23 Mart 2012 Cuma

FİLM ÖYKÜSÜ (TRETMAN): "CEHENNEM LALELERİ"



CEHENNEM LALELERİ


Uzun Metrajlı Film Senaryosu
TRETMAN



İstanbul 27 Kasım 1719


Beşiktaş’ta sabah namazının okunduğu duyulur. Köpek kulübesini andıran, yoksul bir barakada, gümrük iskelesi hamallarından Kürt Çelo ezan sesiyle uyanır. Yer yatağında, altı, yedi ve sekiz yaşındaki üç oğlu koyun koyuna uyumaktadırlar. Çelo telaşla karısını ve çocuklarını uyandırır, giyinip çıkarlar. Çocuklar hem aç hem de yalın ayaktır. Çelo’nun karısı Şirin de örtünmüş peşlerinden gelmektedir. Sokakta çocuklarını koşaradım bir yerlere götüren başka yoksul insanlar da vardır. Şair Nedim’in Tekerlek Mustafa Çelebi Mahallesindeki görkemli yalısının önünden geçerler Hamal Kürt Çelo, üç oğlu ve karısı Şirin…


Şair Nedim bugün yapılacak büyük Sur(düğün, şölen)’un önemli konuklarındandır… Eflatun bir tülbent bağlamıştır başına. Sarığının tam ortasına lale biçimli mücevherli bir sorguç yerleştirir. Eflatun bir kaftan giyer ve atlı arabasına biner. Yolda bugünün anısına yazdığı kasidesini kendi kendine tekrar eder. Çelo, üç oğlu ve karısı Şirin, Şair Nedim’in atlı arabasına saygıyla yol verip yürümeye devam ederler…
Padişah 3. Ahmet’in şehzadeleriyle birlikte sünnet edilecek beş bin yoksul aile çocuğu gruplar halinde el ele tutuşturulmuş, eli sopalı bostancıların nezaretinde Okmeydanı’na getiriliyorlar. Beyaz sünnet entarileriyle beş bin çocuk, başlarında Bostancılarla, uzaktan çobanların güttüğü büyük bir koyun sürüsü gibi görünmektedir. Hamal Kürt Çelo üç oğlunu yalvar yakar bu çocuk sürüsünün arasına katar. Şirin’e sünnetten sonra çocukları doyurmasını tembih edip, iskeleye doğru koşmaya başlar.
            Okmeydanı’nın bir köşesinde kurulmuş dört tarafı açık büyük çadırda, altmış kadar berber, ellerinde usturalarla önlerine getirilen çocukları çarçabuk sünnet etmekte, sağda solda dolanan eli tefli, çalparalı soytarılar, korku içinde ağlaşan çocukları güldürmeye çalışmaktadırlar. Bu arada Bostancılar da hep beraber yüksek sesle salâvat getirmektedirler. Arada bir Bostancının elinden kurtulmayı başarıp kaçmaya çalışan bir çocuk beş on metre gittikten sonra yakalanıp, bacakları ikiye ayrılarak kucaklanıp sünnetçi berberin önüne getiriliyordur.
Dönemin Vezir-i Azam’ı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, Sultan 3. Ahmet’in, Süleyman, Mehmet, Mustafa ve Beyazıt isimli dört şehzadesi ve kendi oğlu Mehmet Bey’i beş bin yoksul halk çocuğuyla beraber sünnet ettirmek için büyük bir Sur hazırlamıştır. On beş gün, on beş gece sürecek eğlenceler için Okmeydanı aylardır özenle hazırlanıyordur. Osmanlı imparatorluğunun kültür, sanat ve sosyal hayatını oluşturan bütün zenginlikler bu görkemli törende yer alacaktır. Bu törenlerin başladığı 27 Kasım 1719 tarihi aynı zamanda Lale Devrinin de başlangıcıdır.
Görkemli sarayda 3. Ahmed’in üç oğlunun sünnet törenine hazırlanışlarını görürüz.
Ziyafet sofraları için Tekirdağ ve Bursa civarından 16.000 kümes hayvanı getirilmiş; halka ve askerlere kurulacak sofralar için İzmit’ten 10.000 ağaç sini getirtilip, 10.000 cam şerbet kavanozu ve meydanı geceleri aydınlatmak için 25.000 kandil yaptırılmıştır.
Dönemin büyük şairi Seyyid Vehbi Efendi, on beş günlük eğlenceleri kalıcı bir eserde ölümsüzleştirmekle görevlendirilmiş ve minyatürlerle yaşananları sahne sahne anlatan ‘Surname-i Hümayun’u hazırlamıştır. Bu eserdeki minyatürlerden yola çıkılarak bu on beş günlük büyük şölen gerçeğe uygun olarak canlandırılacaktır.
Bütün İstanbul halkı bu görkemli şenliklere katılır. Gündüzleri canbaz, kasebaz, hokkabaz, curcunabaz, ateşbaz gibi eğlence kollarının yanı sıra esnaf loncalarının alayları da görkemli gösteriler sergiler. Saray Bestekârı Burnaz Hasan Çelebi’nin yönetimindeki seksen kişilik saz heyeti, mehteran, imparatorluğun dört bir yanından, hatta Mısır’dan gelen oyuncu kolları, kuklacılar, meddahlar, ortaoyuncular, kısaca Osmanlının bütün kültürel renkliği ve zenginliği… Bütün bu renkli ve görkemli dünyanın yanında savaşlarla yoksullaşan halkın Okmeydanı’nda kurulan sofralara aç kurtlar gibi saldırışı… Lale devrinin dramatik hikâyesinin başlangıcı budur. Şirin, yeni sünnet olmuş üç oğlunu bir yandan avutmaya bir yandan da bir siniye yaklaşıp hiçbir zaman yiyemeyecekleri yemeklerle doyurmaya çalışır.
