23 Mart 2012 Cuma







SAHTE MABET MASALI 







OYUN




YAZAN: KIVANÇ NALÇA
















KİŞİLER




Helâcı
Michael         
Köçek
Çatal Adam
Şanel Şakir
Pamuk Orhan

( Sözsüz Oyuncular,  Maskeler, Suretler, Tasvirler,  Kuklalar, Sesler, Ses ve Görüntü Bantları ve benzeri…)
           














1.TABLO



Sahne, bina girişinin bir kat altında bulunan bir bekleme salonudur. Bu bekleme salonuna, sahne arka sağındaki merdivenden inilmektedir. Merdivenin bittiği yerde sol tarafa dönük duran bir bank bulunmaktadır. Diğer tarafta, sahnenin arka solunda, uzun süredir pek kullanılmadığı belli olan ve alt kata inen, ışıksız bir merdiven daha vardır. Etraf oldukça temizdir ve oldukça modern döşenmiştir.
Sahnenin arka ortasında iki tuvalet kapısı bulunmaktadır.  Kapılardan birinin üzerinde kadınlar tuvaleti olduğunu, diğerinde ise erkekler tuvaleti olduğunu gösteren işaretler görülür. Tuvalet kapılarının biraz solunda Helâcı’ya ait küçük bir masa, onun önünde bir sandalye, masanın üzerinde peçete, kolonya, bir küçük yazarkasa, bir televizyon uzaktan kumandası ilkin göze çarpar. Helâcının sandalyesinin hemen üzerinde duvara seloteyple yapıştırılmış bir A4 kâğıdın üzerinde “1 Lira” yazmaktadır.
 Tuvalet kapılarının biraz üzerinde, sahnenim tam arka ortasında oldukça büyük bir LCD televizyon görünür. Tuvaletlerin üzerindeki düz zemin ikinci bir sahnedir aslında. Bir LCD televizyon çerçevesine sahip olan bu ikinci sahnenin önündeki fon perdesine kimi zaman projeksiyonla daha önceden kaydedilmiş video görüntüleri yansıtılacak, kimi zaman bu perde bir gölge oyunu perdesi olarak kullanılacak, kimi zaman da yükselti, oyuncuların hikâyeleri yansıladıkları bir sahne olarak kullanılacaktır.  
Sahnenin ön tarafında tam ortada bir bank bulunmaktadır. Bir süre sonra sol kulisten Köçek, sağ kulisten Michael eş zamanlı olarak sahneye girerler. Köçek üzerinde geleneksel Köçek kostümü bulunan saçları oldukça kısa kesilmiş bıyıklı, kara kuru, bitirim bir adamdır. Sağ göğsüne, üzerinde “1859” yazan bir kâğıt iğnelenmiştir. Sahneye sağdan giren Michael; siyah takım elbisesi, siyah fötr şapkası, deri parmaksız eldivenleri, pazıbendi, siyah rugan ayakkabıları, güneş gözlüğüyle Michael Jackson kostümü giymiş bir genç kadındır. Michael’ın sağ göğsüne ise, üzerinde “1861” yazan bir kâğıt iğnelenmiştir. Sahneye girerken ikisinin de ellerinde askılarından tutarak taşıdıkları birer sırt çantası vardır. Hareketlerinden sıkıştıkları anlaşılıyordur. İkisi de tuvalet kapılarının önünde dururlar. Bir süre kadın ve erkek tuvaleti işaretlerine ve birbirlerine bakarlar. Kimin hangi tarafa gireceği konusunda tereddüt ediyor gibidirler. Köçek ilkin kadınlar tuvaletine, Michael ise erkekler tuvaletine yönelir. Bir an duraksarlar. Köçek erkekler tuvaletine Michael kadınlar tuvaletine girer. Tuvalet kapıları kapanır.
Kısa bir süre sonra Helâcı sol taraftan sahneye girer, sandalyesine oturur, kumandayı eline alıp yukarıdaki televizyona yöneltir, düğmeye basar;
Televizyonda programın canlı olduğunu gösteren işaret sağ üst köşededir.
( Sahnenin ışık değeri bir miktar azalır. Bu bölüm televizyon ekranından izlenir; )
( Müzikli danslı bir yarışma programının açılışı… Dansçı kızlar korosu şarkı söyleyerek sahneye çıkarlar; )
Koro                          : Siz misiniz?
  Siz misiniz?
  Yoksa yeteneksiz misiniz?
  Siz misiniz?
  Siz misiniz?
  Yoksa yeteneksiz misiniz?
Dış Ses                       : Türk televizyonlarının en güvenilir bayan yıldızı Emine Seven ve Türk televizyonlarının en samimi, en sizden sunucusu Mert İçten;  Türkiye’nin yeteneğini seçiyor… Emine Seven’in bir hafta kullanıp yirmi üç kilo vermesini sağlayan, tam doğal, hepten organik, şifa kaynağı “Armut Bakır”ın sunduğu, “Yoksa yeteneksiz misiniz?” reklamlardan sonra devam ediyor…

( Yarışmanın jüri üyeleri Emine Seven ve Mert İçten sahnenin karşısında bir masanın başında oturmaktadırlar. Çevrelerindeki seyirciler Dış Ses’in anonsunu çılgınca alkışlarlar. 1.Yetenekli sahneye girer ve sahnenin ortasında durur. )

Mert İçten                  : Söyle bakalım, nedir yeteneğin?
( Bu arada sahne üzerinde Köçek erkekler tuvaletinden, Michael kadınlar tuvaletinden çıkar. İkisi de ayakta, pür dikkat kesilip ekranda olanları izlemeye koyulurlar.)
1. Yetenekli                : Ben burnumla flüt çalıyorum efendim.
Mert İçten                  : İlginç… Sahne senin o zaman…

(  Yetenekli, pantolonunun arka cebinden çıkarttığı flütü, burun deliğine yapıştırıp “Sarı Gelin” türküsünü çalmaya başlar… Birkaç nota çaldıktan sonra bir eliyle seyircilere alkış işareti yapar… Katılanlar olur. Türkü sona erer. )

Mert İçten                  : İlginç bir yeteneğin var.
1. Yetenekli                : Teşekkür ederim Mert Bey.
Mert İçten                  : Ama benim kafamda da seninle ilgili bazı soru işaretleri var. Tamam, burnunla fena çalmıyorsun flütü…
1.Yetenekli                 : Teşekkür ederim Mert Bey.
Mert İçten                  : Ama biliyorsun yarışmamızın yarı finali, finali, büyük finali, ultra büyük finali var… Önümüzdeki haftalarda geliştirebilecek misin bu yeteneğini?
1.Yetenekli                 : Bende daha ne türküler var, bir bilseniz Mert Bey… Hiç merak etmeyin siz.
Mert İçten                  : Canım yalnızca türküyle olmaz ki bu iş… Şaşırtman gerek bizi ve ekran başındaki seyircileri. Bak mesela bu hafta şaşırttın bizi. Bu güzel. Herkes flütü ağzıyla çalar, sen burnunla çaldın. Peki, bu aşamayı geçersen, haftaya nerenle çalacaksın flütü?
1. Yetenekli                : Valla hiç düşünmedim Mert Bey… Ben burnumla çalmam yeter sanıyordum.
Mert İçten                  : Olur mu canım? Bu hafta tamam... Ama haftaya sıkılır insanlar.
1.Yetenekli                 : Ne yapmam gerek o zaman Mert Bey?
Mert İçten                  : Başka bir şey yap, şaşırt bizi… Söz veriyor musun, haftaya bizi şaşırtmaya?
1.Yetenekli                 : Veriyorum Mert Bey…
Mert İçten                  : Tamam… Ben evet diyorum… Ama şaşırtsın bizi haftaya… Yoksa bilemiyorum yani…
Emine Seven              : Ay nasıl şaşırtsın çocuk ayol.
Mert İçten                  : Bilmiyorum. Ama öyle bir şey yapsın ki, “Yok artık, pes.” Diyelim. Seyirci şaşırmak ister, bilirsin.
Emine Seven              : Aman sen ona bakma çocuğum ben de “evet.” diyorum…
1. Yetenekli                : Teşekkür ederim efendim… Çok teşekkür ederim.

(Flütü burnuna dayar. Ayten Alpman’ın “Memleketim” şarkısını çalarak ve bir yandan da seyircilere el sallayarak kulise doğru ilerler, sahneyi terk eder. Program sponsor reklamıyla kesilir. Koca bir Armut resmi sahneyi kaplar. Helâcı uzaktan kumandanın düğmesine basıp televizyonu kapatır. Köçek, Helâcı’nın arkasında asılı duran kâğıda bakıp masaya bir bozuk para bırakır. Gömlek yenlerini sıvamış, ayakkabılarının arkasına basmıştır. Bir elinde çantası, bir elinde çorapları vardır. Yürür, sahne ön ortasındaki banka oturur. Çantasını yere bırakır. Önce çoraplarını sonra da ayakkabılarını giyer. Gömlek yenlerini indirip düğmeleri ilikler. Ensesinde duran kumaş mendille ellerini yüzünü kurular. Michael de Helâcı’nın önüne bozuk para bırakır. Gelip banka, Köçek’in yanına oturur. )

