23 Mart 2012 Cuma

RADYO OYUNU: "ESKİ SESLER MABEDİ"




“ESKİ SESLER MABEDİ ”


RADYO OYUNU

YAZAN: KIVANÇ NALÇA


KİŞİLER


OĞUZ                                            65 yaşında
NİLGÜN                                        29 yaşında
MEHMET                                      10 yaşında
EDİTÖR                                       40 yaşında
MACİDE                                       60 yaşında
SES                                              30 yaşında

















(GİRİŞ MÜZİĞİ)
EFEKT: BİR PARKTA DUYULABİLECEK SESLER ( KUŞ SESİ, RÜZGÂR SESİ, ÇOCUK SESLERİ VB. )
EFEKT: Eski model bir Nagra ses kaydedicinin stop düğmesine basıldığında çıkan ses. Band bir süre geri sarılırken çıkan ses. Play düğmesine basıldığında çıkan ses.                   
EFEKT:  BİR PARKTA DUYULABİLECEK SESLER. (Oyunun başındaki efekt yıpranmış bir banttan tekrar edilir.)
EFEKT: TOPUKLU AYAKKABILARLA YÜRÜYEN NİLGÜN’ÜN AYAK SESLER.    
NİLGÜN             : Bankınıza oturmamda bir sakınca var mı? Hava çok güzel, bütün banklar da dolu.
OĞUZ                : Ne demek hanımefendi? Buyurun.
NİLGÜN             :  Fazla kalmayacağım. Biraz soluklanıp, şu dergiye göz atacaktım.
OĞUZ                : Nasıl arzu ederseniz…
EFEKT: BANKA OTURAN NİLGÜN’ÜN ELİNDEKİ DERGİNİN SAYFALARINI ÇEVİRİŞİNİN SESİ.
OĞUZ                 : Sanırım, biriktiriyorsunuz...
NİLGÜN              : Efendim?
OĞUZ                 : Okuduktan sonra çöpe attığınızı söylemeyin sakın. Özür dilerim. Lütfen yanlış anlamayın. Hani eğer okuduktan sonra atacaksanız, biraz daha bekleyebilirim diyordum... Yoksa boş yere vakit kaybetmeyeyim...
NİLGÜN              : Dergiden mi söz ediyorsunuz?
OĞUZ                 : Evet...
NİLGÜN              : Hayır. Kesinlikle atmayacağım. İlk tahmininiz doğru... Biriktiriyorum. Hem, tek bir sayısını bile kaçırmadım şu güne kadar...
OĞUZ                 : Hakkınız var... Eh, az para da değilmiş. Fiyatı üzerinde yazıyor. Bu kadar pahalı olduğuna göre, sanırım çok önemli ve çok özel bilgiler vardır içinde.
NİLGÜN              : Derginin içeriği, okurlarının kimlikleriyle ve dünya görüşleriyle doğrudan ilişkilidir.( Gururla,) Tahmin edeceğiniz gibi, bir Evren Kadınıyım ben...
OĞUZ                 : Af edersiniz anlayamadım. Ne kadını?
NİLGÜN              : Evren... Derginin adı da bu… Görmüyor musunuz? Sloganımız da şöyle; “Kendisiyle ve erkeklerle barışık ama kesinlikle feminist değil...”  Çağdaş bir genç kadını ne güzel ifade ediyor, değil mi?
OĞUZ.                : İlginç...
NİLGÜN              : Sizin kucağınızdaki o şey, bir… Bir makara teyp, öyle değil mi?
OĞUZ                 : Makara teyp mi? Hayır, buna yalnızca bir makara teyp demek haksızlık olur. Bu bir Nagra…
NİLGÜN              : Markasını sormadım. Bizde de vardı eski bir tane. Dedem Almanya’dan getirmiş yıllar önce. Şimdi anımsadım. Evet, Grundig’di markası. Çocukken ağabeyimle birlikte sesimiz kaydeder, sonra da dinlerdik eğlenmek için.
OĞUZ                 : Bazı sesler eğlendirir insanı, doğru.
NİLGÜN              :  Sizinki de oldukça eski görünüyor.
OĞUZ                 : Hanımefendi, Nagra, yalnızca bir makara teyp değildir. Ses kayıt teknolojisinde bir dönüm noktasıdır. Hem bu gördüğünüz Nagra’nın babası kabul edebileceğimiz Stefan Kudelski’nin ilk tasarımı, 1951 Model bir “Nagra 1. Nagra adı nereden gelir biliyor musunuz?
NİLGÜN              :  Hiçbir fikrim yok.
OĞUZ                 : Stefan Kudelski Polonyalı bir mühendis. Ailesiyle İsviçre’ye göç ediyorlar. İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü’nün açtığı yarışmaya bir ses kayıt cihazıyla katılıyor. İcadına bir isim vermesi gerek. İsviçre de bile Lehçe konuşan annesinden ilham alıyor… “Nagra!” diyormuş annesi oğluna çalışırken, moral vermek için. “Nagra…” Lehçe, “Kaydedecek” anlamına geliyormuş bu söz.
NİLGÜN              : İlginç. Nereden buldunuz peki?
OĞUZ                 : Ne demek, nereden buldunuz? Benim makinem bu...
NİLGÜN              : Satmaya götürüyorsunuz o zaman.
OĞUZ                 : Ne münasebet!
NİLGÜN              : O eski şeyi bulmadınız, satmaya da götürmüyorsunuz. Demek bahar havası alsın diye parkta gezintiye çıkardınız makara teybinizi…
OĞUZ                 : Hayır efendim. Sesleri kaydediyorum. Bunu yıllardır bu parkta, hatta bu bankta yapıyorum.
NİLGÜN              : Niye peki?
OĞUZ                 : Dinlemek için.
NİLGÜN              : (İronik;) Tabii ya, benim niye aklıma gelmedi? Çok mantıklı. Aslında bunu herkesin yapması gerek.
OĞUZ                 : Bir yıl, bir mevsim, bir ay hatta bir hafta, hatta aynı gün içinde bile şu duyduğunuz sesler, değişir. Ya da bütün bunlar bir yana, bu bankta kucağımda bir Nagra’yla oturmam çok mu garip?
NİLGÜN              : Daha küçük, pratik, dijital ses kayıt cihazları var artık. Bu sanki biraz hantal…
OĞUZ                 : Hantal mı? Hanımefendi, tamamı el yapımıdır bu aygıtın. Dijital kayıtlardan da nefret ederim. Hem bu bir yaradılış meselesi… Öyle modası geçti, daha gelişmiş modelleri üretildi diye, sahip olduğum eşyaları kaldırıp atamam ben. Evim eski eşyalarla dolu benim.
NİLGÜN              : ( İronik,) Burada yatmıyorsunuz yani...
OĞUZ                 : Nerede?
NİLGÜN              : Bu parkta... Belki de tam bu bankta…
OĞUZ                 : (Alıngan,) O da ne demek oluyor öyle? Benim bir evsiz olduğumu düşündüğünüzü mü ima ediyorsunuz?
NİLGÜN              :Bunda bu kadar alınacak bir şey yok.  Milyonlarca insan var dünyada, evi olmayan.
OĞUZ                 : Hani şu sokaklarda yaşayanlardan söz ediyorsunuz... Çöpleri karıştıranlardan, dilenenlerden ve buldukları birkaç kuruşu plastik tıpalı ucuz şaraplara yatıranlardan...
NİLGÜN              : Plastik tıpalı mı? Ben bütün şarapların, en ucuzlarının bile mantarı olur sanıyordum...
OĞUZ                 : Hani şu, geceleri ısınmak için sokak köşelerinde ateş yakanlardan söz ediyorsunuz. Sokak köpeklerinden farksız yaşayanlardan… Böylesine yaşamak denebilirse tabii... Sizin yabancısı olduğunuz bu kötü yazgıyla, çocuk yaşta yüzleşenlerden...
NİLGÜN              : Abartıyorsunuz... Sokaklara sonradan düşenler de vardır. Kriz diye bir şey var değil mi? Bankacılık ve finans sektöründe çalışanlar bile bir bakıyorsunuz, bir anda işsiz kalabiliyor. Ya da varlıkla sayılabilecek bir yaşam sürerken, içkiye ve kumara benliğini satıp her şeyini kaybedenlere ne diyeceksiniz?
OĞUZ                 : Kaybetmekten söz ediyorsunuz. Bu kaybediş, yaşamın başında, ortasında ya da sonunda olmuş, ne değişir? (Öfkeli,) Hayır hanımefendi... Ben, onlardan değilim... Kaybedenlerden… Kentin gözde semtlerinden birinde olmasa da bir evim var benim. Güzel bir evdir hem de... Ayrıca, hiç kimsenin bana az önce yaptığınız biçimde hakaret etmesine izin vermedim. Yaşamım boyunca gerektiğinde çekip gitmeyi bildim.
EFEKT: OĞUZ’UN SERT HAREKETLERLE NAGRA’NIN KAPAĞINI KAPATIP, BANKTAN KALKARKEN ÇIKARTTIĞI SESLER.
NİLGÜN              : Oturun lütfen. Bu kadar alıngan olmanızı gerektirecek bir şey yok ortada. Sizi ne öfkelendirmek ne de üzmek istedim... Artık bu konuyu kapatalım. Beni asıl merak ettiğim, şu elinizdeki makara teyp.
OĞUZ                 : Farkındayım... Dakikalardır, bir derginizde benim göremediğim o meçhul sayfaya, bir de Nagra’ma bakıyorsunuz...
NİLGÜN              : Bu tür şeyler benim de ilgimi çeker. Eğer satmayı düşünürseniz, uygun bir ücret ödeyebilirim sanırım...
OĞUZ                 : Satmak mı? Paraya ihtiyacım olduğunu mu düşünüyorsunuz? Bir insan, başka bir insanın eşyasına sahip olmayı neden ister? Bana bakın... .Bu, benim. .Bana ait yani...
NİLGÜN              : Neden her şeyi tersinden anlıyorsunuz? Kötü bir şey söylemedim ki ben... İyi para veririm, eğer satmak isterseniz...
OĞUZ                 : İyi para mı? Ne yapayım ben o iyi parayla?
NİLGÜN              : Gidin, canınız ne istiyorsa satın alın. Üzerinize giyecek yeni bir şeyler alabilirsiniz mesela…
OĞUZ                 : Canımın istediği her şey evimde benim... Gördüğünüz şu ceketi otuz yıldır severek giyiyorum ben.
NİLGÜN              : İsteklerin sonu yoktur.
OĞUZ                 : İstediğim her şeye sahibim ben...
NİLGÜN              : Hiç inandırıcı değilsiniz. Hele şu kılık kıyafetiniz… Siyah beyaz bir televizyondan fırlamış gibisiniz.
OĞUZ                 : Henüz gençsiniz ve hayal gücünüz ne yazık ki yalnızca gördüklerinizle sınırlı. Siz o yılları hatırlamazsınız. Bundan altmış, yetmiş yıl öncesinin çocukları, hayatlarında ilk kez karşılaştıkları o görkemli mobilyalı radyoların içinde konuşan, şarkı söyleyen küçük insancıklar olduğunu hayal ederdi. Halimi bir televizyona değil de, bir radyoya hapsetseydiniz bana yeterdi.
NİLGÜN              : Ben, varlıklı bir aileden gelmeme, iyi bir işe ve gelire sahip olmama rağmen, hiçbir zaman elimdekiyle yetinmem, yetinemem... Söyledikleriniz, belki bir yüzyıl önce geçerli olabilirdi. Ama çağımız... Bugün bu çağda yaşamak öylesine muhteşem bir duygu ki, anlatmaya, örneklendirmeye nereden başlayacağımı bilemiyorum... Mesela. konfeksiyon... Çağdaş insan kendini sürekli yenilemelidir. Geçen yıl oluşturduğum gardırobu, bu yıl da kullanmam, ilk bakışta affedilebilir gibi görünse de, kökte önemli bir tavırla ilişkilidir. Eğer giyimimi sürekli yenileyip, görüntümü çağa uydurmazsam, bu yaşamımın bütün diğer alanlarında kendini gösterecek olumsuz bir etki yaratır... Hırsımı ve mücadele gücümü yitirir, savaş tempomu kaybederim. Kaybetmek, böyle bir şeydir. Çünkü sadece, güçlü olan ayakta kalabilir.
OĞUZ                 : Ben de güçlüyüm... Ve bu üzerimdekinin dışında yalnızca bir tane daha ceketim var.
NİLGÜN              : Belki de moda ve konfeksiyon, iyi bir örnek değil. Bu sektörün döngüsel bir yapısı olduğunu herkes bilir. On yıl, on beş yıl önce rağbet gören çizgiler, bazı küçük değişikliklerle tekrar gündeme gelebilir.
OĞUZ                 : Bozuk bir saatin günde iki kez doğruyu göstermesi gibi...
NİLGÜN              : Bu gerçekten de ilginç bir benzetme... Demek işin özünü kavramışsınız...
OĞUZ                 : O işin bir özü olduğuna hiçbir zaman inanmadım... Doğal olarak, öz diye sunulanı da kabul etmedim hiç.
NİLGÜN              : Ayak uyduramadım desenize... Ben güçsüzlerdenim, bu yüzden de yenildim, diyebilsenize... İşte bunun için sokaklarda yaşıyor, çöpleri karıştırıyorsunuz...
OĞUZ                 : ( Artan bir öfkeyle,) Demek inanmıyorsunuz bana... Hala inanmıyorsunuz bir evim olduğuna...
NİLGÜN              : Siz yeterince inandırıcı değilseniz, benim suçum ne?
OĞUZ                 :Size kanıtlayacağım. Benden özür dileyeceksiniz. Sakın bir yere ayrılmayın!
EFEKT:              HIZLA UZAKLAŞAN OĞUZ’UN AYAK SESLERİ DUYULUR.
OĞUZ                 : (Uzaktan,) Mehmet! Hey, Mehmet! Baksana bana... (Nilgün’e,) Bekleyin, birazdan gerçeği öğreneceksiniz...
( KISA BİR SESSİZLİK.)
NİLGÜN              : Nereye gitti şimdi bu adam böyle?
EFEKT:              DERGİNİN SAYFALARINI KARIŞTIRIKEN ÇIKAN SES.
NİLGÜN              : (Kendi kendine;) Bir kere daha kontrol edeyim. Belki de yanılıyorumdur... Antika sayfası... Evet, buldum... Ayın gözde eşyası. .Hayır yanılmıyorum... Bu kesinlikle onun elindekinin aynısı... Nagra yazıyor işte… En iyisi, hemen dergiye telefon etmek... İşte telefon numarası da burada...