Osmanlı İmparatorluğu 18.yüzyıla telaş ve hayal kırıklıklarıyla girmiştir. 1718 yılında yapılan Pasarofça barış antlaşmasıyla doğu ve batıda barışa kavuşulmuş ve uzun zamandır Avrupa’da gelişen yenilik hareketlerine ayak uydurmak için gayretler başlamıştır. Şair ve hattat olan, eğlenceyi seven 3. Ahmet İstanbul’u yenileştirmek ve güzelleştirmek için, sanata ve yeniliğe açık Nevşehirli İbrahim Paşa’yı sadrazamlığa getirir. Zevke ve eğlenceye de düşkün olan sadrazam, İstanbul’a yeni saraylar, yalılar, köşkler, sebiller, çeşmeler, bahçeler yaptırıp şehrin çehresini değiştirir. Padişah’ın kızı Fatma Sultan’la evlenip saraya damat olduktan sonra ise bütün iktidarı eline almıştı. Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, yakınlarını yüksek mevkilere getirmekte gecikmez. Hemen her gün ayrı mecliste âlimler, şairler, müzisyenlerle birlikte sohbet ve eğlence âlemlerindedir. Özellikle Haliç’te, Kâğıthane taraflarında bambaşka bir dünya kurar. Sa’dabad adı verilen bir köşkten dolayı bölge bu isimle anılıyordur. Köşkler, kasırlar, çeşmeler, havuzlar, heykeller ve laleler… İstanbul’un seçkinleri, zenginleri ve soyluları, sınırsız eğlence ve sınırsız harcamalarla Osmanlı’da benzeri görülmemiş bir saltanat sürerler. Bununla birlikte ekonomi kötüye gitmeye başlar, paranın alım gücü düşer, zenginle yoksul arasındaki uçurum büyür, halk büyük bir sefalete sürüklenir. Sa’dabad’ta kurulan uçsuz bucaksız lale bahçeleri öyle artmıştır, lale yetiştiriciliğine öyle önem verilmiştir ki, lale soğanları fahiş fiyatlara satılır ve alıcı bulur.
İşte hikâyemiz lale devrinin başlangıcı olarak kabul edilen, on beş gün, on beş gece süren görkemli sünnet düğünüyle başlar. Vehbi’nin Surname-i Hümayun’undaki görkemli gösteriler Padişah 3. Ahmet’in huzurunda bir bir icra edilir. Eğlenceler, hava kararınca da bitmez. Geceleri de deniz şenlikleri Haliç ve Boğaz boyunca devam eder. Tersane mimarbaşısı İbrahim Efendi, bu şenliklere özel, yepyeni bir şey icat etmiştir. Üç çifte bir kayık büyüklüğünde, timsah şeklindeki bu deniz taşıtı aslında dünya tarihinin bilinen ilk denizaltısıdır. Su yüzeyinde seyir ettikten sonra timsahın ağzı kapanır ve suyun içine gömülür. Yarım saat kadar sonra hayli ilerde tekrar su yüzüne çıkan timsah, ağzını açar ve içinden beş köçek oğlanların dans ettiği görülür. Padişah 3. Ahmet ve Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ve bütün İstanbul halkı bu inanılmaz gösteriyi hayranlık ve şaşkınlıkla izler. Bu inanılmaz icadın içinde 20 kadar kalyoncu nefer çalışmaktadır. Bunlardan biri de on beş günlük bu görev için alacağı on gümüş akçenin hayalini kuran Patrona Halil’dir. Daha önce patrona gemisinde nefer olduğundan arkadaşları ona bu adı vermişlerdir. Aslında uzun zamandır Beyazıt’ta Hünkâr Hamamı’nda Arnavut tellak taifesindendir; Patrona Halil bin İskender… Yeni icat denizaltı timsahın içinde forsa gibi çalışan neferlerden Patrona Halil ve yakın dostu Hamal Kürt Çelo Timsahın ağzı açıldığında uzakta Aynalıkavak kasrında safahat içinde eğlenen ve şaşkınlıkla kendilerini seyreden Sultan’ı ve sadrazamı görürler.
Hikayemizin ve Lale Devrinin en renkli ve en marjinal karakterlerinden Şair Nedim de Aynalıkavak’ta Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın yanındakiler arasındadır. Nedim, Sadabad sahnelerinin baş aktörüdür. Giyimi kuşamıyla, tüm davranışlarıyla tam bir marjinaldir. Eşcinselliği gizlisiz saklısız yaşamakla kalmaz, sanatında da tüm açıklığıyla anlatır. O aslında Nevşehirli Damat İbrahim’in uzun yıllardır ‘Nedim’idir. İkisi zevk ve fikir arkadaşıdırlar ve Nedim’in toplum içinde özgürce davranabilmesi de İbrahim Paşa sayesindedir.