Michael                      : Büyük müydü sizinki?
Köçek                         : Anlamadım.
Michael                      : Küçüktü demek…
Köçek                         : Ne diyorsun kardeşim sen?
Michael                      : (Tuvaleti işaret ederek;) Tuvalet ücreti diyorum. Küçük, büyük fark etmiyor mu?
Köçek                         : Aynı, aynı… İkisi de aynı…
Michael                      : Ama bu çok yanlış bir uygulama…
Köçek                         : İçeriye girdikten sonra ha büyük, ha küçük… Hem kim nereden bilecek senin içeride ne yaptığını?
Michael                      : O kadar basit değil bu konu. Girelim mesela bir lokantaya, ben sadece bir bardak su içeyim. Siz de üç kap yemek yiyin. Yanında da bir bira için. Sonra ikimize de aynı hesap gelsin. Buna ne diyeceksiniz?
Köçek                         : Bira mira içmem ben.
Michael                      : Ayran diyelim o zaman.
Köçek                         : Yemek içmek başka, bu iş başka...
Michael                      : Olur mu canım? Ben bazen öyle sıkışırım ki, bir an önce tuvalete yetişmesem, altıma kaçıracağım sanırım. Ama içeri girdiğimde beni rahatsız edenin sessiz sedasız bir gaz olduğunu fark ederim çoğu zaman. Söyleyin bakalım, gaz çıkartmakla, çatır çatır bilmem ne etmek aynı kefeye koyulabilir mi?
Köçek                         : Sorun, kavramları tam manasıyla idrak edememende. (Tuvaleti işaret ederek;) Burası abdesthane… Senin söylediğin o ufacık gaz da bozar adamın abdestini, büyük de küçük de… Gireceksin içeri, ihtiyacını gidereceksin, adam gibi abdestini alacaksın, efendice ücreti de ödeyeceksin görevliye. Hem memlekette düzenbaz çok… Senin dediğin gibi olsa, adam girer küçüğü de yapar büyüğü de. Çıkışta da görevliye, “Gazmış.” Der, çeker gider.
Michael                      : Yahu niye abdest alacakmışım durup dururken?
Köçek                         : (Tehditkâr;) Almayın efendim. Hatta cenabet gezin. Hürsünüz. Her koyun kendi bacağından asılır vakti geldiğinde.
Helâcı                         : (Yerinden seslenir;) Bir lira için bin tane laf söyledin. Gel al paranı, o kadar gücüne gittiyse.
Michael                      : Siz bizi mi dinliyorsunuz oradan?
Helâcı                         : Ne yapayım? Kulağımı mı tıkayayım?
Michael                      : Hayır ama hoş bir şey değil. Ben itiraz etmeden ödedim ücreti. Yoksa siz ağzınızı ayırmış televizyon seyrediyordunuz. Para vermeden de sıvışabilirdim.
Helâcı                         : Gözümden kaçmazdı öyle bir şey yapmaya kalkışsaydın. Değirmende ağartmadık biz bu sakalı.  Bir kere reklamlar çıkınca kapattım. Hem dün gece canlısını seyretmiştim. Bakıyordum sadece.
Michael                      : Ama canlı yazıyordu ekranın köşesinde…
Helâcı                         : Sen de pek bir cahilmişsin. Canlı olsaydı burası ana baba günü olurdu. Sabahın körü daha… İkinizden başka kimse var mı burada? Program stüdyosunun tam altındaki kattayız.
Michael                      : Doğru… Biraz heyecanlıyım da…
Helâcı                         : Şehir dışından mı geliyorsun?
Michael                      : Yok. Karşıdan.
Helâcı                         : (Köçek’e;) Sen birader?
Köçek                         : Cide’den…
Helâcı                         : Dedim ya, şanslısınız. Öğleden sonra burası vıngır vıngır olur. Kıçınızı koyacak yer bulamazsınız.
Michael                      : Günde kaç kişi geliyor? Ortalama…
Helâcı                         : En az bin… Yiyorlar içiyorlar akşama kadar, şu helânın önü caddeye kadar kuyruk oluyor her dakika… Bir burası, bir de alt sokaktaki İşçi Bulma Kurumu… Bazen buradan oraya gidenler olur, bazen de oradan buraya gelenler…
Köçek                         : Vay be… Demek o kadar yetenek var memlekette…
Helâcı                         : Olmaz mı? Bu memlekette üç buçuk milyon işsiz var… Üç buçuk milyon, dile kolay… Hepsi iş aramak için sokakları arşınlarken günde bir kere helâya gitse, üç buçuk milyon lira eder… Paraya bak paraya... Öyle büyük bir sektör bizimkisi… Deminki oğlan var ya, hani şu burnuyla kaval çalan...
Michael                      : Flüt o… Kaval değil, blok flüt…
Helâcı                         : Her ne haltsa… Burnuyla çalıyor işte, mesele o. Tam bir aydır, sabah akşam gidip geliyordu. Sonunda dün gece nasip oldu sahneye çıkmak…
Michael                      : Ama Mert İçten şartlı evet dedi ona… Cuma günkü finalde şaşırt beni dedi… Seyirci şaşırmak istermiş…
Köçek                         : Daha ne yapsın da şaşırtsın oğlan?
Helâcı                         : Göreceğiz bakalım… Göreceğiz dedim de, dün gece acayip bir rüya gördüm ben.
Michael                      : Anlatın da dinleyelim.
Köçek                         : Hayır olsun…
Helâcı                         : Vallahi hayır mı şer mi anlayamadım… Rüyamda, şöyle elimde onluk bir çivi, prize sokup duruyorum, bana bir şey olmuyor. Kendi kendime soruyorum, “Yoksa elektrik mi kesildi? Diye… Yok. Çünkü bir bakıyorum televizyon çalışıyor. Bir yandan da bizim şu programı seyrediyorum. Yoksa yeteneksiz misiniz?’i… Sonra fark ediyorum birden bire… Meğer Allah-u Teâlâ’nın bir hikmeti, ben yalıtkanmışım… Çarpmıyormuş beni elektrik. Vız gelip tırıs geçiyor elektrik. Hemen sarılıyorum telefona, bizim kanalı arayıp yarışmaya kayıt olmak için… Telefon meşgul. Arıyorum, arıyorum, bir türlü düşüremiyorum. Boru mu bu? Ucunda beş yüz bin lira var…
Köçek                         : Var vallahi… Eee, sonra ne oluyor?
Helâcı                         : İşte tam o an uyanıyorum…
Köçek                         : Hayır olsun…
Michael                      : Aslında bazı önemli semboller var bu rüyada… Çivi fallik bir öğe olarak değerlendirilebilir. Ama niye fiş yok rüyada da yalnızca piriz var? İşte bu sizin bilinçaltınızla ilgili bir mesele… Sonra çarpılmıyorsunuz. Niye?  Normalde, bir cinsel birleşmede insan elektrik akımına maruz kalmış gibi olur. Ama siz olmuyorsunuz. Nasıl söylesem, elektriği hissedemiyorsunuz. Bu rüyadaki kodlar, sizin iktidarsızlığınızla ilgili yorumlanabilir bence. Korteksinizde var bunlar.
Helâcı                         : Ağzından çıkanı kulağın duysun. Sen bana kısır mı diyorsun? Benim üç tane boyumca oğlum var.
Michael                      : Bu daha da fena…
Köçek                         : Sen ona bakma ağbi, ne demişler, rüyaların tersi çıkar.
Michael                      : Saçma… Bazı şeylerin tersi olmaz…
Köçek                         : Olur. Her şeyin bir tersi vardır. Söyle bakalım tersi olmayan bir şey…
Michael                      : Şimdi birden bire gelmiyor aklıma… Bir düşüneyim…  Börek mesela… Rüyada börek görse biri, böreğin tersi ne?
Köçek                         : ( Hiç düşünmeden, kendinden emin;) Çörek.
Michael                      : Olur mu canım. O, yakın anlamlı sözcüklerin tekrarıyla oluşan bir ikileme… Börek, çörek – Derli, toplu – Sorgu, sual – Doğru, dürüst – Sağ, salim… Bunların hepsi ikileme…
Köçek                         : Amma uyduruyorsun… İkilemeymiş… Öyle bir şey olmaz Türkçede… Yok üçleme…

( Bu sırada sağda, sahne arkasındaki büyük merdivenden aşağı elinde küçük bir not defteriyle ve tedirgin tavırlarla Çatal Adam iner. Halk oyunlarında kullanılan Çatal Adam kuklası ve maskesiyle gelen oyuncu aynı zamanda bir vantriloktur ve iki ayrı kişi olarak konuşur. Kostümdeki yapma adamın içi otla doldurulmuştur. Otla doldurulmuş olanın belinden yukarısı gerçek kişinin önüne gelir. Gerçek kişinin belden aşağısı yapma olana, yapma olanın belden aşağısı ise gerçek kişiye aitmiş gibi görünür. Böylece oyuncu kendi hareketleriyle bağlantılı olarak kuklayı oynatabilir. Görünüşleri birbirlerine karından yapışık iki kişi gibidir. Eş giyinmişlerdir ve yüzleri de birbirlerinin aynıdır. Birbirinden farklı iki ayrı sesle konuşur. Çevresine bakınır. Sahnedeki diğer oyuncular da ona bakar.)

Çatal Adam               : (Kendi sesiyle,) Günaydın… Kapıdaki güvenlik görevlileri buraya gelmemizi söyledi ama bir de size soralım; (Diğerinin sesiyle elindeki not defterinden okuyarak;) Tiyatro Caddesi. No:222 Gedikpaşa- Beyazıt... Adres doğru, değil mi?
Helâcı                         : Adres doğru… GTV Stüdyoları burası…
Çatal Adam               : (Kendi sesiyle,) Tiyatro Caddesi, No:222 Gedikpaşa- Beyazıt... Adres de doğru, değil mi?
Helâcı                         : Doğru kardeşim doğru… Yoksa yeteneksiz misiniz? Programına geldin herhalde…
Çatal Adam               : (Kendi sesiyle,) Adresi bulana kadar canım çıktı… Köşedeki bakkala sordum önce. Adam tutturdu da tutturdu tiyatro Caddesi’nde 222 numara yok diye… Varmış işte…
Köçek                         : GTV Stüdyoları diye sorsaydın daha kolay bulurdun… Açık adresi pek kimse bilmiyor ama GTV’yi herkes biliyor. Öyle sorunca herkes gösteriyor. Ben taa Cide’den geldim, şıp diye buldum…
Michael                      : Ben biliyordum zaten burayı… Karşıda oturuyorum ama buraları da iyi bilirim.  
Helâcı                         : İşte televizyon bu kadar mühim bir şey…
Çatal Adam               : (Diğerinin sesiyle,) Ne kadar mühim bir şey?
Helâcı                         : Bir kere insan her şey televizyondan öğrenir. Dünyanın öbür ucunda ne oldu ne bitti, televizyon sayesinde haberdar oluruz… Sanatın her türlüsünü, en ilgincini televizyondan görürüz. Eğer bir maharetin varsa televizyon senin mabedindir.
Çatal Adam               : (Kendi sesiyle,) Eğer yanılmıyorsam, yani bu adres doğruysa, burası tam da bu televizyon binasın olduğu yerde bir başka mabet varmış.
Köçek                         : Ne? Caminin üzerine mi yapmışlar bu televizyon binasını? Vallahi hepimiz çarpılırız.
Helâcı                         : Olur mu yahu? Akıl var mantık var. Hiç cami yıkılır mı?
Köçek                         : Yıkılmaz… Tövbe estağfurullah…
Çatal Adam               : (Kendi sesiyle,) Hayır, hayır… Cami değil. Bir tiyatro binası varmış… Tam yüz yirmi altı yıl önce, bir gecede yıkılmış.
Helâcı                         : Yıkılır… Tiyatro yıkılır. Bir şey olmaz…
Köçek                         : Doğru. Tiyatro bu, yıkılsa ne olur, yıkılmasa ne olur, öyle değil mi?
Michael                      : Numara vermediler mi size kapıda?
 Köçek                       : Evet, arkadaşım numaran kaç senin?
Çatal Adam               : (Kendi sesiyle,) 1870. (Diğerinin sesiyle,) 1871.
Michael                      : Kaşla göz arasında yüz kişi daha gelmiş demek.
Helâcı                         : Ama öyle olmaz. Numaranı göğsüne iğnelemen gerek.
Çatal Adam               : (Kendi sesiyle,) Olur…
(Cebinden bir kalem çıkartıp not defterine 1870 yazar. Sayfayı yırtar. Yeni bir sayfaya 1871 yazar. O sayfayı da yırtar.)
                                   (Kendi sesiyle,) Fazla toplu iğnesi olan var mı acaba?
Helâcı                         : Gel, gel… Bende var.

( Çatal Adam, Helâcı’nın masasına doğru yönelir. Helâcı masasının çekmecesinden bir toplu iğne kutusu çıkartır. Kapağını açar. Çatal Adam uzanıp bir toplu iğne alır ve üzerinde 1870 yazan kâğıdı kendi göğsüne iğneler. Bir toplu iğne daha alıp üzerinde 1871 yazan kâğıdı diğerinin göğsüne iğneler.)

Çatal Adam               : (Kendi sesiyle,) Teşekkür ederim. (Diğerinin sesiyle,) Eyvallah moruk…(Kendi sesiyle,) Siz ona bakmayın… Şakacıdır biraz.
Helâcı                         : Komiklik yapacaksan, yukarıda sıran gelince yaparsın. Ben laubalilikten hiç hoşlanmam.
Çatal Adam               : (Kendi sesiyle,) Af edersiniz.
Helâcı                         : Bir daha olmasın.