EFEKT :           CEP TELEFONUNDAN NUMARALAR TUŞLANIRKEN ÇIKAN SES TELEFON ÜÇ KEZ ÇALAR.

EDİTÖR             : ( Filtreli.) Evren dergisi, buyurun?
NİLGÜN              : İyi günler... Şey, ben sadık okurlarınızdan biriyim. Bir Evren Kadınıyım yani...
EDİTÖR             : ( Filtreli.) Tebrik ederim. Zaten fark etmiştim. Kendinden emin bir ses tonunuz var.
NİLGÜN              : Teşekkür ederim. İltifat ediyorsunuz...
EDİTÖR             : ( Filtreli.) Rica ederim... Evet? Size nasıl yardımcı olabilirim?
NİLGÜN              : Şey... Antika sayfasındaki Ayın Gözde Parçası yazısı hakkında görüşmek istiyordum...
EDİTÖR             : ( Filtreli.) Anlıyorum...
NİLGÜN              : Şu Nagra marka makara teyp… O tür bir ilk üretim eşyanın piyasa değeri ortalama ne kadardır acaba?
EDİTÖR             : ( Filtreli.) Eğer dergimizdeki modelin aynısından ve çalışır durumda olan bir parçadan söz ediyorsanız on beş bin dolardan başlıyor.
NİLGÜN              : On beş bin mi?
EDİTÖR             : ( Filtreli.) Kondisyonu iyi olan parçalar yirmi, yirmi beş bin dolara kadar alıcı bulabiliyor.
NİLGÜN              : Eeee... Ayın Gözde Parçası tabii...
EDİTÖR             : ( Filtreli.) Haklısınız...

EFEKT:               OĞUZ’UN VE MEHMET’İN GİDEREK YAKLAŞAN AYAK SESLERİ.

NİLGÜN              : ( Telaşla,) Teşekkürler. Çok yardımcı oldunuz.
EDİTÖR             : ( Filtreli.) Rica ederim.

EFEKT:              KAPANAN TELEFONUN SESİ. AYAK SESLERİ KESİLİR.
OĞUZ                 : Gel diyorum... Bir dakika bile sürmez.
MEHMET            :Yarım saattir bir çift ayakkabı bile boyayamamışım, tam müşteri bulduğumda tutturuyorsun gel de gel diye... İyi ki babam evden kovduğunda, evinde kalmama izin veriyorsun Oğuz Amca...
OĞUZ                 : Uzatma ama Mehmet.  Bu çok önemli... Kırk yılda bir işim düştü sana... Benim ayakkabılarımı boyarsın.
MEHMET            : Geldik işte... Söyle ne yapacağım? Kime ne diyeceğim?
OĞUZ                 : Bir dakika... ( Nilgün’e,)Tanıştırayım, Mehmet... Şey, sizin isminiz neydi?
NİLGÜN              : Nilgün.  Ben de sizin isminizi bilmiyorum...
OĞUZ                 : Özür dilerim... Ben de Oğuz... Ama şu anda asıl önemli olan, Mehmet’le tanışmanız... Mehmet, Nilgün Hanım... Nilgün Hanım, Mehmet...
MEHMET            : Boyayalım mı abla? Parlasın...
NİLGÜN              : Zahmet etme Mehmet... Bu arada memnun oldum...
OĞUZ                 : Evet... Artık tanıştınız. Şimdi, konumuza gelelim. Mehmet’e sorabilirsiniz...
NİLGÜN              : Anlayamadım...
OĞUZ                 : Bana inanmıyordunuz ya, işte size bir tanık.
EFEKT:              NAGRA SES KAYDEDİCİNİN RECORD DÜĞMESİNE BASILDIĞINDA VE BAND DÖNMEYE BAŞLADIĞINDA ÇIKAN SES.
OĞUZ                 : İşte kaydediyorum.
NİLGÜN              : Neyin tanığı?
OĞUZ                 : Benim bir evimin olduğunun tanığı... Haydi, sorun ona... Bir evim var mı yok mu diye...
NİLGÜN              : Demek bu sizin için bu kadar önemli.
OĞUZ                 : ( Öfkeyle bağırarak,)Sorun!
NİLGÜN              : Tamam... Sinirlenmeyin... Soruyorum; Mehmet, Oğuz Bey’in bir evi var mı?
MEHMET            : Var.
EFEKT:              NAGRA SES KAYDEDİCİNİN STOP DÜĞMESİNE BASILDIĞINDA ÇIKAN SES.
OĞUZ                 Sağ ol Mehmet... Gidebilirsin. Bu iyiliğini unutmayacağım.

EFEKT                KOŞARAK UZAKLAŞAN MEHMET’İN AYAK SESLERİ.