Bir diğer temel karakterimiz de yine Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın yanındadır… 28 Çelebi Mehmet Efendi… Bir yıl sonra Fransa’ya elçi olarak gidecek olan 28 Çelebi Mehmet Efendi, Fransa’da göreceği sarayları, eğlenceleri ve teknolojik gelişimleri İstanbul’a getirerek Lale Devri’nin kültürel değişimini belirleyen en önemli karakterlerdendir. Fransa seyahatine giderken yanında götüreceği oğlu Mehmet Sait Paşa, Osmanlı’ya ilk matbaayı getiren İbrahim Müteferrika’yı destekleyen isimdir. 28 Çelebi Mehmet Efendi, oğlu Mehmet Sait Paşa ve İbrahim Müteferrika da Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın yanındakiler arasındadır.
Tersane mimarbaşısı İbrahim Efendi’nin denizaltı gösterisinin ardından Cebecilerin ateş ve havai fişek gösterileri başlar. Büyük bir gümbürtünün ardından yer gök fışkıran, parlayan ateşlerle aydınlanır. 3. Ahmet, bu büyük gümbürtüyle irkilir. Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, padişahın rahatsızlığını fark eder. Cebecilerin bu görkemli gösterisinin bir başka manası daha vardır. 3. Ahmet’i tahta çıkaran Edirne Vakası… 3. Ahmed’in ağabeyi, Sultan 2. Mustafa cebeciler tarafından tahttan indirilmiştir. 3. Ahmed’in en büyük korkusu ve tedirginliği, ağabeyinin başına gelen gibi bir darbeyle tahttan indirilmektedir.
Aynalıkavak Kasrının sol bölümü dışarıdan içerisi görünmeyecek kafeslerle kapatılmıştır. Bu bölüm sarayın hanımlarının şenlikleri seyretmesi için hazırlanmıştır. 3. Ahmed’in annesi Valide Gülnûş Sultan sarayın en nüfuslu kadını bu bölmededir. 3. Ahmed, Osmanlı Padişahları arasında en çok kadınla evlenen padişahtır. 3. Ahmed’in 18 karısı ve otuz kızı bu kafesli bölümde bulunmaktadır. 3. Murad’ın ilk çocuğu Fatma Sultân, görkemli sünnet düğününden iki yıl önce 1917’de Nevşehirli İbrahim Paşa ile evlenmiş ve bu nedenle paşa, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa olmuştur. Fatma Sultan henüz beş yaşındayken, Sadrazam Silahtar Ali Paşa ile evlendirilmiş, Ali Paşa Fatma Sultan 11 yaşındayken şehit olmuştur. Bir yıl sonra, henüz 14 yaşındayken 52 yaşındaki İbrahim Paşa’yla evlendirilmiştir. Şehzade sünnet düğünü yapıldığında 17 yaşında olan Fatma Sultan’ın güzelliği dillere destandır.
Görkemli timsah biçimli denizaltı gösterisi son bulmuştur. Büyük ahşap timsah iskeleye yanaşır. Patrona Halil, Kürt Çelo ve yirmi kadar kürekçi timsahın içinden çıkıp iskelede paralarını almak için beklerler. Tahtadan Timsahı yapan İbrahim Efendi avuçlarına beşer gümüş akçe bırakır. Sıra Patrona Halil’e gelince Halil beş akçeye bakar, hemen İbrahim Efendi’nin gırtlağına sarılır. İbrahim Efendi daha önceden anlaştıkları gibi hepsine onar akçe öder.
  Hamal Kürt Çelo ve Patrona Halil üzerleri kir pas içinde ama ceplerindeki onar gümüş akçenin sıcaklığıyla Beyazıt’taki Külhan Hamamı’nın yolunu tutarlar. Pazardan geçerler. Ünlü Lale soğanı yetiştiricisi Hafız Çelebi’nin soğanlarından bir tekinin 150 altına satıldığına şahit olurlar. Bu soğanın adı Nur-ı Ahn, yani Cennet Nuru’dur… Kürt Çelo ve Patrona Halil Külhan Hamamı’na girerler ve yıkanmaya başlarlar. Ardından yirmi dört saat hamamın külhanından hiç çıkmayan Kalender Baba Külhan-ı Lahyar’a olanları anlatırlar. Çal çaput içinde, yarı çıplak, bir deri bir kemik, saçı sakalı birbirine karışmış yetmiş yaşlarında süflî bir ayyaş filozoftur, Külhan-ı Lahyar. Meyhaneciler şarap küplerinin diplerinde biriken çamurumsu tortuyu ona getirirler. Külhan-ı Lahyar, yalnızca bu çamurla beslenir. Beyazıt’taki Külhan Hamamı o dönemde bir tür yeraltı örgütünün merkezidir.  Lale devrinin görkemli yaşamının dışına itilmiş kimsesizler, sakatlar, ayyaşlar, afyonkeşler, hırsızlar, dilenciler… Yani dönemin bütün kaybedenleri, bütün dışlanmışları için burası bir korunaktır. Ancak kendine özgü bir dünya olarak buranın da kuralları, yasaları, ritüelleri vardır. O gün külhana yeni kabul edilen iki kimsesiz çocuk Lahyar kefenine gireceklerdir. Bu bir tür gizli kardeşlik törenidir. Lahyar kefeni iki kişinin içine birlikte girdiği bir gömlektir. On bir yaşındaki bu iki çocuk İskender Porca ve Alacalı Mustafa’dır.
İstanbul Temmuz 1721

Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi 1720 yılında Sultan III. Ahmed tarafından Paris'e büyükelçi olarak gönderilir. Osmanlı Devletinin Fransa'ya gönderdiği ilk elçi odur. 1721 Temmuz'una kadar Fransa'da kalan Çelebi Mehmed Efendi ve kalabalık maiyetiyle İstanbul’a döner. Oğlu Yirmisekizzade Mehmed Said ‘de yanındadır. Mehmed Said İbrahim Müteferrika ile birlikte Osmanlı’da ilk Türk matbaasını kurmayı planlamaktadır. Yoksulluk içindeki halk Fransa’dan gelen bu kafileyi merakla karşılar. Fransa’dan Padişah için getirilen hediyeler, ilginç aletler ve giysiler adeta İstanbul içinde sergilenerek heyet tarafından saraya götürülür. Hediyeler arasında saatler, giysiler ve basılı eserler de vardır. Aynı gün düzenlenen Divan-ı Hümayun’da 28 Çelebi Mehmet Efendi, hem sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya hem de Padişah 3. Ahmed’e Fransa seyahatinde gördükleri hakkında  bilgi verir.
Bu divanda ayrıca Nevşehirli Damat İbrahim paşa son iki yıl içinde İstanbul’da yapılan imar çalışmalarını anlatır. İstanbul’un özellikle boğazın çehresi değişmiştir. 28 Çelebi Mehmet Efendi’nin Fransa’dan getirdiği bahçe ve saray planları incelenir. 3. Ahmet Kâğıthane taraflarının Fransız usulüyle yeniden imar edilmesini buyurur. Batıyla kalıcı barış ve batılılaşma ile ilgili bütün talepler ve planlar büyük bir heyecan ile konuşulur.
Bu arada 28 Çelebi Mehmet Efendinin oğlu Mehmed Said, İbrahim Müteferrika ile matbaa kurma çalışmalarına başlamıştır. Kuracakları matbaa İstanbul’daki ilk matbaa değildir aslında. İstanbul’da uzun zamandır faaliyet gösteren Yahudi, Ermeni ve Rum matbaaları vardır.
Mehmed Said ve İbrahim Müteferrika, Haliç’in güney yakasında, Fener İskelesinin yakınında matbaa kurmak için bir bina hazırlarlar. Hollanda’dan sipariş edilen matbaa makinesini taşıyan gemi fener İskelesine yanaşır. Gemiden indirilecek bu garip metal aleti taşıyacak hamallar arasında Kürt Çelo ve yaklaşık üç yıl önce Lahyar Kefenine girip kardeş olmuş İskender Porca ve Alacalı Mustafa da vardır. Mehmed Sadi ve İbrahim Müteferrika baskı makinesinin bedelini Hollandalı tüccara altın ve lale soğanıyla öderler. Hamallar baskı makinesini binaya taşırlar. İbrahim Müteferrika İskender Porca ve Alacalı Mustafa’yı matbaada çalışmak üzere işe alır.
Hemen matbaanın faydalarını anlatan elle yazılmış küçük bir risale hazırlanır ve çoğaltmak için beş hattat tutulur. Hattatlar bu risaleyi çoğaltırlar. Aralarından Hattat Osman bunun belki de çoğaltacakları son risale olduğunun farkındadır. Çünkü matbaa çalışmaya başlayınca artık onlara gerek kalmayacaktır. Hattat Osman, matbaanın faydalarını anlatan risalelerden birini Hattat Loncasına götürür. İskender Porca ve Alacalı Mustafa da çoğaltılan risalelerden birini Külhan-ı Lahyar’a götürecektir. Bu risalelerden biri de Nevşehirli Damat İbrahim paşa’ya ulaşır. O da kurulma çalışmalarına başlanılan matbaanın faydalarını padişah 3. Ahmed’e anlatır. Padişah Türkçe ve Arapça matbaanın kurulmasını onaylar ancak önce Şeyhülislam’dan fetva alınması gerekmektedir. Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın etkisindeki Şeyhülislam Yenişehirli Abdullah Efendi matbaaya müsaade eden fetvayı verir. Yahudi Yona İstanbul’un en maharetli harf dökücüsüdür. Yona ve Mıdırgıç Galatavi matbaada usta olarak göreve başlarlar. İskender Porca ve Alacalı Mustafa da on kadar çırakla birlikte matbaada çalışacaklardır.
Patrona Halil’in en yakın arkadaşı Kürt Çelo, Yemiş İskelesinde manav Muslu Beşe’nin yanında hamallık etmeye başlar. Muslu Beşe Patrona Halil’den on yaş kadar büyüktür ve diğerlerine göre varlıklı sayılır. Başı dara düşene yardım eder, elinden geldiğince külhanileri doyurur. Patrona Halil ve Muslu Beşe bazı akşamlar Yemiş İskelesinde şarap içerler. Muslu Beşe de, Lale Devrinin muhalif isimlerindendir.
Takip eden günlerde Külhan Hamamı’nda gizli bir toplantı düzenlenir. İstanbul’da 90.000 üyesi bulunan Hattatlar Loncası, matbaaya müsaade eden fetvayla iyice karışmıştır. Bu tür yer altı toplantılarının hamamda yapılmasının nedenleri vardır. Çünkü hamama soyunup yalnızca bir peştamalla girileceğinden kimse silah getiremez. Kimse kimliğini gizleyemez. İstenmeyen kişiler kapıda hamamın dolu olduğu bahanesiyle geri çevrilebilir. Toplantının güvenliğini de Patrona Halil gibi külhan fedaileri sağlar. Aslında asıl sorun İstanbul’da son dönemde halkın yaşadığı büyük yokluktur. İstanbul’da her şey vardır ama her şey ateş pahasıdır. En ucuz şey de insan emeğidir. Bir gurup büyük zenginlik içinde yaşarken Osmanlı tarihinde ilk kez açlıktan ölenlere rastlanmaktadır. Meşhur hattatlar bu sıkıntıyı yaşamaz ama on binler her yeniliğin kendilerini daha da yoksullaştıracağına inanır. Hattatlar loncasından ileri gelenler ve Külhan-ı Lahyar ve külhanın diğer ileri gelenleri Padişahı uyarmak için bir cenaze töreni düzenleme kararı alırlar.
Ertesi gün öğlen namazından sonra loncaya kayıtlı hattatlar, mücellitler, tezhipçiler ve külhanda yatan muhalifler temsili bir cenaze namazına katılırlar. Hattatların içine kâğıt, kalem ve diğer alet edevatı koydukları bir tabut omuzlarda taşınır. Kalabalığa İstanbul’un bütün işsizleri, yoksulları ve açları da katılır. Bu bir ayaklanma provasıdır ve başı çekenler arasında Patrona Halil de vardır. Fatih semtinin iç güvenliğini sağlayan Kulluklar kalabalığa müdahale edemez. Haber Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya ulaşır. Yeniçeri Ağasına emir verilir. Kalkışma kanlı bir biçimde bastırılır. Her şeye rağmen Mehmed Said’in ve İbrahim Müteferrika’nın matbaası çalışmaya başlar. Patrona Halil,  İskender Porca ve Alacalı Mustafa’nın matbaada çalışmaya devam etmelerini söyler. Çünkü gerektiğinde kendisine bilgi getireceklerdir.