(Bu arada Köçek, sırt çantasından küçük bir radyo CD çalar çıkartır. Yere koyar. Aygıta çantasından çıkarttığı bir CD yerleştirir, düğmeye basar. Zilleri parmaklarına takar. Davul ve zurnayla çalınan bir köçek havası başlar. Müziğin sesi ilkin çok açıktır. Köçek, müziği biraz kısar.)

Köçek                         : Kusura bakmayın. Biraz çalışsam şu köşede rahatsız olur musunuz?
Helâcı                         : Çalış çalış… Hem biz de eğleniriz biraz.
(Köçek yüzünde aşırı ciddi bir ifadeyle sahnenin ön sol tarafında göbek atmaya başlar. Michael sinirli bir biçimde Köçek’i izlemektedir. Helâcı ve Çatal Adam Köçek’i keyifle izlemektedirler.)

Michael                      : Ama böyle müzik gümbür gümbür açılıp da çalışılmaz ki. Her yarışmacı böyle yaparsa başa mı çıkar? Başkalarına da saygı göstermek gerek biraz.
Köçek                         : (Yüzünde çok ciddi bir ifadeyle göbek atmayı sürdürerek;) Prova yapıyoruz burada.
Michael                      : Sessiz yapılamıyor mu bu prova?
Köçek                         : Yapılamıyor. Biraz sık dişini kardeşim. Şöyle on dakika bir ısınayım. Sonra ben kapatırım köçek havasını, senin müziği takarız. Sen de oynarsın.       
Michael                      : İstemez…

( Cebinden küçük bir MP3 çalar çıkartır. Kulaklıkları kulaklarına takar. Aygıtı ceket cebine yerleştirir. Birkaç saniye seyirciye dönük bir biçimde kımıltısız bekler. MP3 çalarda Michael Jackson’ın “Smooth Criminal” şarkısı çalmaya başlar. Michael da büyük bir ciddiyetle Michael Jackson taklidiyle dans etmeye başlar.)

Helâcı                         : Oh, oh… Bugün erken şenlendi buralar… ( Çatal Adam’a;) Sen de boş oturma. Çalış biraz…
Çatal Adam               : (Diğerinin sesiyle,) Ben de oynayacağım böyle köçek gibi… Oh oh…(Kendi sesiyle,) Saçmalama, biraz efendi ol. Biz buraya ciddi ciddi hikâye anlatmaya geldik. (Kendi sesiyle, Helâcı’ya;) Şey fakat biz diğer yarışmacılar gibi şanslı değiliz.
Helâcı                         : Neden?
Çatal Adam               : Biz kendi başımıza çalışamıyoruz… İlla birileri lazım…
Helâcı                         : Sen ne yapıyorsun kardeşim? Ne senin yeteneğin?
Çatal Adam               : (Kendi sesiyle,) Hikâye anlatıyoruz biz…(Diğerinin sesiyle,) Ama ne hikâye…

(Solda, sahne arkasındaki büyük merdivenin başında Chanel Şakir ve Pamuk Orhan görünür. İkisi de telaş içinde ve nefes nefesedir. Ellerinde oldukça büyük bavullar vardır. Chanel Şakir, büyük bavulunun yanında bir de orta boy karton koli taşımaktadır. Arkalarından kimsenin gelip gelmediğini kontrol edip koşar adım merdivenleri inerler. Helâcı’nın yanına gelirler.)

Chanel Şakir             : (Telaşla;) Geliyorlar ağbi geliyorlar… Kimi görürlerse enseleye enseleye geliyorlar.
Helâcı                         : Uzatma. Sen bayanlara koy bavulunu… Pamuk, sen de erkeklere…
Pamuk Orhan           : Tamam ağbi…
Chanel Şakir             : Eyvallah…

(Chanel Şakir, elindeki bavulla ve karton koliyle kadınlar tuvaletine, Pamuk Orhan erkekler tuvaletine girer. Helâcı çekmecesinden kâğıt ve kalem çıkartır. Kâğıt parçalarının üzerine 1872 ve 1873 yazar. Chanel Şakir ve Pamuk Orhan tuvaletlerden çıkarlar. Chanel Şakir, tuvaletten çıktıktan sonra bir kere daha kapıyı açıp içeri bakar, kapıyı dikkatli bir biçimde kapatır. Helâcı üzerlerinde rakamlar yazılı olan kâğıtları birer toplu iğneyle birlikte onlara uzatır.)

Helâcı                         : İğneleyin bunları göğsünüze…
Chanel Şakir             : Vallahi ağbi sen de az değilsin…
Pamuk Orhan           : 73’le biteni bana ver lan.
Chanel Şakir             : Niye?
Pamuk Orhan           : 73 doğumluyum ben. Daha mantıklı olur.
Chanel Şakir             : Al ulan al… Senin mantığına da sana da…
( İkisi de kâğıtları göğüslerine iğnelerler.)
Helâcı                         : Helâ parası alayım arkadaşlar… Yirmişer kâğıt…
Chanel Şakir             : Ağbi çok değil mi ya 20 kâğıt?
Helâcı                         : Burada böyle… Beğenmiyorsanız başka yere gidin…

( İkisi de ceplerinden yirmişer lira çıkartıp Helâcı’ya uzatırlar. Göğüslerine iğneledikleri kâğıtları elleriyle arada bir düzeltip indikleri merdivenin önüne doğru giderler. Bir yandan merdivenden kimsenin inip inmediğini kontrol ederler, bir yandan da Köçek’in müziğine ayak uydurup karşılıklı komik bir biçimde göbek atmaya başlarlar.)

Helâcı                         : Bereket versin.
Köçek                         : ( Göbek atmaya devam ederek, Michael’a;) Bak bunlarınki daha da büyükmüş…
Michael                      : ( Kulaklıkları çıkartmadan; dansa devam ederek; ) Ne diyorsun?
Köçek                         : Bir tuvalet yirmi lira oldu diyorum…
Michael                      :  ( Kulaklıkları çıkartmadan; dansa devam ederek; ) El kol hareketi yapma bana.
Çatal Adam               : (Diğerinin sesiyle, Köçek’e;) Birader sen de valla iyi çalkalıyorsun.
Köçek                         : (Göbek atmaya ara vermeden, öfkeli bir biçimde;) Ağzından çıkanı kulağın duysun. Sanatımla kimseyi dalga geçtirmem!
Çatal Adam               : (Kendi sesiyle,) Yanlış anlamayın beyefendi… Şaka yapıp samimiyet kurmaya çalışıyor.
( Birden bire göbek atmayı keser. CD çaları düğmesine basıp kapatır.)
Çatal Adam               : (Kendi sesiyle,) Devam etseydiniz. Ne güzel seyrediyorduk…
Chanel Şakir             : Evet ağbi ya, kapatmasaydın müziği…
Pamuk Orhan           : Olsun biz devam edelim…
( Chanel Şakir ve Pamuk Orhan bulundukları yerde müziksiz göbek atmaya devam ederler. Ağızlarıyla az önceki müziği taklit ederler. )
Köçek                         :  Konsantrasyon bırakmadın ki adamda…
Çatal Adam               : (Diğerinin sesiyle,) Kıvır, kıvır! Yandan!
Köçek                         : (Çatal Adam’ın üzerine yürür;) Nasıl konuşuyorsun ulan sen benimle!
Helâcı                         : Kes! Efendi olun ikinizde! Adam gibi oturacaksanız oturun. Yoksa çıkın dışarıda bekleyin!
Köçek                         : Şu manyağın dediklerini duymuyor musun?
Çatal Adam               : (Kendi sesiyle,) Lütfen kusuruna bakmayın… (Diğeri’nin ağzını eliyle kapatır.) Şaka yapıyor aklınca. Ben onun adına sizden özür dilerim.
Köçek                         : Yahu git be kardeşim, sabah sabah belanı benden bulma. Dengesiz misin, ruh hastası mısın nesin?
Helâcı                         : Uzatma sen de. Baksana kibar kibar özür diliyor.
Köçek                         : Tövbe, tövbe…

( Köçek sahnenin orta önündeki banka oturur. Hala sinirlidir. Parmaklarından zilleri çıkarır. Dikkatli bir biçimde çantasına yerleştirir. Bu arada Michael dansına ara vermeden sahnede dolaşmaya başlar. Kendisini iyice kaptırmıştır yaptığı işe. İlginç figürler yaparak, ( mesela moon walking…)  Kadınlar tuvaletine doğru yönelir.)

Çatal Adam               : (Diğerinin sesiyle,) Bu da güzel kıvırıyor.
( Michael kulağında hala kulaklıklar takılı olduğunda Çatal Adam’ı duymaz. Kadınlar tuvaletin kapısını açar içeri girer.  )
Helâcı                         : (Michael’ı işaret ederek;) Bakın demişti dersiniz, bu arkadaş kesin finale kalır.
Köçek                         : Nereden anladın?
Helâcı                         : Önce onun bunun lafıyla konsantrasyonunu kaybetmiyor. Bir de tıpkısının aynısı… George Michael…

( Chanel Şakir ve Pamuk Orhan bulundukları yerden göbek atmaya devam ederek sahnenin ortasına gelirler. Chanel Şakir, sahnenin orta önündeki bankta oturan Köçek’in sağına, Pamuk Orhan soluna oturur.)

Chanel Şakir             : Sen bozma moralini birader. Vallahi billahi benim favorim sensin.
Pamuk Orhan           : Benim de ağbi, benim de… Ben sanat diye seninkine derim…
Chanel Şakir             : Tabii ya… Bir kere bizim öz sanatımız bu… Bize ait…
Pamuk Orhan           : Öbürlerininki taklit… Çakma… Tıpkı Şakir’in Chanel’leri gibi…
Chanel Şakir             : Halt etmişsin sen… Ben bütün ürünleri gümrükten getiririm bir kere… Chanel, Gucci, İfsan Loren, Dolce Gabbana, Burberry… Hepsini euroyla alıyorum. Orijinal onların hepsi, orijinal…
( Kadınlar tuvaletinden belli belirsiz viyaklamaya benzer bir ses duyulur.)
Helâcı                         : Bir ses mi geliyor oradan…
Chanel Şakir             : Yok ağbi ses falan yok.
Helâcı                         : (Sahne önüne doğru yaklaşır.) Bir dakika, bir dakika… Bakın burada bekleyenlere o çakma uyduruk kolonyaları, çamur gibi kitapları satmaya kalkarsanız bozuşuruz.
Chanel Şakir             : Yok be ağbiciğim… Ağbinin morali bozuktu. Biraz sohbet edelim, kafasını dağıtalım dedik, anladın mı?
Helâcı                         : Ben söyleyeceğimi söyleyeyim de, sonra demedi demeyin…

( Bu arada Çatal Adam sahnenin sol arka tarafındaki  uzun süredir pek kullanılmadığı belli olan ve alt kata inen, ışıksız  merdivenin başına gelip durur. Kendi kendine sözsüz bir oyun oynamaya başlamıştır. Aşağıda, alt katta olanları Diğerine sözsüz bir oyunla anlatıyordur. Diğeri de şaşkın bir biçimde onu dinliyordur.)