MEHMET            : (Uzaklaşarak,) Babam evden kovduğunda damlarım ama... O zaman hiç surat yapmak yok, tamam mı?
OĞUZ                 : Tamam...
MEHMET            : ( Uzaktan,) Boyayalım ağbiler! Parlasın!
OĞUZ                 : (Kendinden emin,) Eeee? Buna ne diyorsunuz? Sanırım artık tatmin olmuşsunuzdur. Gördüğünüz gibi size dakikasında bir tanık gösterebildim.
NİLGÜN              : Tanık mı? Herkes bilir ki, bu gibi durumlarda bir çocuğun tanıklığı geçerli değildir.
OĞUZ                 : Siz de uzatıyorsunuz ama... Ona bakarsanız çocukların çalışması da yasal değil. Ama Mehmet çalışıyor. Çalışıp para kazanan birinin çocuk da olsa söz hakkı vardır ve tanıklığı da bas bayağı geçerlidir.
NİLGÜN              : Kendiniz söylediniz. Çalışıyor ama bu çalışma yasal değil... Vergi veriyor mu bakalım? Devlet onu bir işçi olarak kabul ediyor mu? Vergi vermeyen birinin vatandaşlık haklarından söz edilebilir mi? Peki ya bu durumda Mehmet’in tanıklığı geçerli olabilir mi? Siz de farkındasınız ki saçmalıyorsunuz...
OĞUZ                 : Sanırım anlatamadım... En güvenilir ve doğru tanıklık, çocuklarınkidir. Ne demiş atalarımız?  “Çocuktan al haberi...” Bu sözden de anlaşılacağı gibi çocuklar yalandan ve kişisel çıkar kaygılı eylemlerden arınmış saf mahlûklardır. Bakın, elimizde belge var. Dinleyelim.
EFEKT:              NAGRA SES KAYDEDİCİSİNDE BAND GERİ SARILIRKEN ÇIKAN SES. PLAY DÜĞMESİNE BASILDIĞINDA ÇIKAN SES.
OĞUZ                 : İşte kaydediyorum.
NİLGÜN              : Neyin tanığı?
OĞUZ                 : Benim bir evimin olduğunun tanığı... Haydi, sorun ona... Bir evim var mı yok mu diye...
NİLGÜN              : Demek bu sizin için bu kadar önemli.
OĞUZ                 : ( Öfkeyle bağırarak,) Sorun!
NİLGÜN              : Tamam... Sinirlenmeyin... Soruyorum; Mehmet, Oğuz Bey’in bir evi var mı?
MEHMET            : Var.
EFEKT: NAGRA SES KAYDEDİCİNİN STOP DÜĞMESİNE BASILDIĞINDA ÇIKAN SES.
NİLGÜN              : Yine de beni ikna edemediniz... Ben sadece gördüklerime inanırım. Evim var dediniz diye, bir evinizin olduğuna inanacak değilim...
OĞUZ                 : Sadece gördüğünüze inanırsınız demek... Tamam... Benim çekinmemi, korkmamı gerektirecek bir şey yok... Söylediklerimin hepsi doğru çünkü... Bir şey soracağım,  bu gibi durumlarda, sizin tanıklığınız geçerli midir?
NİILGÜN             : Nasıl yani?
OĞUZ                 : Yani, siz kendinizi bir vatandaş, iyi bir vatandaş olarak görüyor musunuz?
NİLGÜN              : Tabii ki... Bundan hiç kimse şüphe edemez. Çağdaş bir genç kadınım ben...
OĞUZ                 : Verginizi de ödüyorsunuz...
NİLGÜN              : Bu konuda ailemle de her zaman onur duymuşumdur. Babam üst üste iki yıl kentin vergi rekortmeni olmuştu.
OĞUZ                 : Bu beni rahatlattı... Sonunda onurumu kurtarabilmek için, mükemmel bir tanık buldum... Gökte ararken yerde bulmak böyle bir şey herhalde...
NİLGÜN              : Umarım bu sefer meşru bir tanıktır bulduğunuz... Çünkü daha önce de söylediğim gibi, ben gözümle görmediğim hiçbir şeye inanmam. Şu üzerimde gördüğünüz bluzu üreten firmanın bu yılki reklam sloganını tekrarlamak istiyorum; “Yalnız gözlerimizle yaşadık...”
OĞUZ                 : Bu, Ahmet Haşim’in bir dizesi değil mi?
NİLGÜN              : E, o kadar olacak... Daha önce de söyledim. Onların en büyük malzeme kaynağı, geçmiştir. Sizin anlayacağınız, döngüsel bir şey bu. Mevsimler gibi…
OĞUZ                 : Kopan çığlar altında kalanlar olduğu
                            Oysa görülüyordu.
                            Bir kadının ilerde
                            Bir şeyler hıçkırdığı;
                            Bir erkeğin, birine,
                            Görünmeyen birine bir şeyler seslendiği
                            Oysa görülüyordu
                            Ama duyulmuyordu.
                            Ses!
                            Sanki ses olmayınca hiçbiri olmuyordu.
NİLGÜN              : “Sanki ses olmayınca hiçbiri olmuyordu.” Bu da güzel bir reklam sloganı olabilir bence.
OĞUZ                 : Olmasın ne olur… Behçet Necatigil’in dizesi reklam sloganı olmasın…
NİLGÜN              : Bunlar bir kenara, kim şu deminden beri sözünü ettiğiniz güvenilir tanığınız?
( Kısa bir sessizlik.)
OĞUZ                 : Gözleriniz...
EFEKT:              NAGRA SES KAYDEDİCİYLE BAND İLERİ SARILIRKEN ÇIKAN SES.

GEÇİŞ MÜZİĞİ                                       

MACİDE             : ( Apartman boşluğundan ekolu; ) Oğuz Bey...Oğuz Bey..!

EFEKT:            OĞUZ’UN VE NİLGÜN’ÜN MERDİVENLERDEKİ AYAK SESLERİ.

OĞUZ                 :Buyurun Macide Hanım...
MACİDE             : Leş gibi kokuyor apartman Oğuz Bey, leş gibi...
OĞUZ                 : Ben de duyuyorum o kokuyu Macide Hanım. Ben de duyuyorum.
MACİDE             : İyi de sizin daireden geliyor bu koku, Oğuz Bey! Vallahi şikâyet edeceğim belediyeye!
OĞUZ                 : O ne demek oluyor öyle Macide Hanım?
MACİDE             : Kokuttunuz apartmanı!

EFEKT:            OĞUZ’U VE NİLGÜN’ÜN AYAK SESLERİ / HIZLI.

OĞUZ                 : Biz de duyuyoruz o kokuyu... Rutubet kokuyor Macide Hanım, rutubet... Bir tesisatçı çağırıp borulara baktırın, o kadar rahatsız oluyorsanız!
MACİDE             : Bugün şikâyet ediyorum sizi belediyeye!
OĞUZ                 : Etmezseniz hatırım kalır...
EFEKT:              BİRKAÇ KAT YUKARIDA HIZLA KAPANAN KAPININ MERDİVEN BOŞLUĞUNDA YANKILANAN SESİ. KAPININ ANAHTARLA AÇILMASI. İÇERİ GİRENLERİN AYAK SESLERİ.
OĞUZ                 : ( Nilgün’e,) Bilirsiniz... Her apartmanda vardır böyleleri... Üstüne üstlük, bir de yönetici... Apartmana her girişimde mutlaka bana sataşır...
NİLGÜN              : ( Tedirgin,) Umarım söyledikleriniz doğrudur...
OĞUZ                 : Neden yalan söyleyeyim ki? Gerçekten de bu apartmanın yöneticisi o... Ve her gün bana sataşır...
EFEKT:              KAPANAN KAPININ SESİ.
NİLGÜN              : Ondan söz etmiyorum... Hani gelirken, şu omzunuzdaki… Neydi adı?
OĞUZ                 : Nagra.
NİLGÜN              : İşte bu Nagra gibi evinizde daha yüzlerce eski eşyanın olduğunu söylemiştiniz ya... Umarım doğrudur söyledikleriniz...
OĞUZ                 : Tabii ki doğru... Hepsi de paha biçilmezdir onların...
NİLGÜN              : Ama yüzlerce oldukları, lafın gelişiydi, öyle değil mi? Birkaç parça olabilir de, ne bileyim yüzlerce... İnsanın pek inanası gelmiyor...
OĞUZ                 : Uzun yaşayınca birikiyor işte...
NİLGÜN              : O kadar da yaşlı görünmüyorsunuz aslında... Peki, bu evin gerçekten sizin olduğuna nasıl inanabilirim?
OĞUZ                 : Emin olabilirsiniz... İnsanın evi, kimliğidir çünkü... Her eşyanın bir öyküsü vardır burada. Hepsinin bir tarihi var... İsterseniz size anlatabilirim.
NİLGÜN              : Ya yalan söylerseniz? İyi bir masalcı olabilirsin...
OĞUZ                 : Uzun yaşayınca, öyküler de birikiyor...
NİLGÜN              : Ne kadar karanlık burası...
OĞUZ                 : Ev biraz dağınık tabii… Kusura bakmayın. Göreceksiniz...

EFEKT :             MAKİNEYİ YERE BIRAKIRKEN ÇIKAN SES. EVDEKİ AYAK SESLERİ.