İstanbul 1729

İstanbul’un yoksul semtlerinde tellalların davul sesleri duyulur. Osmanlı, yıllardır batıda barış yaşamaktadır. İran’da Sefevi Hanedanı çökmek üzeredir. Batı İran’da isyan eden Azerî Davud Han hutbelerde 3. Ahmed’in adını okutup, Osmanlıya katıldığını ilan etmiştir.  Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, halktaki yoksulluk kaynaklı huzursuzluğu doğuya yapılacak bir seferle dindirmenin çare olduğu konusunda 3. Ahmed’i ikna etmiştir. Tellallar, İran üzerine yapılacak sefer için yoksul halkı Yeniçeri ocaklarına katılmaya çağırıyordur. Beyazıt Külhan Hamamı’ndan Kürt Çelo ve Babacafer Yeniçeri ocağına kaydolurlar. Sefere gidecektir. Böylelikle açlık ve sefalet içindeki ailelerine faydaları dokunacağını düşünürler. Patrona Halil, onları bu boş hayalden vaz geçirmeye çalışır ama başaramaz. İkisinin de bakmaları gereken çoluk çocukları vardır.
Yoksul halk kurbanlık koyun sürüleri gibi Yeniçeri ocaklarına yazılır. Gemilerle Karadeniz üzerinden Trabzon’a oradan da karayoluyla cepheye gideceklerdir. Binlerce yoksul, hayatta kalmak ve ganimet sahibi olmak umuduyla İran seferine çıkar.
Bu arada İbrahim Müteferrika Vankulu lügati’ni matbaasında yayınlar. İlk baskı sayısı 500’dür. Kitap Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya sunulur. İbrahim Paşa çok etkilenmiştir. Beş yüz hattatın, bin ciltçinin üç senede yapacağı işi matbaa birkaç ayda becermiştir. Satın aldığı yüz lügati Osmanlının büyük şehirlerine ve medreselerine göndertir. Lale devri bütün görkemiyle devam ederken Padişah, Sadrazam ve saray erkânı bu kültürel devrimin sarhoşluğu içindedir.
Birkaç ay sonra İstanbul’a kulaktan kulağa yayılarak korkunç bir haber ulaşır. İran Seferine giden gemilerden birinden kurtulan Babacafer bir şekilde İstanbul’a ulaşmayı başarmıştır. Fakat bir gözü kör, bir eli çolaktır. Başlarından geçenleri Patrona Halil’e anlatır. Patrona Halil bir kayık bulur. Babacafer’i içine oturtur, kendi de küreğe geçer. Deniz yoluyla bütün kayık iskelelerini, bütün kayıkçı kahvelerini, bütün balıkçı meyhanelerini dolaşır. Babacafer’e yaşadıklarını anlattırır;
“Kızılbaşlar yüz bin yeniçeriyi kesti! Üç bin kadarı da benim gibi kör topal Trabzon iskelesine sığındı. Hepimizin bu halinin sebebi sünnetsiz Vezir İbrahim Paşa’dır. Kalan üç binimiz İstanbul’a gelip halimizi Padişaha arz edecektik. Bizi Trabzon’dan “İstanbul’a dönüyoruz.” diye bir gemiye bindirdiler. Sünnetsiz Vezir İbrahim Paşa parayla adam tutup padişahımız efendimiz gerçekleri öğrenmesin diye gemiyi batırttı. Bir ben kurtuldum üç bin gaziden…!”
Sefere gidenlerin hiçbirinden haber alınmıyordur. İstanbul halkı çıldırmış gibidir. İstanbul’da bir yanda Lale Devri eğlenceleri sürerken bir yandan halk yaşadıkları bütün sorunların sorumlusu olarak sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’yı görmeye başlar. İbrahim Paşa’nın gizli din kullandığı, aslında Ürgüp Ermenisi olduğu, padişaha büyüler yaptırdığı yolundaki söylentiler, kahvehanelerde, meyhanelerde, bitirimhanelerde, hamam külhanlarında, çeşme başlarında, camilerde artık yüksek sesle konuşulmaya başlanır. Patrona Halil her yerde bu söylentileri yaymayı kendine görev edinir.