Helâcı                         : Tamam o zaman. Ben de dinleyeyim ne anlatıyorsunuz.
Köçek                         : Yok vallahi, günahlarını almayayım. Bir şey satmaya kalkmadılar.
Chanel Şakir             : Chanel, Gucci, İfsan Loren, Dolce Gabana, Burberry… Bir nevi küçük ithalatçıyım ben…
Pamuk Orhan           : Bırak yahu beni mi kandıracaksın? Eminönü’nden şişesini üç liraya alıyorsun. Sanki bilmiyoruz.
Chanel Şakir             : Haydi oradan ulan korsan sahaf seni… Herkesi kendin gibi mi sanıyorsun? (Köçek’e;) Bu var ya birader, bu var ya; korsan kitapçı bu… Polis yakaladı mı öttürüyor bunları…
Pamuk Orhan           : Sana madalya veriyor sanki…
Chanel Şakir             : Bana polis bir şey demez oğlum. Bir tek şu dallama zabıtalarla benim derdim.
Pamuk Orhan           : Onlar da harbiden dallama ama…
Chanel Şakir             : Konuyu değiştirmeye çalışma… Ne diyorduk…(Köçek’e;) Bu var ya bu… Orhan Pamuk Nobel alınca köşeyi döndü biliyor musun? Araba aldı kendine… Sadece korsan Orhan Pamuk kitabı satarak üç ayda Renault Megane aldı kendine… Adı da Orhan… Yani adaşının sırtından buldu parayı… Bir de tombalak ya bu biraz, ondan Pamuk Orhan diyoruz biz buna…
Pamuk Orhan           : Oğlum ben bir kitap okudum bütün hayatım değişti…
Chanel Şakir             : Haydi len, çakma entel seni…
Pamuk Orhan           : Tabii oğlum, alayını okuyorum ben sattığım kitapların… Hem bir kere korsan kitap satmakla çakma parfüm satmak aynı şey değil.
Köçek                         : Nasıl değil? İkisi de yasadışı…
Helâcı                         : Tabii kardeşim. Ne bakıyorsun bunlara sen?
Pamuk Orhan           : Size şöyle anlatayım ağbiciğim. Şimdi bu Chanel Şakir’in yaptığını yargılamıyorum ben aslında. Tamam, Eminönü’nde esansları, mesansları karıştırıp tutturuyor ağbiler ünlü markaların kokusunu… Durumu olmayan da ucuz yollu diye alıyor bu kokuları sıkınıyor. Ama orijinalini bir kere fıslıyorsun üç gün çıkmıyor kokusu. Bununkiler yarım saat sonra uçuyor gidiyor. Bir de benim yaptığım işe gelelim. Şimdi mesela Orhan Pamuk’un yeni bir kitabı çıkıyor… Anında orijinalin matbaa kopyaları uçuyor bizim ağbilerin matbaalara. Aynı kapak, aynı roman, aynı mürekkep, aynı kâğıt… Hepsinden önemlisi satırı satırına, kelimesi kelimesine, sayfa sayfa aynı roman… Tıpkısının aynısı… Misal, Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi kitapçıda tam 28 lira… Ben aynı kitabı, bak aynı kitabı diyorum, 5 liraya satıyorum…
Chanel Şakir             : Nasıl aynısı oğlum? Bandrolü var mı?
Pamuk Orhan           : Var tabii…
Chanel Şakir             : O da çakma bandrol…
Helâcı                         : Çakmaysa olmaz…
Pamuk Orhan           : Tamam, diyelim ki bandrol çakma… Peki, o kitabı, aynı kitabı, benim 5 liralık olanı okuyanla, 28 liralık kitabı okuyan, aynı kitabı okumuş olmuyor mu?
Chanel Şakir             : Romanı okuyorsun ama Masumiyet Müzesi’ne girebiliyor musun bakalım?
Pamuk Orhan           : Masumiyetin müzesi mi olur lavuk? Hem olsa bile, içine biri girdi mi masumiyet mi kalır?
Helâcı                         : Aslında, kitap aynı kitap...
Pamuk Orhan           : O zaman problem ne?
Köçek                         : Demek ki sen bu kitapları satınca, o kitabın yazarının rızkını çalıyorsun. Gariban yazarın rızkını, ekmeğini çalıyorsun.
Pamuk Orhan           : Yahu ağbicim, hiç gariban yazarın kitabı korsana düşer mi? Kitapları yüz bin satmayan yazarın kitabının korsanı basılır mı?
Helâcı                         : Sana ne oğlum. Yine de adamın hakkı o para…
Pamuk Orhan           : İyi de ağbi, zaten Türkiye’de kaç kişi 28 lira verip kitap alabilir ki… Onlar da gidip alıyor zaten pahalısını… Biz işçiye, memura, öğrenciye hizmet ediyoruz…
Köçek                         : Aslında düşününce pek de mantıksız değil söylediklerin…
Chanel Şakir             : Olur mu ağbicim… Aynı şey… Benim parfümlerime gelince çakma oluyor. Onun korsan kitapları amme hizmeti… Olur mu böyle şey? Olur mu böyle adaletsizlik?
Pamuk Orhan           : Sen bilmiyorsun… Bunun dünyada partisini bile kurdular… Korsan Parti. Avrupa kasıp kavruluyor. Bütün ülkelerde milletvekilleri bile var. Bir gün gelecek Türkiye’de de herkes korsana saygı duyacak.
Köçek                         : İnşallah…

 ( Çatal Adam bulunduğu yerden yine sözsüz oyununa devam ederek erkekler tuvaletine doğru yönelir. Çatal Adam erkekler tuvaletine girerken Michael kadınlar tuvaletinden çıkar. Elinde Chanel Şakir’in az önce kadınlar tuvaletine bıraktığı karton koli vardır. Michael kolinin kapaklarını açmıştır. Helâcı’nın masasına bir lira bırakır. Kulaklıkları kulaklarından çıkartmıştır. Sağdaki merdivene doğru yürür yukarıya bakar.)

Chanel Şakir             : O zaman adı korsan olunca iyi bir şey oluyorsa, benim parfümlerim de korsan parfüm…
Pamuk Orhan           : Yok, seninkiler çakma…
Chanel Şakir             : Haydi ulan oradan!
Michael                      : Neredeyse öğlen olacak. Bizden başka gelen giden yok…
Helâcı                         : Doğru aslında… Bu saate kadar yirmi otuz kişi gelirdi… Daha sermayeyi kurtaramadık.
Michael                      : Bana söylüyorsanız, ücreti masaya bıraktım…
Helâcı                         : Kaçacak değilsin ya…
Chanel Şakir             : Pamuk…
Pamuk Orhan           : Söyle…
Chanel Şakir             : Koçum şöyle bir çık da kolaçan et etrafı… Bak bakalım gitti mi şu zabıtalar…
Pamuk Orhan           : Ama sırayla… Sonra sen bakarsın…
Chanel Şakir             : Tamam ulan uzatma…
( Pamuk Orhan kalkar, sağdaki merdivenden çıkıp sahneyi terk eder.)
Chanel Şakir             : (Köçek’e;) Kıldır mıldır ama iyi çocuktur. (Chanel Şakir, Michael’ın elindeki koliyi fark eder.) Bir dakika, bir dakika… Sen o koliyi içeriden mi aldın?
Michael                      : İçeriden aldım tabii… Orada mı bıraksaydım yavrucuğu?
Helâcı                         : Şakir, ne var ulan o kolide? Yavrucak falan?
Chanel Şakir             : (Yerinden kalkar, Michael’a doğru yönelir;) İyi de ağbi, yirmi kâğıt para verdik. Olmuyor böyle… Helâya her giren böyle yaparsa battık biz. Benim özel eşyam o.
Michael                      : Eşya mı? Bu bir köpek, eşya değil.
Chanel Şakir             : İyi de benim köpeğim…
Michael                      : Hayvanlar ve bitkiler mülkiyet nesnesi değildir.
Chanel Şakir             : Versene kardeşim şunu bana!
Michael                      : Tamam be… Hava alsın diye çıkarttım biraz. Kapatmışsın kapağını kolinin, bırakmışsın daracık yere…
Helâcı                         : Ne var ulan o kolide, Şanel Şakir?
Chanel Şakir             : Ağbiciğim iki yüz euroluk Bull Terrier kırması… Almış elinde gezdiriyor. Alıp gitse ne yapacağız? Lütfen ağbi yirmi kâğıt para verdik sana… Malımız mülkümüz sana emanet…
Helâcı                         : Köpek mi getirdin sen benim mekânıma?
Michael                      : Evet. Hem de bu küçücük kutuya tıkmış hayvanı…
Chanel Şakir             : Oğlum, bu binaya hayvan sokmak yasak. Sen ne biçim adamsın,  nasıl işler çeviriyorsun?
Michael                      : Bull Terrier falan da değil bu… Şeker gibi bir sokak köpeği…
Chanel Şakir             : Çok biliyorsun sen… Resmen Bull Terrier o…
Helâcı                         : Köpek mi satıyorsun sen? Al köpeğini git ulan buradan. Ben gelemem böyle sakat işlere.
Chanel Şakir             : Yok ağbi ne satması… Çok temiz bir aile… Dediler ki çok yavruladı bizimki, bulabilirsen düzgün birilerini ver de hayvan güzel güzel yaşasın.
Helâcı                         : İki yüz Euro falan diyordun… O ne parası öyle?
Chanel Şakir             : Ağbi bir haftadır bende hayvan. Aşılarını yaptırdım, hepsi ithal… O masrafların karşılığı yani iki yüz Euro… Maliyetine veriyorum yani…
Helâcı                         : Ben buraya köpek falan sokmam…
Chanel Şakir             : Ağbi iki dakika dur. Pamuk Orhan gelsin. Belki rahatlamıştır sokak… Gideriz hemen.
Helâcı                         : On kâğıt daha alırım o zaman.
Michael                      : (Cebinden on lira çıkarıp gelir, Helâcı’ya verir. Helâcı parayı cebine koyar.) Al sana on lira…
Köçek                         : (Yerinden kalkar. Yaklaşıp kolinin içine bakar.) Ne tatlı enikmiş bu böyle… Ama karnı aç herhalde… Bak aranıp duruyor.
Chanel Şakir             : (Michael’a,) Beğendiysen sana iki yüz liraya veririm.
Michael                      : Şimdi üstümde yok. Bırak da biraz seveyim. Hem hava alır hayvan…
Chanel Şakir             : Eyvallah…
Helâcı                         : Vallahi havlarsa falan, hiç tutamam burada. Darılmaca gücenmece yok.  Anında postalarım hepinizi.
Köçek                         : Havlamaz el kadar enik. Ama karnını doyurmak gerek. Yoksa başlar viyaklamaya, bebeler gibi…
Michael                      : Doğru. Bir süt aldıralım. Ben beslerim.
Chanel Şakir             : Tamam… Ama almayı düşünürsen, bir şekilde anlaşırız. Şunun şurasında bir hukukumuz var.
( Pamuk Orhan sağdaki merdivenden inip sahneye girer.)
Chanel Şakir             : Ne oldu Orhan? Gitmişler mi?
Pamuk Orhan           : Yok ağbi… Dolanıyorlar bir aşağı bir yukarı…
Chanel Şakir             : Haydi be… Daha buradayız demek ki…
Pamuk Orhan           : Öyle… Tıkıldık kaldık burada…
Helâcı                         : Üçüncü katta kantin var. Telefon etsek getirirler ama olmaz… Köpeği burada görürlerse yanarım ben Afyon çırası gibi… (Bir an düşünür; ) Tamam. Ben çıkıp alırım… Ama verin bir on kâğıt.
Michael cebinden on lira çıkarıp Helâcı’ya verir. Helâcı parayı cebine koyar.)
Helâcı                         : Hemen geliyorum.
( Helâcı Sağdaki merdivenden çıkıp sahneyi terk eder.)
Chanel Şakir             : Gel otur… (Pamuk Orhan sahne önündeki banka oturur. )
Pamuk Orhan           : Bekleyeceğiz… Başka çare yok.