OĞUZ                 : Elektrik düğmesini bulamıyorum... Gülünç değil mi?
NİLGÜN              : ( Havayı koklar.) Kadın gerçekten de haklı... Kötü bir koku var burada...
OĞUZ                 : Siz de başlamayın şimdi... Biliyorsunuz ki bu koku binanın girişinden beri var.
NİLGÜN              : Doğru...
OĞUZ                 : Eh, bir de evin havasızlığı eklenince, koku daha da artıyor tabii...
NİLGÜN              : Mantıklı... Ama lütfen şu ışığı açın artık. Gittikçe tedirgin olmaya başladım karanlıktan. Bari cep telefonumu çıkarayım da onun ışığıyla göreyim önümü.
EFEKT :             CEP TELEFONUNUN BİR DÜĞMESİNE BASINCA ÇIKAN SES.     
OĞUZ                 : Bulamıyorum elektrik düğmesini.
NİLGÜN              : Bunu özellikle yapıyorsanız, bilin ki pişman olursunuz.

EFEKT:              KÂĞIT HIŞIRTISI.

NİLGÜN              : Bu da ne?
OĞUZ                 : Karanlıkta bir şeye mi çarptınız yoksa?
NİLGÜN              : Evet. Büyük bir şeye... Aslında çarpan sizsiniz...
OĞUZ                 : Anlamadım...
NİLGÜN.             : Şunu görünce anlarsınız.
OĞUZ                 : Şurada bir kutu kibrit olacaktı. Tamam. İşte burada.

EFEKT:              ÇAKILAN BİR KİBRİT SESİ.

OĞUZ                  : Kibrit biraz olsun ortalığı aydınlattı... Neyi görecekmişim?
NİLGÜN              : Şu kâğıt parçasını... Kibriti biraz yaklaştırın... Tamam, şimdi daha iyi görebiliyorum. Borcunuzu son ödeme tarihine kadar ödemediğiniz için, elektriğiniz kesilmiş, saatiniz mühürlenmiştir. Bir ihbarname…
OĞUZ                 : Yine mi?
NİLGÜN              : Ben gidiyorum... Bu karanlıkta hiçbir şey göremem... Başka sefere...
OĞUZ                 : Durun... Merak etmeyin... Evimi ve eşyalarımı görmenize yetecek kadar ışığım var. Böyle durumlara hazırlıklıyım ben.
EFEKT:              OĞUZ ODANIN İÇİNDE BİR ŞEYLER ARARKEN SAĞA SOLA ÇARPAR. BU SIRADA ÇIKAN SESLER.
OĞUZ                 : Sonunda buldum... Alın işte, size tam bir düzine mum... Birini yakalım...

EFEKT:               ARD ARDA ÇAKILAN KİBRİT SESLERİ.

KISA GEÇİŞ MÜZİĞİ.
OĞUZ                 : Birkaç dakika çevrenizi göremeyince ne kadar da tedirgin oldunuz. Oysa kulaklarınıza güvenebilirdiniz.
NİLGÜN              : Işık, her şeyden önemlidir... Düşünsenize bir kere, birer görüntüden başka bir şey değiliz hiçbirimiz... Peki, bir görüntü olarak var olabilmek ışıksız mümkün mü? Işıksızlık hiçlik demek benim için.
OĞUZ                 :Seslerine kulak vermeyi denerseniz, hikâyelerini de duyabilirsiniz eşyaların. Ama sizin için ışığın rengi, türü, biçimi de önemlidir herhalde... Bir eşya her ışıkta aynı görünür mü? Tabii ki hayır. İşte bu yüzden görmek baştan aşağı illüzyon üzerine kuruludur. İşte ışık... Işık...

EFEKT:              BİR KİBRİT SESİ DAHA.

OĞUZ                 :İşte bir tane daha... Görüyor musunuz? Yavaş yavaş aydınlanıyor ev... Şimdi rahatladınız mı? Eh, pek düzenli sayılmaz ama yine de sıcaktır... Aslında hava henüz kararmadı. Ama pencerenin önü gördüğünüz gibi, hayır henüz tam göremiyorsunuz, eşya yığınından dolayı kapalı... Söyledim ya, insan uzun yaşayınca birikiyor... Ne diyordum? Evet, ışık... Biraz daha...
NİLGÜN              : Gerçekten de bayağı aydınlandı. Şimdi seçebiliyorum eşyalarınızı. Sekiz milimetrelik bir sinema projektörü… Remington marka daktilo... Eski bir dikiş makinesi…  Bir el terazisi… Bir gramofon… Bir sürü eski radyo…  Semaver…

EFEKT :             METALE VURULUNCA ÇIKAN SES.

NİLGÜN              : Gümüş mü?
OĞUZ                 : Gümüş.
NİLGÜN              :  Vantilatör. Bir deri evrak çantası. Guguklu saat...

EFEKT :             TAHTAYA VURULUNCA ÇIKAN SES.

NİLGÜN              : Hem de ahşap… Yağlı boya bir kadın portresi... Ama köşesi yırtılmış... Bir abajur... Bir dünya maketi... Kitap ve gazete yığınlarını saymıyorum bile… Evet. Bunlar ses bantları olmalı… Alçıdan bir İsa’nın son yemeği tasviri... Bir telefon makinesi... Evet, eşyalar gerçekten de biraz aydınlandı. Her şey ne kadar da eski… Ama bu iyi bir fikir… Eski bir mikroskobu, üzerine bir mum dikip şamdan olarak kullanmak.
OĞUZ                 : Ölçüyü şaşırmamak gerek... Çok dikkatli olmalı. Fazla ışık, büyüyü bozar...
NİLGÜN              : Büyü mü?
OĞUZ                 : Eşyanın büyüsü...
NİLGÜN              : Değeri demek istiyorsunuz.
OĞUZ                 : Büyüsü olmayan bir eşyanın ne değeri olabilir ki?
NİLGÜN              :İyi ama hala net olarak göremiyorum eşyaları...
OĞUZ                 : Hiç mi?
NİLGÜN              : Hayal meyal sanki…
OĞUZ                 : Şimdilik bu kadar yeter...
NİLGÜN              : Şu ses kayıt cihazınıza, bin dolar veririm...
OĞUZ                 : Neden?
NILGÜN              : Şey... Çok beğendim... İlgimi çekti...
OĞUZ                 : Neden?
NİLGÜN              : Çok dekoratif bir biçimde kullanılabilir... Mesela evimde, salonumda sergileyebilirim.
OĞUZ                 : Neden?
NİLGÜN              : Bana saldırıyorsunuz...
OĞUZ                 : Kesinlikle hayır... Sadece sizi anlamaya çalışıyorum. Fakat başkasına ait bir eşyada ne buluyorsun? O kadar parayı gözden çıkaracak kadar değerli mi benim makinem? Ne kadar demiştiniz?
NİLGÜN              : Bin dolar... Hatta daha da fazla verebilirim... Sıkı pazarlık ediyorsunuz.
OĞUZ                 : Bu kadar parayla, kim bilir neler alabilirsiniz, isteseniz.
NİLGÜN              : Aslında haklısınız. Gerçekten de eski, işe yaramaz bir şey bu.
OĞUZ                 : Sıkı pazarlık ediyorsunuz. Ama burası bitpazarı değil. Burası benim mabedim...
NİLGÜN              : Sizin gibisine hiç rastlamadım. Yerinizde bir başkası olsaydı, bu paraya ruhunu bile satardı. İki bin dolar. O da sadece pazarlıktaki ustalığınıza duyduğum saygıdan ötürü...
OĞUZ                 : Acele etmeyin. Daha mabedimi gezmediniz... Nagra, diğerlerinin yanında hiçbir şey... O yalnızca öykülerin şahidi. Ama diğer eşyalarım, kendi hikâyelerini anlatabiliyorlar.
NİLGÜN              : Çok usta bir satıcısınız. Bense bu işte daha yeniyim.
OĞUZ                 :  Anlatıcı demenizi tercih ederdim...
NİLGÜN              : 0 zaman anlatın...
OĞUZ                 : Ne zaman?
NİLGÜN              : Şimdi. Acelem var çünkü...
OĞUZ                 : Mabedime giren her eşyanın bir sesi, bir tarihi vardır. Onlar birbirine eklediğinde benim tarihimdir ortaya çıkan... Buraya, bir şeyler alıp götürmek için geldiyseniz eğer, boşuna gelmişsiniz... Bilin ki buraya giren hiçbir eşya, bir daha buradan çıkamaz... Seçin...
NİLGÜN              : Mistik... İsterseniz başarılı bir reklam yazarı olabilirsiniz.
EFEKT:              OĞUZ ODADA BİRKAÇ ADIM ATAR.
NİLGÜN              : Bu... Şu, üzerinde mum yanan eski mikroskop...
OĞUZ                 : İyi bir seçim...

EFEKT               SOKAK KAPISINA DOĞRU GİDERKEN ÇIKAN AYAK SESLERİ SOKAK KAPISI KİLİTLENİRKEN ÇIKAN SES.