Nevşehirli Damat İbrahim Paşa şair Nedim ve dönemin diğer sanatkârlarıyla helva sohbetindeyken söylentiler kendisine ulaşır. Şair Nedim Sadrazama artık demir yumruğunu göstermesinin gerektiğini ifade eden bir şiir söyler. Damat İbrahim Paşa’nın emriyle bu söylentileri çıkaranlar tutuklanır. Bütün bu haberleri İstanbul’un dört bir yanına yayan ve sözlerine itibar edilen kişiler; İrşadi Baba, Keçeli sünnet Divanesi, Saka Divanesi, Ayasofya vaizi İspirîzade Ahmet Efendi, Zülâli Hasan Efendi, Tızmantırıl ilk tutuklananlardır.  Babacafer, Patrona Halil ve hiçbir şeyle ilgisi olmayan yüz kadar gariban da birkaç saat içinde yakalanır. Babacafer ve Tızmantırıl hemen boğdurulup ayaklarına taş bağlanarak Sarayburnu’ndan denize atılırlar. Aralarında tanınmış olanlar Rodos’a ve Midilli’ye sürülür. Sıradan bir hamam tellağı olduğu için Patrona Halil ve diğerleri işkence edilip Tersane zindanına atılır. Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın o gece inen demir yumruğunun ardından ertesi sabah bütün İstanbul sus pus olmuştur.
Tersane zindanından, her ne sebeple girildiyse girilsin, Başçavuşa rüşvet vermeden çıkmak mümkün değildir. Başçavuş gece iyice hırpaladıktan sonra Patrona Halil’i serbest bırakır. Halil’i zindanın kapısında Muslu Beşe beklemektedir. Başçavuşa Patrona Halil’i salıvermesi için Muslu Beşe rüşvet vermiştir. Patrona Halil zindandan çıkar çıkmaz şehid olduğunu düşündüğü eski dostu Kürt Çelo’nun evine gider. Cebindeki tüm parasını Çelo’nun karısı Şirin’e verir. Çelo’nun on altı, on yedi, on sekiz yaşlarındaki üç oğlunu Külhan Hamam’ına götürüp himayesine alır. Akşam, Muslu Beşe’nin Yemiş İskelesindeki dükkânının önünde bir testi şarapla sohbete koyulurlar. Patrona Halil’in zindandan sağ salim çıktıktan sonra Beyazıt Külhan Hamamında ve sadrazama muhalif bütün ortamlarda saygınlığı artmıştır. Yoksul, sefalet içinde ve aç birçok kişinin gözünde o bir kahramandır. Fakat bir zindan kaçağıdır. Külhan Hamamına giderse orada yaşayanları da tehlikeye atacağını bilmektedir. Muslu Beşe’nin zerzevat ambarında gizlenecektir. Patrona Halil kafasına koymuştur. Birkaç gün içinde Sadabad’ı basacak ve Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın kellesini alacaktır. Külhandan elli kadar yoldaşı, ölümüne yanındadır. Bu konuda destek almak için gece yarısından sonra gizlice hamama gidip Külhan-ı Lahyar ile konuşacaktır. Muslu Beşe’nin de sözünden çıkmayacak elli kadar adamı vardır. Patrona Halil ve Muslu Beşe ertesi akşam Sadabad’ı basıp Nevşehirlinin kellesini almaya and içerler. O gece kıyımdan kurtulup gelen Kürt Çelo da onlara katılır.
Kulaktan kulağa haber uçurulur. Muslu Beşe bütün adamlarını toplar. Muslu Beşe ve Patrona Halil gece yarısından sonra gizlice Külhana gidip Külhan-ı Lahyar’dan Sadabad baskını için izin alırlar. İbrahim Müteferrika, İskender Porca ve Alacalı Mustafa’ya okuma yazma öğretmiştir. İki genç matbaada çalışmaktan çok mutludurlar. Külhandan bir çocuk gelip Sadabad baskınına onları da çağırır. Sessizce itaat edip isyancıların buluşma yerine doğru giderler.
Ertesi gece on beş kayıkla yüzden fazla isyancı Muslu Beşe ve Patrona Halil önderliğinde Sadabad’a yanaşırlar. İçeride Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, Şair Nedim ve dönemin diğer sanatkârlarıyla helva sohbetindir. Sazlar çalınmakta, şarap içilmekte, zülüflü köçekler raks etmektedir. Patrona Halil komutasındaki isyancılar, Sadrazamın her daim güvenliğini sağlayan beş yüz kadar bostancıyla karşılaştıklarında hemen kırılırlar. Sayıları yüz yirmi kadardır ama yalnızca on yedisi kaçmayı başarır. İçeride eğlenenler dışarıda olup bitenin gürültüsünü bile duymazlar.