( Çatal Adam erkekler tuvaletinden çıkar. Duvardaki tuvalet ücretinin yazılı olduğu kâğıda bakar. Helâcı’nın masasına iki lira bırakır. Sahnenin ön ortasına doğru yürür. Köçek, Çatal Adam’a ters ters bakar. Çatal Adam, Diğerinin ağzını eliyle kapatarak Köçek’e gülümser. Sonra Diğerinin kulağına bir şeyler fısıldar. O da çatal Adam’ın kulağına bir şeyler söyler. Bu sözsüz oyunun ardından Çatal Adam elini Diğerinin ağzından çeker.  )

Çatal Adam               : (Sol tarafta, aşağıya inen merdiveni işaret ederek; Diğerinin sesiyle,)
                                     Aşağıda ne var biliyor musunuz?
Chanel Şakir             : Bilmem…
Pamuk Orhan           : Depo gibi bir şeydir herhalde orası…
Köçek                         : Bana bakma. Ben nereden bileyim?
Michael                      : Unutulmuş, yıllardır uğranmamış bir yer gibi… Merdivenler bile eski… Sanki bu koca bina eski bir şeyin yıkıntıları üzerine inşa edilmiş. Ama o merdiven ve aşağıda her ne varsa unutulmuş gibi…
Çatal Adam               : (Kendi sesiyle,) Aşağıda sanki bir… Şey var…
Michael                      : Senin yeteneğin var?
Çatal Adam               : ( Diğerinin sesiyle,) Yetenek mi? Benim yeteneğim falan yok.
Köçek                         : Niye geldin o zaman buraya?
Çatal Adam               : (Kendi sesiyle,) Şey, aslında…
Chanel Şakir             : Sen kimin taklidini yapacaksın?
Pamuk Orhan           : Tabii ya… Sen de göster marifetini de seyredelim. Vakit geçsin…
Çatal Adam               : (Kendi sesiyle,) Benim buraya gelme sebebim aslında…Diğerinin sesiyle,) Yalan! Düzmece! (Kendi sesiyle,) Yarım kalan bir hikâyeyi tamamlamak.
Chanel Şakir             : Yarım kalan bir hikâyeyi tamamlamak ne demek? Yani hikâyenin yarısını biliyorsun, geri kalanını kendin mi uyduracaksın? Bak Pamuk Orhan, tam senlik…
Pamuk Orhan           : Hikâye mi? Ben severim hikâyeleri…
Michael                      : Kim sevmez ki?
Köçek                         : Sonu nasıl bitiyor peki bu hikâyenin?
Çatal Adam               : (Kendi sesiyle,) Bilmem… Ben de onun için buradayım zaten.
Michael                      : Ama bize hikâyenin başını anlatabilirsin öyle değil mi?
Chanel Şakir             : Aman, ben dinleyemem hikâye mikaye şimdi… Komik değilse kafamızı şişirme. Adı üzerinde zaten; “Hikâye”… Uyduruk bir şey yani…
Pamuk Orhan           : Söyleyene bak… Oğlum senin hayatın çakma zaten. Çakma Şanel…
Chanel Şakir             : Haklısın. Tabii bu âlemde herkes orijinal bir ben çakmayım…
Michael                      : Senin şu hikâyen… Gerçek bir hikâye mi, yoksa nasıl söyleyeyim… Düzmece mi?
Çatal Adam               : (Kendi sesiyle,) Fark eder mi? Diğerinin sesiyle,) İsim isme, kisib kisbe, semt semte benzer, geçmiş zaman söylenir, yalan gerçek vakit geçer.
Köçek                         : İyi o zaman… Biz de vakit geçiriyoruz zaten…
Pamuk Orhan           : Nasıl olsa bekleyeceğiz…
Michael                      : Evet. Anlat…
Helâcı                         : ( Helâcı telaşlı bir biçimde merdivenlerin başında belirir. Elinde bir kutu süt vardır. Bir içeri, bir dışarı bakar. Ardından dışarıya doğru yüksek sesle;)  Üçüncü katta kantin var. Burada da helâ var…
(Dışarıdan gürültüler gelmektedir. Merdivenin başındaki kapı gürültüyle kapatılır. Kilitlenir.  Helâcı içeride kalır. Bir süre kapının önünde bekler. Sonra umutsuz bir biçimde geri döner ve merdivenlerden ağır adımlarla inerken; )

Burada, helâda, bütün farklar silinir, afra tafra yok olur. Arlısı arsızı, ünlüsü ünsüzü, hırlısı hırsızı, kirlisi kirsizi, sağcısı solcusu, sırlısı sırsızı, gerçeği sahtesi, burada herkes bir olur… (Michael’a;) Al bakalım. Köpeğin sütünü getirdim.
( Sahne bütünsel olarak kararır.)















2.TABLO



( Helâcı merdivenlerden sahneye iner. Sandalyesine oturur, televizyon kumandasını eline alıp tuvalet kapılarının üzerindeki büyük televizyon ekranına yöneltir, düğmeye basar. Televizyonda programın canlı olduğunu gösteren işaret sağ üst köşededir.)
( Sahne karanlıktır. Bu bölüm televizyon ekranından izlenir; )
( Ekranın altında Son Dakika yazmaktadır. Bir haber spikeri ekranda görülür; )
( Ekranın sağ tarafında zaman zaman spikerin sözünü ettiği kimi görüntüler yayınlanır.)

Spiker                        : (Heyecanlı ve hamasi bir tavırla;) Sayın seyirciler, GTV bütün baskılara rağmen yayınını sürdürüyor. Sabahın erken saatlerinden beri polis tarafından kuşatılan Tiyatro Caddesi, No:222 Gedikpaşa- Beyazıt’ta bulunan GTV merkez binasına giriş çıkışlar yasaklandı.
Edinilen bilgilere göre Ergenekon soruşturmasında yeni bir dalga daha başladı. Sabah erken saatlerde harekete geçen polis ekipleri GTV binasına baskın düzenledi. Televizyon binamızda aramalarını sürdüren ekipler, Ergenekon ile bağlantılı bilgi ve belge aradıklarını ifade ediyorlar. Ergenekon soruşturmasının 24. dalgası kapsamında arama yapılmaya başlanan GTV Televizyonu’nda bizler yayını kesintisiz sürdürmek için elimizden ne gelirse yapıyoruz. Şu anda binamızdaki bütün çalışma odaları, arşiv bölümleri ve stüdyolar polis tarafından mühürlendi. Az önce söylediğimiz gibi GTV binasına giriş çıkışlar belirsiz bir süre için yasaklandı. Biz şu anda haber stüdyosundayız ve sizlere gücümüz yettiğince gerçekleri, yalnızca gerçekleri aktarmaya devam edeceğiz...
Mühürlenen her oda teker teker aranıyor ve polis eski bazı programlara ilişkin yayın kasetlerine ve CD'lerine el koyuyor. Bununla birlikte bütün telefonlar ve kişisel bilgisayarlar da toplanıyor. İncelemelerini sürdüren ekipler, Ergenekon ile bağlantılı bilgi ve belge aradıklarını ifade ediyorlar.
Ergenekon soruşturması çerçevesinde arama yapılan GTV televizyonunda tarihi anlar yaşanıyor. Az önce binamıza dev Türk Bayrağı asan çalışanlarımız, toplu şekilde İstiklal Marşı söylediler. İstiklal Marşı'nın okunmasından sonra da alkışlarla protesto eyleminde bulundular. GTV binasındaki aramaların uzun sürmesi bekleniyor.

( Helâcı, elindeki uzaktan kumandayla tuvaletlerin üzerindeki büyük televizyonda kanal değiştirir.)
( Müzikli danslı yarışma programı açılışı… Dansçı kızlar korosu şarkı söyleyerek sahneye çıkarlar; )
Koro                          :
  Siz misiniz?
  Siz misiniz?
  Yoksa yeteneksiz misiniz?
  Siz misiniz?
  Siz misiniz?
  Yoksa yeteneksiz misiniz?
Dış Ses                       : Türk televizyonlarının en güvenilir bayan yıldızı Emine Seven ve Türk televizyonlarının en samimi, en sizden sunucusu Mert İçten;  Türkiye’nin yeteneğini seçiyor… Emine Seven’in bir hafta kullanıp yirmi üç kilo vermesini sağlayan, tam doğal, hepten organik, şifa kaynağı “Armut Bakır”ın sunduğu, “Yoksa yeteneksiz misiniz?” reklamlardan sonra devam ediyor…

( Yarışmanın jüri üyeleri Emine Seven ve Mert İçten sahnenin karşısında bir masanın başında oturmaktadırlar. Çevrelerindeki seyirciler Dış Ses’in anonsunu çılgınca alkışlarlar. Beş kişilik Yetenekli grubu yöresel kostümleriyle sahneye girerler ve gösterilerine başlarlar. )

 (Televizyonda oyun başlar;)
Çırak                         : Bir taş attım havaya,
                                     Düştüm mahpushanaya…
Usta                            :  Sağa sola taş atarsan, tabi düşersin mahpushanaya…
Çırak                         : Bir taş attım havaya,
                                     Düştüm mahpushanaya…
Usta                            :  Polislere mi taş attın sen lan yoksa?
Çırak                         : Yok be usta… Türkü bu türkü…
Usta                            :  Baksana, bu vatandaşların ayağı hep yalın kalmış.
Çırak                          : Ne yapacağız ya?
Usta                            :  Çizme dikeceğiz.
Çırak                          : Çizme dikelim.
Usta                            :  Bunlar eski mi?
( Köylünün biri ayakkabısının birini ustaya verir.)
1.Köylü                      : Al kardeşim.
2.Köylü                      :  Ben bir körüklü çizme yaptıracağım.
Usta                            :  Yaz oğlum ufaklığa bir körüklü çizme.
1.Köylü                      : Başka ne iş yaparsınız?
Çırak                          : Lastik ayakkabıdan tut körüklü çizmeye kadar yaparız.
1. KÖYLÜ                :Yapın bakalım da görelim.
Usta                            :  Gel oğlum tezgâhı kuralım.

 ( Usta çırağını el ve dizleri üstüne yatık vaziyete getirerek ayağının birini kaldırıp kendi boynundan dolandırdığı iple bağlar. Çırağın sırtına oturur. Çekiç yerine de eline aldığı tahta parçasını kullanır.)

Usta                            :  Şap, şap, tak, tak.
Çırak                          : Uf, yeter be.
( Usta çırağının ayağına vurmasıyla bağırmaya başlar. Usta bazen de çırağın kalçasına vurur.)
1.Köylü                      : Usta, usta, sana bir haber getirdim.
Usta                            :  Neymiş, deyiver babam.
Köylü                                     : Eben ölmüş, yahu.
Usta                            :  Allah rahmet eylesin, nöörelim.
Köylü                                     : Anan da ölmüş.
Usta                            :  Nöörelim.
Usta’nın Oğlu            : Amcam ölmüş.
Usta                            :  Nöörelim.
Usta’nın Oğlu            : Hüü, hüü, hüü… (Ağlar).
Usta                            :  Ne oldu oğlum, neye ağlan?
Ustan’ın Oğlu            : Anam ölmüş.
Usta                            :  Nee? Anan mı ölmüş?
(Yerinden fırlayıp evine koşmak ister. Ancak altındakinin ayağı boynuna dolanmış olduğundan usta koşarken altındaki de sürüklenir. Bütün seyirciler bu tabloya güler.)