OĞUZ                 : Tabii ki bunu da kaydetmeliyim.
EFEKT:              NAGRA SES KAYDEDİCİNİN RECORD DÜĞMESİNE BASILDIĞINDA VE BAND DÖNMEYE BAŞLADIĞINDA ÇIKAN SES.
OĞUZ                 : Başlayın...
NİLGÜN              : Bunun öyküsünü dinlemek istiyorum...
OĞUZ                 : Merak ediyorsunuz.
NİLGÜN              : Eski bir mikroskobun tarihi...
OĞUZ.                : Anlatmaya başlayın o zaman.
NİLGÜN              : Demek bir bilmece bu...
OĞUZ                 : Bilmece mi?
NİLGÜN              : Aklınızca beni sınıyorsunuz. Ama biliyorum, o kadar da değerli bir parça değil bu.
OĞUZ                 : Aksine... En değerlilerinden biridir.
NİLGÜN              : Anlatmayacak mısınız?
OĞUZ                 : Eşya sizin elinizde… Siz anlatacaksınız.
NİLGÜN              : Demek bu bir oyun.
( Kısa Sessizlik)
OĞUZ                 : Okuyun...
NİLGÜN              : Bu, ışıkta mı?
OĞUZ                 : O zaman dinleyin... Eşyanın sesini duyun ve duyduklarınızı söyleyin...
MÜZİK:              (FONDA DEVAM EDER.)
NİLGÜN              : Ama susuyor bu.
OĞUZ                 : Acele etmeyin... Sabırlı olursanız konuşur.
NİLGÜN              : Duyduğum... Sadece, o kötü koku...
OĞUZ                 : Ben de duyuyorum o kokuyu... Rutubet kokusu...
NİLGÜN              : Bundan hoşlanmadım... Başka bir eşyayla denesem? Hepsini merak ediyorum, görmek istiyorum ben...
OĞUZ                 : Önce dinleyip, duymayı denemelisiniz.
NİLGÜN              : Belki de yalnız başıma denemeliyim... Ve başka bir eşyayla... Gerçekten ilgimi çeken biriyle... Mesela şu eski Nagra’yla... Satmayı düşünmüyorsanız da, birkaç günlüğüne ödünç verin.
OĞUZ                 : O sizi dinliyor. Vaktimiz çok. Siz de deneyin.
NİLGÜN              : Sizin bol zamanın olabilir ama inanın ben çok yoğunum. Gitmeliyim.
OĞUZ                 : Gitmek?
NİLGÜN              : Evet... Göreceğimi gördüm... Anladım, onu bana vermeyeceksiniz.
OĞUZ                 : Her şeyin bir sırası var. Şu eski koltuğu görüyor musunuz? Benim için çok özeldir. Lütfen oturun. Aslında başlarken size öğretmem gerekirdi... Bir örnek görmeden başarabilmenizi beklemem, aptalca... Artık mumların biri sönmeli...
EFEKT:              MUMU ÜFLEYEREK SÖNDÜRÜRKEN ÇIKAN SES.
EFEKT: NAGRA SES KAYDEDİCİYLE BAND GERİ SARILIRKEN ÇIKAN SES.
KISA GEÇİŞ MÜZİĞİ
( Not: Bu bölüm bir “ Oyun içinde oyun”’dur. Oğuz ve Nilgün yeni tanışmış iki insan gibi değil, birbirini uzun süredir tanıyan bir çift gibi oynarlar.)
OĞUZ                 : Bugün olanları anlatsam, hayatta inanmazsın...
NİLGÜN              : ( Bıkkın,) Ne oldu yine?
OĞUZ                 : Sabah işe gitmek için evden çıkıp otobüse bindim... Bilirsin, o saatlerde ne kadar kalabalık olur otobüs...
NİLGÜN              : Hı hı...
OĞUZ                 : Her şey her zamanki gibiydi... Ama birden solumda, biraz ilerde ayakta duran yaşlıca bir kadının bağırdığını duydum. “Cüzdanım... Cüzdanımı çaldılar!” diyordu kadın... O kalabalıkta, sanki benim de ceplerim yoklanmıştı gibi geldi bana bir an...
OĞUZ                 : Ama bilirsin, ben hep böyle evhamlıyımdır...
NİLGÜN              : Takıntılı...
OĞUZ                 : Neyse, kadın öyle bağırıyordu ki, susturabilene aşk olsun. Tüm yolcular, tedirgin olmaya başlamıştı... Değil mi ya? Orada hepimiz şüphe altındaydık. Derken, şoför duruma el koydu. Hiçbir durakta durmadığını sonradan fark edebildik. Birkaç dakika sonra... Bir karakolun önünde durdu otobüs... Şoför kapıları açmadı. Nöbet tutan polis memurunu çağırıp olanları anlattı. Ben bu sırada, çevremdeki insanların yüzlerine bakıyordum. Hırsız, bakışlarıyla, tavırlarıyla kendini kesinlikle ele verir diye düşünüyordum. Herkes birbirine, benim diğer insanlara baktığım gibi şüpheyle bakıyordu. Çıt çıkarmadan birbirimizi süzüyorduk şimdi... Ama içim rahattı benim. Yine de ceplerimi tekrar yokladım. Ne olur, ne olmaz. Hırsız yakalanma korkusuyla, çaldığı cüzdanı bir başkasının cebine usulca bırakmaya kalkabilirdi. Sonra, başkaları da benim gibi ceplerini kontrol ettiler. O an, polis aramasında üzerinden cüzdan çıkan, acaba gerçek suçlu mudur, diye düşündüm. Polis memuru, içeriden başka polis memurlarını da çağırdı. Bizi otobüsten indirip karakola soktular. Karakola girdiğimizde polisler, hepimizden ceplerimizi boşaltmamızı istedi. Elimi cebime attım... Bir mendil... Anahtarlar, üç tane yirmi beş kuruş, bir çengelli iğne, üzerine adres ve telefon numaraları ya da birkaç önemsiz notun karalandığı küçük bir kâğıt parçası, gazı bitmiş mavi bir çakmak, onluk ambalajından makasla kestiğim bir tek aspirin... Önceki akşamdan kalan iki leblebi tanesi... Avuçlarım dolmuştu... Omzumda da Nagra’m asılıydı tabii ki. O an aklıma geldi boş bir C Bandı takılıydı üzerinde. Mikrofonu çantasının cebinden çıkarttım. Yavaşça kayıt düğmesine bastım. Diğerlerinin avuçlarına baktım sonra… Onlarınkilerde de, akla gelmeyecek çoklukta ve gariplikte nesneler vardı... İşte o an, kafası karışan polis memurlarından biri, odanın köşesinde duran çöp sepetini eline alıp; “Ceplerinizden çıkan çöpleri ayıklayıp buraya atın...” dedi. Sustum... Hepimiz sustuk... Donakaldım. Herkes, neyi atması gerektiğini düşünüyordu. Oysa ne kadar zor bir işti bu. Herkes, cebinde birikmiş ya da bilinçli olarak saklanmış bir şeyleri çöpe atmak durumundaydı. Yanımda duran adamın eşyalarına takıldı gözlerim. Bir tırnak makası, iki tane kalem pil, küçük bir telefon fihristi, naylon bir torba içinde gazete kuponları, hemen hemen bir karış uzunluğunda sarı dikiş ipliği... Düşündüm... Benim gözümde hepsi çöptü gördüklerimin. Hepsi, hepsi çöpe atılabilirdi bence... Sonra korkarak fark ettim. Başkaları da benim eşyalarım için aynı şeyleri düşünüyor olabilirdi... Yaşamda başka hiçbir yerde, hiçbir nedenle yan yana gelemeyecek nesnelerle doldu çöp kutusu...
NİLGÜN              : Peki, kim çalmış cüzdanı?
OĞUZ                 : Hangi cüzdanı?
NİLGÜN              : Canım, şu kadının cüzdanını... Hırsız kimmiş?
OĞUZ                 : Neden sonra kadının evine telefon etmeyi düşünebildiler.. ,Evde unutmuş cüzdanını.
NİLGÜN              : Kötü bir öykü... Böyle saçmalıklarla kafa yoracağına iş aramaya başlamalısın bence. Radyodan atılalı bir ay oluyor, hala sabahtan akşama kadar omzunda Nagra, geziyorsun.
OĞUZ                 : Ben atılmadım.
NİLGÜN              : Radyodaki görevinden alındın ama sana bir seçenek de sundular. Gidip ne iş verdilerse onu yapsaydın.
OĞUZ                 : Ben bir ses teknisyeniyim. Ne iş yaparım Konya Devlet Üretme Çiftliği’nde?
NİLGÜN              : Herkes ne yapıyorsa, sen de onu yapsaydın! Sana kaç kere söyledim!
OĞUZ                 : Beni hiç anlamıyorsun,
EFEKT:              NAGRA SES KAYDEDİCİSİNDE BAND İLERİ SARILIRKEN ÇIKAN SES. PLAY DÜĞMESİNE BASILDIĞINDA ÇIKAN SES.
(GEÇİŞ MÜZİĞİ)
OĞUZ                 : Bazen insanlar ne kadar yalnız olduklarını fark ediveriyorlar...

EFEKT:               ÇAKILAN KİBRİTİN SESİ.

