamanlar Zincirlenmiş Sözcükler, Deneme, 2002; Dicle'nin Sesi I - Hawara Dîcleyê (Dicle'nin Yakarışı), Roman, 2002; Diclenin Sesi II - Dicle'nin Sürgünleri, Roman, 2003.







[1] DAĞ DİLİ: Pinter Harold; Harold Pinter:PLAYS 4 Mountain Language by Faber and Faber Limited

2 yorum:

  1. ülkemizde türkçemizin dışında yöresel olarak sadece kürtçe varmış gibi düşünenlerden misiniz? ya da kürtleri azınlık olarak görenlerden misiniz? bu ülkede yasaklar herkese eşit biçimde yasak, kişi veya bir zümreye göre kanun yapılmıyor yapılmamalı da.
    evet dillerimiz bizim kültür mirasımız onları yaşatabildiğimiz kadar yaşatmalıyız ama eğer bu toplumda bu ülkede yaşıyorsak bütünselliğimize sahip çıkmalıyız.
    fnç

    YanıtlaSil
  2. Güzel Bir yazı, Mehmed uzun gibi büyük bir değere çoğu kürt ve Türk'ün haberi yok...Gençliğe mehmed uzunu anlatmak gerekir.

    YanıtlaSil

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...