Emine Seven              :  Aferin çocuklar… Ben çok eğlendim sizi izlerken.
Mert İçten                  : Gelgelelim, ‘maalesef ruhu yok’... Oyundaki şarkı fazla politik göndermelerle yüklü… Tiplemeler ve tiplerin konuşma, atışma biçimleri yeterince kıvrak ve hünerli değil. En kötüsü, sahnede söylenen hiçbir şey anlaşılmıyor. Sanki ‘sözler’, onları söyleyenler tarafından, anlam verilemeden ezbere yineleniyormuş gibi... Bir akustik sorunu değil bu. ‘Göstermeci’ biçemde sunulmak için yazılmış bir metnin, ‘yanılsamacı’ biçemde sunulmasından kaynaklanan bir ‘kan uyuşmazlığı’ var sanki... Bu durumda ne seyirlik geleneğimizin ‘eğlendirici’ ne de epik tiyatronun ‘sorgulayıcı’ özelliği belirginleşebiliyor. Sahnelemenin temel hareket noktası olması gereken ‘oyunsuluk’ yok olmuş; oyuncular oyunlarından keyif almayınca, seyircinin tepkisi de soğuyor. Kısaca söylemek gerekirse, vurguları doğru noktalarda olmayan, gerekli ‘uyum’ yakalanamadığı için de ezgisi aksayan bir çalışma... Bu nedenle beklenenin çok uzağında kalıyor... Ben hayır diyorum.

( Helâcı Mert İçten konuşurken televizyonun sesini yavaş yavaş kısar. Televizyondaki görüntüler bir süre sessiz devam eder. Helâcı en sonunda televizyonu kapatır. Sahne aydınlanır.)
( 1. Tablo ile 2. Tablo arasında hemen hemen hiç zaman geçmemiş gibidir. Sahnedeki oyuncular ilk tablonun bitiminde bulundukları yerlerde, bulundukları hal ve tavırdadırlar. Çatal Adam, sahnenin sol tarafında aşağıya inen merdivenlere sırtı seyircilere dönük bir biçimde oturmuş hareketsiz durmaktadır. İçinde yavru köpeğin bulunduğu koli sağ taraftaki merdivenlerin sonundaki kilitli kapının önüne bırakılmıştır. Kolinin yanında boş süt kutusu göze çarpar. )

Köçek                         : Ağbi kapatmasana şu televizyonu… Ne güzel seyrediyorduk.
Helâcı                         : Yahu zaten sinirim bozuk. Tıkılıp kaldık burada. Polis kapıyı mühürledi görmüyor musun?
Köçek                         : Bizimle ne ilgisi var ağbi? Biz burada yarışmacıyız… Sakat işlerle uğraşanlar düşünsün.  (Chanel Şakir’i ve Pamuk Orhan’ı ima ederek;)
Chanel Şakir             : Sen bize mi laf sokuyorsun? Benim kimseden korkum yok, anladın mı? Polis gelir, alır nüfus kâğıdımı, bakar GBT’me, “Haydi kardeşim, hayırlı işler.” Der, çeker gider. Ben de işime gücüme bakarım. Biz vatanını, milletini bayrağını seven adamlarız.
Pamuk Orhan           : GBT ne demek ağbi?
Chanel Şakir             : Şey demek…
Helâcı                         : Götü Bokluların Tam listesi…
Chanel Şakir             : Bak işte, adam Helâcı… Görüyor musun, nasıl anlıyor boktan işlerden…
Pamuk Orhan           : Ne kadar sürer ki bu hikâye?
Chanel Şakir             : Bilmem. Bekleyeceğiz.
Köçek                         : İster misin şimdi bizim programı da yayından kaldırsınlar… Bu kadar insan perişan olur vallahi billahi…
Helâcı                         : Oğlum koskoca televizyon kanalı gidiyor elden, sen hala yarışmanın derdindesin…
Köçek                         : Ne yapalım ağbi umut dünyası…
Chanel Şakir             : Tabii ya, 500 bin lira var işin ucunda… Dile kolay… ( Köçek’e;) Birinci olursan ne yapacaksın o parayla?
Köçek                         : On iki yıldır oyuncak fabrikasında çalışıyordum ben. Dokuz ay oluyor patron işten çıkaralı… Evde üç çocuk, bir de hanım… Geceleri uyku girmiyor gözüne…
Pamuk Orhan           : Kaç yaşında çocuklar?
Köçek                         : En büyüğü sekiz. Ortanca beş buçuk… En küçüğü de üç… Arada bir düğünlere nişanlara gidiyoruz ama yettiremiyor insan… Altı aydır evin kirasını ödeyemiyorum. Gerisini sen düşün…
Michael                      : Tayyip’in sözünü dinlemişsin.
Köçek                         : Dinlerim tabii…
Michael                      : Sıra sana gelip televizyona çıkınca seslen o zaman başbakanına. Bir sor bakalım. Dokuz aydır işsizim, de… Bu üç çocuğa nasıl bakayım diye sor bir bakalım.
Köçek                         : (Tevekkülle;) Allah doğanın rızkını verir.
Michael                      : Kendim söylüyorsun. Dokuz aydır vermiyormuş işte…
Köçek                         : (Tehditkâr;) Bölücü müsün yoksa sen?
Michael                      : Ne alakası var şimdi?
Chanel Şakir             : Yahu durup otururken yemeyin birbirinizi? Sohbet ediyoruz şunun şurasında güzel güzel…
Köçek                         : ( Michael’ı işaret ederek;) Var var… Bunda bir şeyler var…
Chanel Şakir             : (Konuyu değiştirmeye çalışarak;  Michael’a;) Sen ne yapacaksın beş yüz bini kazanırsan?
Michael                      :Beş yüz bin lirayla ne yapılmaz ki? Ben de işsizim. Aslında tarih öğretmeniyim. Üniversiteden mezun olalı altı sene oluyor hala atama bekliyorum…
Chanel Şakir             : Hayırlısı olsun…
Pamuk Orhan           : Hayırlısı olsun…
Helâcı                         : Belki hepimizi alır götürürler Ergenekon’dan…
Pamuk Orhan           : Hayırlısı olsun…
( Hepsi Pamuk Orhan’a bir münasebetsizlik yapmış gibi bakarlar;)
Chanel Şakir             : Ağbi bayağı telaşlı gördüm seni… Tedirgin bir halin var…
Helâcı                         : Yok canım… Ama insan ister istemez endişeleniyor biraz. Kolay mı polise laf anlatmak… Ne olur ne olmaz…

( Bu arada Michael sahnenin ön tarafındaki bankın yanına bıraktığı sırt çantasını tedirgin bir biçimde kontrol eder.  Cebinden küçük MP3 çalarını çıkartır. Kulaklıkları takar. Aygıtı ceket cebine yerleştirir. Birkaç saniye seyirciye dönük bir biçimde kımıltısız bekler. MP3 çalarda Michael Jackson’ın “they don't care about us” şarkısı çalmaya başlar. Sahnenin sağ ön tarafında büyük bir ciddiyetle Michael Jackson taklidiyle dans etmeye başlar.)

Chanel Şakir             : (Chanel Şakir, Pamuk Orhan’ın koluna girer. İkisi sahne önüne doğru yürürler. Pamuk Orhan’a fısıldar;) Bak demedi deme, bence bizim bu ihtiyar Helâcı kesin Ergenekoncu… 
Pamuk Orhan           : Yok artık…
Chanel Şakir             : Vallahi billahi…
Pamuk Orhan           : Ağbi kaç yıldır tanıyoruz adamı, öyle olsaydı bir şekilde fark ederdik. Ne bileyim, bir açığını görürdük.
Chanel Şakir             : Onu bunu bilmem. Ama ortada şöyle bir durum var. Aramızdan biri kesin Ergenekoncu…
Pamuk Orhan           : Nereden çıkarıyorsun ağbi? Bir kere biz birbirimizi biliyoruz. Şu tiplere baksana, hepsi kafayı yemiş… Bunlardan bırak Ergenekonu mergenekonu, hiçbir bok olmaz.  Şuna bak şuna… (Michael’ı işaret eder. O hala kendi kendine dans etmeyi sürdürüyordur.) Bu mu yani Ergenekon? ( İkisi birlikte Michael’ı bir süre incelerler.)
Chanel Şakir             : Ben de pek benzetemedim ama bir düşün… Aramızda, bu katta bir Ergenekoncu olmasa niye kilitleyip mühürlesinler buranın kapısını?
Pamuk Orhan           : (Kısa bir süre düşünür. O da tedirgin olmuştur.) O da doğru aslında… İyi de ağbi, kim o zaman?
Chanel Şakir             : ( Kısa bir süre düşünür. Sonra şüpheli bakışlarını Köçek’e yöneltir.) Şu Köçek’e ne diyorsun?

(Bu arada Köçek, sırt çantasından küçük bir radyo CD çalar çıkartır. Yere koyar. Aygıta çantasından çıkarttığı bir CD yerleştirir, düğmeye basar. Zilleri parmaklarına takar. Davul ve zurnayla çalınan bir köçek havası başlar. Müziğin sesi ilkin çok açıktır. Köçek, müziği biraz kısar.)

Köçek                         : Boş boş oturmayayım. Biraz çalışayım, öyle değil mi?
Helâcı                         : Çalış çalış… Hem biz de kafamızı dağıtırız seni seyrederken.

(Köçek yüzünde aşırı ciddi bir ifadeyle sahnenin ön sol tarafında göbek atmaya başlar. Helâcı Köçek’i izlemektedirler.)

Pamuk Orhan           : Bence bizim ihtiyar Helâcı sağlam adam. Gel diğerlerine çaktırmadan bir de onunla konuşalım. O bilir böyle şeyler.
Chanel Şakir             :  Olmaz kardeşim. Ben bir seni tanırım. Başkasını tanımam.
Pamuk Orhan           : Ne yapacağız peki?
Chanel Şakir             :  Oturup bekleyeceğiz.

(Pamuk Orhan ve Chanel Şakir sahnenin ortasındaki banka otururlar. Çatal Adam aşağı inen merdivenin başında oturduğu yerden kalkar. Hala sahneye arkası dönüktür. Elini kapının koluna uzatır.)