OĞUZ                 : Artık mumu yakayım... Öykü bitti çünkü...
NİLGÜN              : Neyin öyküsüydü bu?
OĞUZ                 : Cebimden çıkan iki leblebiden birinin... Dedim ya, çöpteler şimdi...
NİLGÜN              : Her şeyi böyle kaydeder misiniz?
OĞUZ                 : Ben sesleri kaydederim.
NİLGÜN              : Şu duvardaki rafta duran yüzlerce kutu… Onların içinde ne var?
OĞUZ                 : Sesler…
EFEKT:              NİLGÜN ODADA BİRKAÇ ADIM ATAR.
NİLGÜN              : Ses bantlarını burada saklıyorsunuz demek… Hepsinin üzerinde de küçük bir etiket… Emel Gazimihal… Cemal Reşit Rey… Ayşe Abla, Çocuk Saati… Adil Kürşad… Mesut Cemil… Muhteşem Öksüzcü… Neyzen Tevfik… Ruşen Kam… Orhan Boran… Selahattin Küçük… Nurettin Artan… Muzaffer Sarısözen… Perihan Altındağ Sözeri… Fehmi Ege… Şerif İçli… Necmi Rıza Ahıskalı… Mazlum Şakrak… Hayali Küçük Ali… İsmail Dümbüllü… Bütün bunlar tanıdığınız kişiler mi?
OĞUZ                 : Demek sizin yaşınızdaki genç bir bayan, bütün bu isimlere yabancı… Oysa ses uzayda bile yok olmaz diye bilinir… Sonsuza kadar uzayda serüvenine devam eder ses dalgaları. Ama zaman geçince dünyada duyulmaz oluyor en unutulmaz sesler.
NİLGÜN              : Sanki bu isimlerin bazılarını geçmişte duymuş gibiyim. Bazı etiketler daha da ayrıntılı… Açık oturum, yöneten, Abdi İpekçi… Kutularda Sinek… Yazan,  Behçet Necatigil… Alabanda Opereti… Şimdi anlıyorum galiba. Siz eski bir radyocusunuz. Emekli misiniz?
OĞUZ                 : Hayır. Hangi yıl doğmuştunuz siz?
NİLGÜN              : 1981.
OĞUZ                 : Ben de üç aşağı beş yukarı o yıllar diye tahmin etmiştim. Ama garip bir rastlantı… Ben de tam o tarihte ayrılmak zorunda kalmıştım radyodan…
NİLGÜN              : Neden?
OĞUZ                 : Sizin doğduğunuz yıllarda başımıza gelenlerin nedenlerini kitaplardan okuyabilirsiniz. Ama yalnızca benim başıma gelen bir şey değildi bu. Yüz bir kişiydik. Hepimiz görevlerimizden alınıp bir yerlere sürüldük. Ben, bana verilen yeni görevi kabul etmedim.
NİLGÜN              : Eski bir siyasi suçlusunuz yani…
OĞUZ                 : Siz de o zamanlar masum bir bebektiniz…
NİLGÜN              : Sonra ne iş yaptınız?
OĞUZ                 :Hayatımı sürdürmek için basit, önemsiz işler. Ama Nagra’m hep yanımdaydı… Hep kaydettim sesleri… Ama bu benim için bir iş değildi… ( Havayı bir süre koklar.) Hava... Rutubet kokuyor sanki... ( Tekrar koklar.) Sanki değil kesinlikle...
NİLGÜN              : Saatler oldu, daha sizi yeni ikna edebiliyorum...
OĞUZ                 : Demek ki, yağmur yağacak bu gece... Belki de yağıyordur.
NİLGÜN              : ( Tedirgin,) Artık gitmek istiyorum ben...
OĞUZ                 : Önce öykünüzü kaydetmeliyim... Şimdilik mabedime giren bir görüntüsünüz çünkü... Ama sesiniz de olmalı. (Kısa Sessizlik)
NİLGÜN              : Her ihtimale karşı, şu şemsiyeyi yanıma alayım ben...
EFEKT:              KALKIP ŞEMSİYEYİ ALIRKEN ÇIKAN SESLER.
OĞUZ                 : Keşke daha düzenli yerleştirseydim eşyaları... Görüyor musun? Pencerenin önü, tavana kadar dolu... Belki de, şimdi, şu anda yağıyordur yağmur...
NİLGÜN              : Sanmıyorum yağacağını... Yine de hazırlıklı olmak gerek. Nagra’yı alıyorum...
OĞUZ                 : ( Havayı koklamaya sürdürerek,) Belki de su tesisatında bir kaçak vardır. Böyle de kötü inşaat olur mu? Evet, evet... Rutubet kokusunun kaynağı, tavandaki şu akıntı olmalı... Tavanın da tamamını göremiyorum ki...
NİLGÜN              : Para istemediğinizden emin misiniz?
OĞUZ                 : Kokunun birçok farklı nedeni olabilir... Ocağın üzerinde o kadar kaynadı çayın suyu... Eee, daracık oda... Bir de, çaydanlık dolusu suyun buharı karıştı mı havasına, o kadar rutubet kokusu olacak tabii.
NİLGÜN              : Her şey için teşekkür ederim... Artık ben gideyim...
OĞUZ                 : Daha değil...
NİLGÜN              : İyi ama benimki gibi de misafirlik olmaz ki...
OĞUZ                 : Siz misafir değilsiniz...
NİLGÜN              : Neyiz peki? Dost muyuz biz?
OĞUZ                 : Hayır... Mabedime giren bir...
NİLGÜN              : Bir ne?
OĞUZ                 : Nasıl söyleyeyim? Bir…
EFEKT:              KAPI GÜRÜLTÜYLE ÇALINIR.
OĞUZ                 : Kapı... Kim olabilir ki? Açmayayım... Çalıp çalıp gider her kimse...
EFEKT:              KAPI DAHA DA ISRARLA ÇALINIR.
OĞUZ                 :Allah Allah... Kimseyi beklemiyorum ki ben... Gidip bir bakayım en iyisi...
EFEKT:               AYAK SESLERİ UZAKLAŞIR, BİTER.
NİLGÜN              :( Kendi kendine,) Mabetmiş... Çöpün mabedi... Çöplük mabedinin, çöpçü rahibi... Ama sonunda kandırabildim... Fikrini değiştirmeden şu antika parçayı alıp gidebilsem...
EFEKT:               AYAK SESLERİ YAKLAŞIR, BİTER.
OĞUZ                 : Yine şu yönetici kadın... Neymiş? Kokuyormuşum... Kokutmuşum apartmanı... Kaç kere söyledim, ben de duyuyorum o kokuyu...
EFEKT:               KAPI SESİ KESİLİR... BİR SESSİZLİK.
OĞUZ                 : Gerçekten rutubet kokuyor... Bir şey değil, eşyalar küflenecek, çürüyecek... Yazık olacak onca emeğime...
NİLGÜN              : Oda, ev, her şey kokuyor sanki... Kokuşmuş bir şeyler var burada...
OĞUZ                 : Hep bir rutubet kokusu vardı... Ama bu ‘kokuşmuşluk”,yeni sanki...
NİLGÜN              : Siz yeni fark ediyorsunuz belki de...
OĞUZ                 : (Telaşla ve yeni bir enerjiyle;) Bu, son... Bir mum daha yakmalıyım...
EFEKT:               ÇAKILAN KİBRİTİN SESİ... SONRA KİBRİTİN ÜFLENEREK SÖNDÜRÜLMESİ... OĞUZ’UN TELAŞLI AYAK SESLERİ...
OĞUZ                  : Otur... Onları da elinden bırak...

EFEKT:               NAGRA SEHPAYA BIRAKILIRKEN ÇIKAN SESLER. NİLGÜN  KOLTUĞA OTURURKEN ÇIKAN SES.

NİLGÜN              Ama bu son... Bu oyun artık beni korkutmaya başladı.
EFEKT:              NAGRA SES KAYDEDİCİSİNDE BANDIN GERİ ALINMA SESİ. PLAY DÜĞMESİNE BASILDIĞINDA ÇIKAN SES.
(GECİŞ MÜZİĞİ)
OĞUZ                 : Sanki bir değişiklik var... Eşyaların yerlerini, kendim mi değiştirdim yoksa? Ama bunu yaptığımı hiç mi hiç hatırlamıyorum... Belki de içkiliydim. Evet, evet... Tabii ya, dün biraz içmiştim... Hayal meyal bir şeyler yaptığımı hatırlıyorum ama böyle kesinliği olmayan verilerle, doğru bir sonuca varmak imkânsızdır tabii ki... Ben, en iyisi, şu sokak kapısına bir kilit daha takayım. Belki de hırsız girmiştir evime...

EFEKT :             TELAŞLI AYAK SESLERİ... KURCALANAN EŞYALAR... OĞUZ BİRŞEYLER ARARKEN ÇIKAN SESLER.

OĞUZ                 : Nerede acaba şu? Amma da birikmiş, çoğalmış eşyalar... Aradığını bulabilene aşk olsun...
EFEKT                AYAK SESLERİ KESİLİR. BULDUĞU YAĞLIBOYA TABLOYA ELİYLE
VURUR, TOZUNU ÜFLER.
OĞUZ                 : ( Duygusal, mutlu ve yumuşak,) Buradasın demek... Bir an, çaldırdığımı sandım...
NİLGÜN              : Yağlı boya bir tablo... Kimin portresi o?
OĞUZ                 : Kimsenin... Diyelim ki senin... Amma da tozlanmış... Vakit bulamıyorum ki... Hangi birine yetişeceğimi şaşırdım. İş, güç... Biraz eskimiş, yıpranmış ama ne yapabilirim? Kaldırıp atacak mıyım, seni ? İnsanlar öyle yapıyor artık... Eşyaları eskiyince, hevesleri geçince, yenilerini satın alınca, kapının önüne koyuveriyorlar... Oysa anılar, şeylerin içinde gizlidir... Eşyaların...
NİLGÜN              : O zaman, şeytani bir şeydir eşya...
OĞUZ                 : Bunu bilmiyorlar... Göremiyorlar... Sana baktıklarında, kırılmış çerçeveni, yıpranmış, solmuş renklerini görüyorlar yalnızca... Gel de şuna bak... Sana bir ayna yaptım... İyi bak...
EFEKT:              NAGRA SES KAYDEDİCİSİNDE BAND İLERİ SARILIRKEN ÇIKAN SES.
(GEÇİŞ MÜZİĞİ )
( NOT: Bu bölüm bir Oyun İçinde Oyun’dur. Nilgün, Oğuz’un geçmişte kendisini terk eden eşini yansılar.)
NİLGÜN              : Hesap mı yapıyorsun yine?
OĞUZ                 : Harcamalarımıza dikkat etmeliyiz...
NİLGÜN              : Zaten üç kuruş para geçiyor eline...
OĞUZ                 : Haklısın, ama onun bile hesabını tutmazsak, iki yakamızı bir araya getiremeyiz sevgilim...
NİLGÜN              : Sen para hesabından anlamazsın ki...
OĞUZ                 : Olabilir... Ama önemli olan, toplamayı ve çıkarmayı bilmektir... Tabii ki, elimize geçen, yani toplayabildiğimiz sınırlı... O zaman sahip olduklarımızı mümkün mertebe elden çıkarmamaya çalışacağız...
NİLGÜN              : Bıktım...
OĞUZ                 : Neler söylüyorsun sen? Sen de onlar gibi düşünüyor olamazsın. Reklamlar, reklamlar, reklamlar... Onlar bizden sahip olduğumuz şeyleri bir an önce tüketmemizi, çöpe atmamız ve yenilerini almamızı, satın almamızı istiyorlar... Sonra da onları da atıp daha yenilerini almamızı… Sen de böyle bir yaşamın özlemini kuruyorsan, bu oyun artık bitmiş demektir...
NİLGÜN              : Kokuyorsun...
OĞUZ                 : Ne dedin sen?
NİLGİİN               : Çöplüğe çevirdin artık evi...
OĞUZ                 : Bunlar çöp değil, beni anlıyor musun? Tamam... Belki fazla duygusalım... Belki pintiyim, cimri bir adamım... Sadece, kullandığım, benim için önemli olan eşyaları, öyle herkes gibi fırlatıp atamıyorum... Bunda yanlış olan ne?
NİLGÜN              : Komşular, deli bu adam diyor... Utanıyorum...
OGÜZ.                : Demek deli diyorlar bana... Ya sen? Sen ne düşünüyorsun?
NİLGÜN              : Çöpleri karıştırıyorsun...
OĞUZ                 : Halt etmiş bunları söyleyenler... Beni iyi dinle; herhangi biri için yararsız, işlevsiz fazla, elden çıkarılması doğru görülen bir eşya; bir başkası için yararlı, işlevsel, ihtiyaç duyulan birşey olabilir... Hem, bu senin çöp deyip küçümsediğin şeyler, ne kadar değerli, biliyor musun? İnsanlar, bir gün bu gerçeğin farkına varacaklar...
NİLGÜN              : Ben gidiyorum artık...
OĞUZ                 : Beni terk mi ediyorsun?
NİIGÜN               : Bu kokuşmuşlukta yaşayamam ben...
OĞUZ                 : Kokuyor muyum?
EFEKT                NİLGÜN’ÜN AYAK SESLERİ... KAPI AÇILIR.
OĞUZ                 : Git o zaman...
( Havayı koklar.) Bir rutubet kokusu var havada...
(EFEKT:            NAGRA SES KAYDEDİCİSİNDE BANDIN GERİ SARILMA SESİ. PLAY DÜĞMESİNE BASILDIĞINDA ÇIKAN SES.
(GECİŞ MÜZİĞİ)