İstanbul 25 Eylül 1730

Sadrazam İbrahim Paşa’nın Tebriz’i İranlılara verdiği söylentisi padişah 3. Ahmed’in kulağına ulaşır. İstanbul’da düzeni sağlamak için 3. Ahmed sadrazam İbrahim Paşa’yı İran üzerine serdar tayin eder. Topkapı Sarayı Yalı Köşkü Rıhtımında saltanat kayığına binen 3. Ahmet orduyu sefere uğurlamak için Boğaziçi’nden sahile dolmuş halkı selamlayarak, bütün donanmanın eşliğiyle Üsküdar’a ulaşır. Onun ardından bütün hükümet erkânı ve ordu da Üsküdar’a geçer. Bu Sur törenlerinden de heybetli bir gösteridir.  Fakat artık İmparatorluğun bütün gücü boğazın öte yakasındadır.
Yeniçeri Orta Çorbacısı Kahveci Ali Usta’yı da isyana ikna eden Patrona Halil ve Muslu Beşe; payitahttaki bu iktidar zaafından faydalanmak niyetindedirler. Birkaç gün içinde binlerce kişiyi örgütlerler. 28 Eylül Perşembe günü isyan başlayacaktır.
Çarşamba akşamı Beyazıt Külhan hamamında toplanırlar. O gece hamamda hem isyanı organize edecekler, hem apdest alacaklar hem de sabah hep beraber sancak açacaklardır. O gece Beyazıt Hamamında otuz isyancı önder toplanır:
Patrona Halil, Muslu Beşe, Ali Usta, Karayılan, Çınar Ahmed, Oduncu Ahmed, Küçük Muslu, Emir Bey, Derviş Mehmed, Erzurumlu Mehmed, Manav İsmail, Kutucu Hüseyin, Canbaz Musa, Lakaplı Salih, Turşucu İsmail, Kürt Çelo, Karagöz İbrahim, İskender Porça, Gazi Beşe, Bayram, Kanlı Veli, Alacalı Mustafa, Dereköylü Ali, Recep Ağa, Kalem Bey, Evren Bey, İbadî, Çomar, Pirsiz Osman ve Kalender Baba Külhan-ı Lahyar …
            Hepsi abdest alırlar. Bir sancak gerektiğinden üzerinde pir nefesi olduğuna inanılan Küçük Muslu’nun peştamalını bir sırığa bağlarlar. İçlerinde yaşı en küçük olan Alacalı Mustafa sancaktar olur. Hepsi yalınayak ve yalınkılıç sabah ona doğru hamamdan çıkarlar. Patrona Halil Beyazıt’ta Kaşıkçılar’da bir ihtilal nutku atar;
“Allah Allah! Ey Muhammed ümmeti! Duymadık demeyin! Muhammediye üzere davamız var!  Dükkânlarınızı kapatıp gelin ki, sizin dahi yeriniz sancağımız altıdır!
 Onar kişilik üç kola ayrılıp Kapalıçarşı’ya girerler. Kapalıçarşı’da aynı ihtilal nutkunu atarlar. Bütün dükkânlar kapanır, kepenkler iner ve esnaf İstanbul’a yayılıp binlerce isyancının İstanbul’u ele geçirdiğini anlatırlar birbirlerine. Haberler kulaktan kulağa yayılır.
Yeniçeri ağası Hüseyin Ağa ayaklanmaya müdahale etmeye çalışırken halkın hışmına uğrar ve kılık değiştirip Üsküdar’a kaçar. Olanları anlatır fakat bu isyan fazla önemsenmez. İsyancıların Üsküdar’a geçip Yeniçerilere saldırdığı yönünde bir yalan haber yayılır. Bunun üzerine 3. Ahmed, sancak-ı şerifle Topkapı sarayına dönmeye karar verir.