Çatal Adam               : (Diğerinin sesiyle,)Aşağıda ne var? Bilen var mı?
Helâcı                         : Sen de tutturdun aşağıda ne var, aşağıda ne var diye yahu… Ne yapacaksın kardeşim? Ne varsa var. Allah Allah…
Çatal Adam               : (Kendi sesiyle,) Kapı açık mı peki?
Helâcı                         : Nereden bileyim? Hiç bakmadım.
Çatal Adam               : (Diğerinin sesiyle,) Yıllardır buradasın. Hiç merak etmedin mi?
Helâcı                         : Etmedim.
Chanel Şakir             : ( Pamuk Orhan’a fısıldayarak;) Bak, bak… Şu meraklı soytarıya bak… Sakın o olmasın Ergenekoncu?
Pamuk Orhan           : Tabii ya… Baksana herif ikiyüzlü zaten... İyi fark ettin. Kesin aramızdaki Ergenekoncu bu.
( Çatal Adam aşağı inen merdivenin başındaki kapının kolunu hafifçe iter. Kapı gıcırdayarak ardına kadar açılır. Çatal Adam ağır adımlarla aşağı inmeye başlar. Boşlukta yankılanan ayak sesleri duyulur. Sahnedeki diğer oyuncular merakla Çatal Adam’ın ardından bakıyorlardır. Çatal Adam bir süre sonra tuvaletlerin üzerindeki LCD televizyon çerçevesinin içindeki ikinci sahnede belirir. Sahnedeki küçük tabureye oturur. Elinde bir asa vardır. Lokal ışıkla aydınlatılıyordur. Diğer oyuncular onu görmezler. Onlar hala aşağı inen merdivenlere bakmaktadırlar. Michael, kulaklığını çıkartır. Aşağı inen merdivene doğru birkaç adım atar. Aşağıya doğru seslenir; )

Michael                      : Ne varmış aşağıda?
Çatal Adam               : (Diğerinin sesiyle, seslenir. Sesi ekolu bir biçimde aşağıdan gelir. Ancak tuvaletlerin üzerindeki küçük sahnede taburede oturan Çatal Adam’ın dudakları kımıldamaz; )
  Hikâye…
Çatal Adam               : (  Asasını üç kez yere vurur ve hikâyesini kendi sesiyle,)
  Hak dostum hak!
  Sülhansâz-ı gülistân-ı nezâhet
  Nihâl-i gonce-i bağ-ı zarâfet
  Söyledikçe sergüzeşti verir bezme letafet
  Dinle imdi bende-i âcizden bir hoş hikâyet.
Çatal Adam               : (Diğerinin sesiyle,) Lâleli minaresi kabakulak sepetini mezada verip atlıkarınca huzurunda tevellüt eden zerzevatçı küfeleri aklına hiffet getirip dârüş-şifâya bend-i zincir olmuşlardır dahi hattâ geçen ayın çarşambasından bu ayın perşembesine yedi buçuk metre kısa gelmiş, bilmem ki bunlar ne kadar kayısı pestili idare eder, bunu herhalde Yemiş İskelesi’ndeki manavlardan sormak gerek. Biz gelelim hikâyemize.
Çatal Adam               : (Kendi sesiyle,) İsim isme, kisib kisbe, semt semte benzer. Geçmiş zaman söylenir, yalan gerçek vakit geçer.

( Bu arada Çatal Adam’ın bulunduğu küçük sahnenin ışık değeri artarken diğer oyuncuların bulunduğu sahne dekor ve kostüm değişimi için tamamen kararır.)

Çatal Adam               : (Kendi sesiyle,) Bu hikâye bir şehrin hikâyesi değildir. Bu hikâye, bundan yüz yirmi altı yıl evvel dört yüz itfaiye neferinin bir gecede yıktığı Gedikpaşa Tiyatorasının hikâyesi de değildir. Bu hikâye bir hikâyenin hikâyesidir. Gedikpaşa’dan evvel, Galata’da Tophane caddesinde Alkazar Amerika Tiyatrosu varidi. Birinci perdeler ekseriya pandomima usulünde bir komediden ibaretti. Bu tiyatronun yıldızı Küçük Amalya idi… Kocası aktör Todori ile düettoya çıktılar mı yer yerinden oynardı…

( Alt sahne birden bire bütünsel olarak aydınlanır. Sahne gazla aydınlanmış, Tanzimat dönemindeki Amerika Tiyatrosunun sahnesidir. Michael, Amalya olarak sahnededir. Köçek, Todori’dir. Helâcı ise Baba rolündedir. Çoban ve Kız düettosuyla sahnededirler. Müzik ve danslı düetto başlar.)

Çoban                                    : Kuzuları otlatırım
                                     Ben karşıki çayırda
Kız                             : Ben de seni ah görünce
                                     Meyil verdim haylice
Çoban                                    : Gel güzelim konuşalım
                                     Ateş bıraktın benim canım
Kız                             : Yana yana ağlayarak işte geldim yanına
Çoban                                    : Ben de senin ateşine yanayım
Kız                             : Hem anamdan hem babamdan kaçıp geldim ben sana
( Bu arada sahneye Baba rolündeki Helâcı girer;)
Baba                          : Hele bakın kızım ile şu çobana
                                     Kuzuları bırakmışlar yüz üstüne ovada
Çoban                                    :  Ağlama sızlama sor kızına
Kız                             : Yandım babacığım ben bu çobana
Çatal Adam               : (Kendi sesiyle,)Amalya’yı görünce foriyi basardı seyirci… Fori ne miydi?
Çatal Adam               : (Diğerinin sesiyle, gürültülü bir ıslık çalar.)
Çatal Adam               : (Kendi sesiyle,) İşte buydu fori… Amalya’yı görünce seyircide fesler havaya fırlar, yerlere bastonlarla, şemsiyelerle vurulur, en ön sıradaki hayranlar sahneye ipek mendiller atar, Amerika Tiyatrosunda yer yerinden oynardı…
( Alt sahne yavaş yavaş bütünsel olarak kararır.)
Çatal Adam               : (Kendi sesiyle,) Ama İstanbul’da tiyatro bundan ibaret değildi. Şehr-i İstanbol’da bir de Hagop Vartovyan vardı… Herkesin bildiği adıyla meşhur Güllü Agop…1840 yılında doğdu Güllü Agop… Önce Balıkhane’de memur olarak çalıştı, ardından 861’de Şark Tiyatrosu’nda küçük rollerle tiyatroya adım attı. Atış o atış… Yıllar geçti… Kendi tiyatrosunu kurdu 871 yılında da hükümetten on yıl boyunca İstanbul’da Türkçe Tiyatro oynama tekelini aldı… Tiyatro-i Osmanî Kumpanyası… Yani, Osmanlı Tiyatrosu… İşte hikâye, tamda burada başladı… Arzu ile Kamber… Aşk-ı Tabib… Bekâr Filozof… Bohemya Eşkıyaları… Çemenzarın bir lalesi… Dokuz ayın son çarşambası… Güruh-ı insan nakıstır her an… Kamelyalı Kadın… Karnaval çapkınları… Romeo ve Jülyet… Sefiller… Vatan Yahut Silistre… Venedik Taciri… En nihayet Ahmet Mithat’ın Çerkez Özdenleri… Bir de Şemsettin Sami’nin Gave’si…
Çatal Adam               : (Diğerinin sesiyle,)Yahu bırak lafı dolandırmayı da hikâyeye gel…
Çatal Adam               : (Kendi sesiyle;) İyi de hikâye demek lafı dolandırmak demek değil mi?
Çatal Adam               :  (Diğerinin sesiyle,) Değil.
Çatal Adam               : (Kendi sesiyle;) Ya neymiş hikâye? Sen anlat da ben dinleyeyim o zaman.
Çatal Adam               :  (Diğerinin sesiyle,) Sana garip bir destan söyleyim.
Gör neymiş sana beyan edeyim.
Gelmez kaleme tasvire ne zeban edeyim.
Dinle şimdi şu garip hikâyemi.
(Asasını diğer eline alıp üç kez yere vurur.)
                                    Bilge İran Şahı Cemşid’i katledip tahtına geçen gaddar Dehhak memleketi bir günde kan gölüne çevirmiş… Öfkesi de, nefreti de, kini de öyle çokmuş ki, sanki insanlara gadretmeye gelmiş bu Dehhak dünyaya…

( Bu aşamada alt sahne yavaş yavaş aydınlatılır ve sahnedeki bir grup oyuncu Çatal Adam’ın anlattığı hikâyeyi Anadolu köy seyirlik oyunlarında kullanılan maskelerle sözüz bir oyunla yansılamaya başlarlar. Bu sahne kuklalarla da yansılanabilir.)

Hatta Şah Cemşid’in kız kardeşleri Şehrinaz ile Ernüvaz’ı bile köle yapıp haremine katmış. Lakin Allah-u Teâlâ da bu Dehhak’a öyle bir dert vermiş ki, düşman başına… Sırtında şeytanın nişanı iki karayılan beslenirmiş. Bu iki koca karayılan eğer acıkırlarsa Dehhak’ı helak ederlermiş. Dehhak da bu iki karayılanı sakin tutmak için her gün iki genç insanın beyinleriyle beslermiş… İran diyarında iki temiz yürekli adam, her gün gencecik fidanlar, körpecik yavrular ziyan olmasın diye bir plan yapmış… Bu iki adam Dehhak’ın sarayına aşçı kılığında girmişler. Her gün yılanlara kurban edilen gençlerden birisini gizlice serbest bırakmaya başlamışlar. Serbest bıraktıkları gencin beyninin yerine de kestikleri bir koyunun beynini koyuyorlarmış. Her gün serbest bıraktıkları gençler de dağlara kaçar, orada gizlice yaşamaya başlarlarmış. Bu düzen böyle yıllarca sürmüş gitmiş…  Efendime söyleyeyim, günlerden bir gün Dehhak bir rüya görmüş. Sabah olunca da İran’daki bütün mûbidleri rüyasını yorumlatmak için sarayına çağırtmış. Rüyasında Padişahlar Padişahı Cemşid’in soyundan gelen üç cengâver çıkmış ortaya… Belinde bir kemer, elinde öküz başı şeklinde gürz bulunan en küçükleri Dehhak’ı öldürmüş. Büyük kardeş de derisini yüzmüş. Üç kardeş Dehhak’ın leşini sürüye sürüye Devamend dağına götürmüşler.
İşte böyleymiş Dehhak’ın rüyası… Mübidler, üç gün üç gece düşünmüşler. Sonunda rüyayı yorumlamışlar…
Çatal Adam               : (Kendi sesiyle;) Feridun isminde bir çocuk doğacak, babasını Dehhak’ın öldürdüğü bu çocuk büyüdüğünde onun yerine geçecek… Feridun’un sütannesi bir inek olacak… İşte bu da onun işaretidir…
Çatal Adam               :  (Diğerinin sesiyle,) İşte böyle demiş Mübidler. Aradan yıllar geçmiş, tıpkı rüyadaki gibi adı Feridun olan bir çocuk doğmuş İran’da… Dehhak’ın askerleri tıpkı kehanetteki gibi Feridun’un babasını katletmişler. Annesi de oğlunu alıp bir otlağa kaçırmış. Feridun’u saklaması için bir çiftçiye emanet etmiş. Çiftçi de Feridun’u, ineği Pürmaye’nin sütüyle beslemiş. Feridun on altısına gelince Dehhak’tan intikam almaya yemin etmiş. Hikâyemizde bir de demirci Gave var… On sekiz oğlunun on yedisini yılanlara kurban veren Gave, zalim Dehhak’ın sarayına gidip yalvarmış.
Çatal Adam               : (Gave’yi yansılayarak;) Affet beni şahım… On yedi oğlumu sana verdim. On sekizincisini de isteme benden…
Çatal Adam               :  (Diğerinin sesiyle,) Dehhak bilirmiş Gave’nin halk içinde sevilen bir adam olduğunu. Aklına bir fikir gelmiş…
Çatal Adam               : (Dehhak’ı yansılayarak;) Dileğini bir şartla kabul ederim Gave… Benim, âlemin en iyi yürekli Şahı olduğumu ve kimseye zulmetmediğimi kabul ettiğini zapta geçireceğim. Sen de imzalayacaksın. O zaman bağışlarım en küçük oğlunu…
Çatal Adam               :  (Diğerinin sesiyle,) Gave, reddetmiş bu teklifi ve sarayı terk etmiş. Demir döğerken kullandığı deriyi bir mızrağın ucuna geçirip, açmış isyan bayrağını… Tüm halkı yiğit Feridun’un etrafında birleşmeye çağırmış. Gave, Feridun’a Öküz şeklinde bir de gürz yapmış, kendi elleriyle… Feridun bu gürzü Dehhak’ın başına indirmiş ama şeytan Dehhak, bir türlü ölmemiş. Feridun da Dehhak’ı Demavend Dağı’ndaki bir uçurumun tepesine zincirlemiş… İşte Feridun’un adaletli saltanatı böyle başlamış…
Çatal Adam               : (Kendi sesiyle;) Efendim, bu kıssadır bir mecmua kenarına kaydolunmuş, biz de gördük söyledik. Sakiye sohbet kalmazmış baki… Her ne kadar sürç-ü lisan ettiysek affola…
Çatal Adam               :  (Diğerinin sesiyle,) İnşallah gelecek sefere daha güzel bir hikâye söyleriz.