EFEKT               ODANIN İÇİNDE DOLAŞAN OĞUZ’UN  AYAK SESLERİ

OĞUZ                 : Bu sefer, hiç ses çıkarmadı beni apartmana girerken gördüğünde.  Başımın belası kadın... Aslında hep bağırıp çağırırdı. Demek ki bir hinlik planlıyor... Yine belediyeye ihbar etmiş olmasın beni... Belki de bıkmıştır. Hayır, o bıkmaz... Başka işi yok, bana bulaşıyor... Demek ki, tehlike altındayım... Ama bu ev benim... Kime ne benim evimden, eşyalarımdan?
NİLGÜN              : Çok büyük bir tehlike değil bu...
OĞUZ                 : Siz demin gitmemiş miydiniz?
NİLGÜN              : O bir oyundu... Birazdan gideceğim...
OĞUZ                 : Git...
NİLGÜN              : Burada bazı değerli eşyalar var... Ama geri kalanlar, nasıl söyleyeyim, atılabilir... Hem o zaman bu kokudan da kurtulabilirsin. Şu makara teybi, neydi markası… Nagra. Evet, Nagra… Verin onu bana. Sizin için yeni bir başlangıç olabilir... Onu ve diğer bazı değerli eşyaları sizden satın alabilirim. İyi para kazanırsın, Rahatlarsın...
OĞUZ                 : Peki, kim karar verecek, neyin değerli, neyin çöp olduğuna?
NİLGÜN              : Bir çocuk bile bunun ayrımını yapabilir. Mesela şu kâğıt parçası çöp değil de ne?

EFEKT               KÂĞIT HIŞIRTISI

OĞUZ                 : Saatli maarif takviminden bir yaprak... Üzerinde de bir söz, “Ezan-ı saat bir dakika geri alınır.”  Ya bu ? Bu da çöp öyle değil mi?