(Bu arada Çatal Adam’ın bulunduğu üst sahne yavaş yavaş kararmaya başlar. Aynı anda aşağıdaki sahne de bütünsel olarak aydınlatılır. Sahne, dekor ve oyuncular Tablonun başındaki hallerindedirler. Helâcı sandalyesinde oturmaktadır. Chanel Şakir ve Pamuk Orhan sahne önündeki banktadırlar. Köçek, sanki aradan hiç zaman geçmemiş gibi CD çalarının kapatma düğmesine basar. Michael, aşağı inen merdivenin başındadır. Aşağıya doğru seslenir; )

Michael                      : Söylesene… Ne varmış aşağıda?
Çatal Adam               : (Kendi sesiyle, aşağıdan ekolu,) Merak ediyorsan sen de gelebilirsin.
Michael                      : (Tedirgin bir şekilde kapıdan içeri doğru bir adım atar;) Ama çok karanlık aşağısı. Hiçbir şey görünmüyor.
Çatal Adam               : (Kendi sesiyle, aşağıdan ekolu,) Gözlerin karanlığa birazdan alışır.
Michael                      : Geliyorum.
(Michael merdivenlerden inmeye başlar. Gözden kaybolur. Kısa bir süre ayak sesleri duyulur.)
Köçek                         : ( Helâcı’ya;) Şu televizyonu aç da seyredelim biraz…
Helâcı                         : Açalım bakalım da yukarıda neler olup bittiğini öğrenelim.
( Helâcı kumandayı büyük televizyon ekranına yöneltip düğmesine basar. Sahne yavaş yavaş kararmaya başlar. Bu bölüm televizyon ekranından izlenir; )
( Ekranın altında Son Dakika yazmaktadır. Bir haber spikeri ekranda görülür; )
( Ekranın sağ tarafında zaman zaman spikerin sözünü ettiği kimi görüntüler yayınlanır.)
Spiker                        : (Heyecanlı ve hamasi bir tavırla;) Sayın seyirciler, GTV bütün baskılara rağmen yayınını sürdürüyor. Sabahın erken saatlerinden beri polis tarafından kuşatılan Tiyatro Caddesi, No:222 Gedikpaşa- Beyazıt’ta bulunan GTV merkez binasına giriş çıkışlar yasaklandı.
Edinilen bilgilere göre Ergenekon soruşturmasında yeni bir dalga daha başladı.(Susku.)
(Bir el Spiker’in önüne bir kâğıt bırakır. Spiker birden bire sararmıştır. Kekeleyerek;)
Sayın seyirciler bir son dakika gelişmesini sizlerle paylaşmak istiyorum. Şu anda aldığımız bir habere göre birkaç dakika önce kimliği bilinmeyen bir şahıs polise telefonla bir bomba ihbarında bulunmuş. Aldığımız bilgiye göre sabah saatlerinde kimliği bilinmeyen bir şahısın GTV binasına üzerinde tahrip gücü çok yüksek bir bombayla girdiği tespit edilmiş.Bombanın tahrip gücünün bütün GTV binasını yerle bir edecek güçte olduğu tahmin ediliyor.  Emniyete bağlı bomba imha ekipleri GTV binasında bu şahsı arıyor.
( Spiker kâğıdı elinden bırakıp; yüksek bir ajitasyonla;)
İşte görüyorsunuz sayın seyirciler GTV bütün baskılara ve ölüm tehlikesine rağmen yayınını sürdürüyor. Şu anda size bu yayını ulaştırdığımız binada tahrip gücü yüksek bir patlayıcı var ve sabah saatlerinden beri binamıza giriş çıkışlar polis tarafından yasaklandı…
(Bir el Spiker’in önüne bir kâğıt daha bırakır.)
Evet. Bir son dakika gelişmesi daha sayın seyirciler… GTV binasındaki kimliği belirsiz bombacının yapılan özelleştirmeler sonucu işsiz kalan bir tekel işçisi olduğu sanılıyor.
( Helâcı kumandayı büyük televizyon ekranına yöneltip düğmesine basar. Sahne aydınlanır. )
Helâcı                         : Şimdi boku yedik…
Chanel Şakir             :  Vallahi de yedik billahi de yedik.
Pamuk Orhan           : Ne yapacağız şimdi?
Helâcı                         : Oğlun söyleyin ulan bana, hanginiz bombacısınız? Hem güvenliği yok mu bu koca binanın? Nasıl sokuyor adam koca bombayı buraya? Kapıdaki güvenlikler ne işe yarıyor?
Köçek                         : Sen ne bakıyorsun o güvenliklere ağbi… Hikâyeden o dedektörler. Bak ben kocaman CD çaları soktum içeri, kimse ne var o çantanın içinde demedi.
Helâcı                         : Sen misin yoksa o bombacı?
Köçek                         : Ağbi duymadın mı? Bombacı tekel işçisiymiş… Ben tekel işçisi değilim ki. Oyuncak fabrikasından atıldım ben.
Helâcı                         : Ne oyuncağı yapıyordunuz?
Köçek                         : Maytap, kız kovalayan, mantar, fişek falan…
Pamuk Orhan           : Ağbi vallahi billahi bombacı bu. Bak demişti dersin.
Chanel Şakir             :  Hakkını helal et kardeşim.
Pamuk Orhan           : Helal olsun ağbi.
( İkisi sarılıp öpüşürler, helalleşirler.)
Helâcı                         : (Köçek’e;) Aç şu çantayı, bakacağım içine!
Köçek                         : Bak ağbi bak. İçin rahat edecekse bak.
( Helâcı Köçek’in çantasını açar. Korkarak kontrol etmeye başlar. İç çamaşırı, çorap, bir şişe su, bir gazeteye sarılmış yarım ekmek arası peynir gibi şeyler çıkar çantadan.)
Helâcı                         : Tamam. Sen temizmişsin.
Köçek                         : Her zaman ağbi.
Helâcı                         : (Chanel Şakir’e ve    Pamuk Orhan’a;)Ulan siz ikiniz koca koca bavullarla geldiniz buraya, öyle değil mi?
Chanel Şakir             :   Ağbi gözünü seveyim, biz de hiç öyle şeyler olur mu?
Pamuk Orhan           :  Lütfen ağbi, kırıcı oluyorsun ama…
Chanel Şakir             :   Biz işinde gücünde, ekmeğinin peşinde garibanlarız.
Köçek                         : İyi de bombacı da işçiymiş. Bu bir bahane değil.
Chanel Şakir             :   Sen de karıştırmasana kardeşim ortalığı.
Helâcı                         : İkiniz de oturun oturduğunuz yerde. Bir yere kımıldamayın. Gidip şu bavullarınızı kontrol edeyim.
(Helâlara doğru yönelir;)
Allahım yarabbim. Dertsiz başıma dert aldım durup dururken… Üç kuruş için.
(Erkekler tuvaletine girer.)
Pamuk Orhan           :  Ağbi ne yapacağız?
Chanel Şakir             :   Ne yapacağız oğlum… Bekleyeceğiz.
Köçek                         : (Köçek, bankın hemen yanında duran Michael’ın çantasını fark eder. Ayağa kalkıp çantaya yaklaşır.) Şu şapkalı gözlüklü tipin çantası da burada… ( Çantayı yavaşça eline alır, şöyle bir tartar;) Vallahi gâvur ölüsü gibi… Yerinden kalkmıyor.
Chanel Şakir             :   Haydi ya…
( Bu arada Helâcı erkekler tuvaletinden çıkıp kadınlar tuvaletine girer.)
Pamuk Orhan           :  Bir de tam işler karıştı, soytarıyla ikisi ortadan kayboldu. Görüyor musun?
Köçek                         : Belki de boşuna telaşlanıyoruzdur. Belki de polisler bulmuştur bombacıyı. Şu televizyonu bir açsak mı?
Chanel Şakir             :   Doğru söylüyorsun. Umut dünyası işte… Haydi, bir bakalım.
(Chanel Şakir yerinden kalkıp Helâcı’nın masasına gider. Televizyon kumandasını eline alır Tuvaletlerin üzerindeki LCD televizyon görünümündeki sahneye doğru tutar ve düğmeye basar. Bu kez büyük ekran ve sahne bir gölge oyunu perdesi görünümündedir. Bir tef sesi duyulur ve perde arkadan aydınlatılır. Tayyip sureti hayal perdesinde görünür olur. Oyuncuların bulunduğu sahnenin ışık değeri düşer. )
Tayyip                       : Türkiye’de bugüne kadar ne yazık ki bazı bu tür unsurlar ortaya çıkıyor. Bu tür unsurlar bu ülkede çalışmadan, yatarak para kazanmak istiyorlar. Biz artık yatarak para kazanma dönemini kapattık. Bu yok. Üreteceksin, kazanacaksın. Üretmeden vermek yok. Her zaman söylüyorum; bir özel sektör işverenini düşünün.

Çalışmayana para verir mi? Çalışmazsa ne yapar, tazminatını öder. Bunlar devletin malı deniz, yemeyen domuz dediler. Bu anlayışla baktılar. Bu millet bunun bedelini ağır ödedi. Sendikalarıyla da anlaştık. Bizzat kendim görüştüm. Mutabık kalmamıza rağmen işin sonu geldi, bir iki yıl geçti. Hala bunlar ’biz burada böyle devam edelim, bizi aynı haklarla alın başka yerde değerlendirin’ diyorlar. 10 bin TEKEL işçisinin bir aydaki maliyeti 40 trilyon. Bu ufak bir rakam değil. Biz bu işçi kardeşlerimizin temsilcileri ile bu görüşmeleri yaparken böyle bir tablo içerisinde değil, bizler çok daha farklı bir şekilde oturduk, konuştuk, hatta bakan arkadaşlarımızla da gerekli çalışmaları yaptık. Gördüğünüz gibi alışkanlıklar var. Siz yine ayda 40 trilyonu ödemeye devam edin. Bu terazi bu kadar sikleti çekmez. Bir tarafta bu kadar işsiz var, öbür taraftan da 40 trilyonu hiçbir şey üretmeyene vereceğim. Yok böyle bir şey… Bunu yapamayız.
( Bir tef sesi duyulur ve hayal perdesini aydınlatan ışık alınır. Tayyip sureti hayal perdesinden alınır. Oyuncuların bulunduğu sahnen aydınlatılır. )
Köçek                         : Aslında adam bence haklı... Doğruya doğru… Şu tekel işçileri de analarını nikâhını istiyorlar vallahi…
( Bu arada Helâcı kadınlar tuvaletinden çıkar.)
Helâcı                         : ( Şanel Şakir’e ve Pamuk Orhan’a;) Çok şükür. Temizmişsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...