EFEKT                KARTON BİR AMBALAJ KUTUSUNA VURUNCA ÇIKAN SES

OĞUZ                 : Bir ambalaj kutusu... Onun da üzerinde bir söz; “Yüzeyler arasındaki mesafe, yiyeceklerin kalınlığına göre ayarlanır.” Sözler… Sözlerle dolu evim. Okuduğum, okumadığım dört binden fazla kitap... Hepsinden birer ikişer satır... Gazetelerin, el ilanlarının, prospektüslerin, ambalaj kutularının üzerlerindeki sözler... İşte, el âlemin fırlattığı, attığı, gözden çıkardığı, unuttuğu sözleri ben topladım... Eşyalar da birer sesten, birer sözden başka nedir dedim kendi kendime... Onları da topladım... Sonra topladıklarımı sıraladım, teyelledim kendi sözlerimle. Kendi sözlerim dediysem, kimin olduğunu hatırlayamadığım sözler yani... Yoksa benim ne sözüm, ne de ıslığım var... Ama işte bu ev, benim evim... Bu eşyalar benim... Öyküleri benim tarihim... Ve bu sözler, benim sözlerim. Güneş altında bunlar, hiç ardı ardına bu sırayla söylendi mi? Çöp dedikleri eşyalarda anılar nasıl gizlenirse, bu sözlerde de, kelimelerde de bir şeyler gizli durmuyor mu peki?
(MÜZİK FONDA DEVAM EDER)
NİLGÜN              : Bu sözler senin değil...
OĞUZ                 : Topluyorum... Başkalarının elden, gözden çıkardıklarını topluyorum işte... Sizinle karşılaştığımız o parkta yıllardır sesleri kaydettiğimi söylemiştim. Bundan tam yirmi yıl önce elli feetlik bir banda kayıt yapmıştım. Bir nisan günüydü. Gece olunca evde o günkü kaydı dinlemeyi adet edinmiştim. Bandı başa sardım. Dinlemeye başladım. Kuş sesleri, koşuşturan çocuklar, satıcılar… Sonra çok iyi tanıdığım bir ses duydum. Kayıt yaparken fark edememiştim ama geceleyin bütün sesler susunca gözlerimi yumup dinlerken birden bire fark ettim. Biraz uzaktan geliyordu ama onun sesiydi. “Sana kaç kere söyledim.” Diyordu bir kız çocuğuna. Dört beş yaşlarındaki çocuk; “Ama anne lütfen.” Diyordu, “Bir kere daha kayayım.” “Sana kaç kere söyledim.” Diyordu kadın. Sesi uzaktan geliyordu ve ben bu sesi çok iyi tanıyordum. Demek beni terk ettikten sonra evlenmişti. Bir de kızı olmuştu. İşte böyle…
NILGÜN              : Ben gidiyorum...
OĞUZ                 : Söyleyecek başka sözünüz yok mu?
NİLGÜN              : Karınız da sizi bu yüzden terk etmiş zaten...
OĞUZ                 : O var ya beni terk etmedi ki... O, toplamayı terk etti... Çıkarmayı seçti yani...
(EFEKT:            NAGRA SES KAYDEDİCİSİNDE BANDIN GERİ SARILMA SESİ.
(GECİŞ MÜZİĞİ)
EFEKT               KAPI GÜRÜLTÜYLE ÇALINIR.
SES                    : Evdesiniz... Biliyoruz... Açın kapıyı...
OĞUZ                 : Hava, rutubet kokuyor sanki.
EFEKT               KAPI SESİ YÜKSELİR.
SES                    :Açın... Hakkınızda şikâyet var...
OĞUZ                 : ( Sesi duymuyordur sanki... Havayı koklayarak,) Sanki değil, kesinlikle...
EFEKT               DAHA DA YÜKSELİR KAPININ YUMRUKLANIŞI.
SES                    : Açın kapıyı... Yoksa kıracağız!
MÜZİK               FONDA DUYULMAYA BAŞLAR.
OĞUZ                 : Demek ki yağmur yağacak bu gece...
EFEKT:              KAPI SESİ YÜKSELİR ZAMANLA DÜŞER...
( GEÇİŞ MÜZİĞİ )    
OĞUZ                 : ( Evin boşaltıldığını hissettirmek amacıyla, Oğuz’un sesi ekolüdür.) Haklıymışım. Dün gece yağmur yağdı. (Sesi ekoludur. Kendi sesini dinler.) İlk kez, sesim yankılanıyor evimde... Hiç insanın sesi, kendi evinde yankılanır mı? Bir tek, yeni taşındığı bir evde böyle duyar insan kendi sesini. Ama ben, yıllardır oturuyorum burada. Aaaa… (Sesini dinler.) Bu benim sesim mi? Benim evim mi burası? Haklıymışım... Dün gece yağmur yağdı... O kokunun nedeni, yağmurmuş... Belki biraz koku var gibi... Ama güneş, onun da üstesinden gelir. Pencereden dışarıyı görebiliyorum. Çünkü evim bomboş artık... (Hüzünlü,) Götürdüler...(Duyarsız,) Götürdüler... (Anlamlandıramayarak,) Götürdüler...(Öfkeli,) Götürdüler... Hepsini çöp kamyonuna doldurup, götürdüler... (Umutla,) Yeniden başlasam toplamaya... (Susku) Arabamı da götürdüler... (Öfkeli...) Yıllardır topladığım her şeyimi, bütün seslerimi çıkardılar evimden... Oysa onlar benim anılarımdı... Oysa onlarda benim tüm tarihim gizliydi... (Üzgün,) Şimdi onları başkaları toplayacak, şehir çöplüğünden... Sonra da götürüp para edenlerini bitpazarında satacaklar... Sonra da onları alanlar bir süre kullanıp, atacaklar yine çöpe.
(EFEKT:            NAGRA SES KAYDEDİCİSİNDE BANDIN GERİ SARILMA SESİ.
(GEÇİŞ MÜZİĞİ)
EFEKT:              ZATEN ARALIK OLAN KAPININ GICIRDAYARAK AÇILMA SESİ. İÇERİ GİRER NİLGÜN AYAK SESLERİ DUYULUR.
NİLGÜN              : Aman tanrım... Taşınıyor musunuz yoksa? Evin hali ne böyle? Eşyalarınız nerede?
OĞUZ                 : Nasıl girdiniz içeri?
NİLGÜN              : Kapı zaten açıktı. Ne oldu eşyalarınıza?
OÖÜZ                 : Mahalle sakinleri, çevredeki kokunun kaynağının benim eşyalarım olduğuna karar vermişler.
NİLGÜN              : (Yapay bir hüzünle) Ve belediye temizlik işçileri de duruma el koydu. Hepsini mi götürdüler?
OĞUZ                 : Bir tek bu koltuğun, bana ait olduğuna karar verdiler... Bu, bir çöp değilmiş çünkü... Evimi temizlediler.
NİLGÜN              : Ne yapacaksınız şimdi?
OĞUZ                 : ( Sevinçle,) İyi ki Nagra’mı size ödünç vermişim. Yoksa onu da götüreceklerdi.
( Kısa bir süre susar.)
Siz de boşuna gelmişsiniz. Gördüğünüz gibi, işinize yarayacak bir şey kalmadı burada...
NİLGÜN              : Böyle konuşmayın. Sizin kadar olmasa da, ben de üzüldüm olanlara. Gerçekten değerli eşyalar da vardı, çöplerin arasında...
OĞUZ                 : Çöplerin arasında mı?
NİLGÜN              : Bu kadar alıngan olmayın. İyi ki gelmişim...
OĞUZ                 : Mabedimin yağmalandığını görmek, oldukça eğlenceli, değil mi?
NİLGÜN              : Yeniden başlayabilirsiniz... Yepyeni bir yaşama... Bu toplumda yaşıyorsanız, kurallarına ayak uydurmalısınız. İyi ki gelmişim. Her şeyinizi yitirdiğiniz şu anda, aslında benim size sunduğum, ikinci bir şans... Çok şanslısınız siz.
OĞUZ                 : Oyun oynayacak halim yok... Lütfen gider misiniz?
NİLGÜN              : Haklısınız, fazla uzattım... Bir an önce müjdeyi vermeliyim. Nagra’yı, sattım...
OĞUZ                 :  Demek, satmak için istemiştiniz onu benden... Keşke size vermeseydim de çöpçüler götürseydi...
NİLGÜN              : Sözümü bitirmeme izin verin. Tam, yirmi bin dolar... Yarısı sizin... Yarısı benim... İşte burada… Tamı tamına on bin dolar… Sizin payınız.
EFEKT:               NİLGÜN’ÜN AÇILAN ÇANTASININ SESİ.
NİLGÜN              : Gördüğünüz gibi dürüst bir insanım ben... Sanırım artık keyfiniz yerine gelmiştir. Bu parayla her şeye yeniden başlayabilirsiniz. Elinize geçen bu ikinci şansın değerini bilin bence.
OĞUZ                 :  Lütfen gider misiniz?
NİLGÜN              : Aslında bu yaptığınız düpedüz nankörlük. Yaşadıklarınızın sizi ne kadar sarstığını tahmin edebiliyorum. Tamam... Yalnız kalmaya ihtiyacınız var. Yeni bir yaşam kuracaksınız kendinize. Parayı buraya, koltuğun üstüne bırakıyorum.
EFEKT:               NİLGÜN’ÜN AYAK SESLERİ.
NİLGÜN              : Size, bundan sonraki yaşamınızda başarılar diliyorum. Güzel günler sizi bekliyor. Paranızı akıllıca harcayın...
EFEKT:               NİLGÜN’ÜN AYAK SESLERİ VE AÇILIP KAPANAN KAPININ SESİ.
OĞUZ                 :  Bir tek bu koltuk benimmiş demek... Şimdi üzerinde de Nagra’mın bedelinin yarısı... Doğru. Ben bu koltuğu çöpten bulmamıştım ki...
( Havayı koklar.)
Kokuşmuş bir şeyler var burada. Her şeyi götürdüler ama... Ya bu koltuk? ( Koltuğunu koklar.) Tabii ya... Demek bütün koku bu eski koltuktan geliyormuş... Amma da eskiymiş gerçekten...
EFEKT:              KOLTUĞA OTURUR.GICIRDAYAN SALLANAN KOLTUĞUN SESİ.
OĞUZ                 :  Çok da rahatsız... Yayları sırtıma batıyor. Hem sırf, baba yadigârı diye de, bu kadar yer işgal etmesine izin veremem bir çöpün... Hele salonumun orta yerinde...
EFEKT:               KOLTUĞU KUCAKLAR. AYAK SESLERİ. AÇILAN KAPININ SESİ.
OĞUZ                 :  Bunu çoktan atmam gerekirdi...
EFEKT:              TOZLANAN ELERİNİ ÇIRPAR.
OĞUZ                 :  Şu paraları da cebime koyayım… Şöyle yeni moda berjerlerden iki tane alsam... Tam pencerenin önüne… Ortalarına da bir fiskos masası... Biraz pahalıya patlar ama olsun. Yeterince param var. Aslında ıvır zıvırı götürmeleri iyi oldu. Dışarıyı görebiliyorum artık.(Üstünü başını koklar.) Bu giysilerden de kurtulmak gerek. (Soyunmaya başlar) Bu ceket… Bu gömlek… Bu pantolon… Hepsi, hepsi kokuyor.  Şu paralar yerde dursun şimdilik.  Herkes gibi ben de sokağa atabilirim bu çöpleri...
EFEKT:              PENCERE AÇILIRKEN ÇIKAN SES. PENCEREDEN ATILAN GİYSİLERİN SESİ. SOKAK SESİ.
OĞUZ                 :  Çoraplar… Çamaşırlar... Evet, hepsinden kurtuldum artık... Kokuşmuş her şeyden kurtulmalıyım. Hiçbir şey kalmadı evde kokunun kaynağı olabilecek... Hiçbir şey...
( Havayı koklar...)     
Pislik içinde sokaklar. Her yer çöp. Kapıların önü, kaldırımlar… Yeni şeyler almalıyım... Ama hepsi de yepyeni olmalı. İlk ben dokunmalıyım onlara... Her şey çöp sayılabilir bugün, birilerinin gözünde. Ama parlak ambalajlı bir eşyaya kim çöp diyebilir ki? Ve kim rahatsız olabilir, ambalajı açılmamış bir eşyanın kokusundan? Parlak ambalajları olmalı artık eşyalarımın... İlk ben dokunmalıyım, sonra da atmalıyım. Tabii ilk önce bir televizyon... Reklamları izlemeden alış veriş yapmak pek akıllıca olmaz... Bakir eşyalara methiyeler düzmeliyim. Bu işin üstesinden rahatlıkla gelebilirim. .Bunun için yaratılmışım ben...
( Havayı koklar.)
Koku? Dışarıdan mı geliyor bu koku?
Dışarıda da bir koku var ama o farkla...
Neyi fırlatıp atsam da kurtulsam şu kokudan? ( Sessizlik...) Kurtulamıyorum bu kokudan... Kokuşmuşluktan...
( Koklar.) Beni niye götürmedi temizlik işçileri? Yoksa kokan ben miyim?
( Yapay bir umutla,)
Ama bir deodorant, bu kokunun üstesinden gelebilir... Söyle bakalım hangisisin sen? Şair ruhlu bir Don Juan mı? Korkusuz bir maceracı mı? Engel tanımayan bir sporcu mu? Hem bir deodorant, bana ihtiyaç duyduğum kimliği de verebilir...
Paralar... Bunlar da kokuyor... Ama öyle yabancıyım ki ben bu kokuya. Fırlatıp atmalıyım bunları da. Evet, evet. Kokuyorlar çünkü... Nasıl da uçuşuyorlar... Hayır... Artık koku yok... Kokabilecek hiçbir şey yok artık bu evde... Adı bile yok artık buranın... Bir mabet değil ki kokusu olsun...
( Havayı koklar...)
Bu koku, artık korkutmuyor beni...
EFEKT:              SOKAĞA GİREN ÇÖP KAMYONUNUN SESİ VE KORNASI.
OĞUZ                 :  Çöp kamyonu gelmiş... Beklemezler ki... Bu sefer kaçırmayayım... Heey! Beni bekle! ( Havayı ve kendini koklar.) Beklesene çöpçü! Bu çöpü almadan gitme! Bir gün daha kalırsa, bütün kenti kokutacak yoksa...
EFEKT:              PENCERE AÇILIRKEN ÇIKAN SES. SOKAĞIN SESİ. BİRDEN BİRE BAŞLAYAN SAĞANAK YAĞMURUN SESİ.
EFEKT:  BİR PARKTA DUYULABİLECEK SESLER. (Oyunun başındaki efekt yıpranmış bir banttan tekrar edilir.)
BİTİŞ MÜZİĞİ  

SON

1 yorum:

  1. kötü etiketlerimizi, zamanla istemesek bile sahiplendiğimizi ya da kabullenip etikete uygun davrandığımızı anlatmışsınız bence..
    doğru mu yanlış mı bilmem artık:) fnç

    YanıtlaSil

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...