İstanbul 28-29 Eylül 1730

            Perşembeyi Cuma’ya bağlayan geceyi Etmeydanı’nda ateş yakan isyancılar da Saray-ı Hümayundaki devlet erkânı da uykusuz geçirir. Fakat Patrona Halil ve yanındakiler, sabah namazı için orta camiinde toplanan yeniçeri bölük zabitleriyle anlaşırlar.  Kısa sürede Cebeciler Ocağı, Tophane Ocağı ve Kalyoncular Ocağı da isyana katılır. Yeniçeriler kol kol, bayrak bayrak Etmeydanında toplanır. Meydana “Hacı Bektaş Kazanı” denilen Birinci Ağa Ortası kazanı da koyulunca, saray muhafızları, Bostancı ve Zülüflü Baltacılar dışında devletin bütün askeri gücü isyana katılmıştır. İsyana dini dayanak hazırlamak için Deli İbrahim Efendi, İstanbul Kadısı yapılır.  İstanbul Kadısı Deli İbrahim Efendi de; Patrona Halil’i, Muslu Beşe’yi ve Ali Usta’yı “Serdengeçti Ağası” olarak tayin eder.
            İstanbul özellikle de zengin semtler yağmalanmaya başlanır. Yağmacılar, Serdengeçti Ağalarına hediyeler sunarlar. İstanbul’u artık üç Serdengeçti Ağası yönetecektir.

İstanbul 30 Eylül 1730

            Sultan 3. Ahmet yeniçerilerin yanı sıra isyana Cebecilerin de katıldığını duyunca en büyük korkusuyla yüzleşir. 3. Ahmet’i tahta çıkaran Edirne Vakası… 3. Ahmed’in ağabeyi, Sultan 2. Mustafa cebeciler tarafından tahttan indirilmiştir. 3. Ahmed’in en büyük korkusu ve tedirginliği, ağabeyinin başına gelen gibi bir darbeyle tahttan indirilmektedir. 3. Ahmed’in tek düşündüğü kendisini kurtarmaktır. Elçilerini Sultanahmet Camii’ndeki ihtilâlcilere gönderir. Başlarında Haseki Ağa vardır. Serdengeçti Ağalar adına Patrona Halil konuşur;
“ Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa… Kethüdası Mehmet Paşa… Matbaaya fetva veren Şeyhülislam Yenişehirli Abdullah Efendi… Sadrazam kitapçısı şair Nedim Efendi…”
Tam otuz yedi isim sayar ve sözlerini şöyle bitirir;
“ Bizler padişahımızdan hoşnut ve razıyız.  Şevketli padişahımıza asla sözümüz yoktur. Yine padişahımız efendimizdir. Ama bu defterli 37 adamı bîtamam isteriz.”
Haseki Ağa isyancıların taleplerini 3. Ahmed’e aynen nakleder. 3. Ahmed, rahat bir nefes alır.


İstanbul 1 Ekim 1730

            İstanbul’un zengin semtleri günlerdir yağmalanıyordur. Topkapı sarayında harem dairesinde padişah 3. Ahmet, isyancılar kendisini kabul ettiği için nispeten rahattır. Ancak damadı sadrazam İbrahim paşayı istemektedirler. Padişah 3. Ahmed’in emriyle tevkif edilen üç vezirden Sadrazam İbrahim Paşa’dan mühür alınır ve Silahdarağa dairesine hapsedilir. Mehmet Paşa ile Mustafa Paşa Bostancılar koğuşunda birer odaya kapatılırlar. Sultan 3. Ahmet, idam fermanlarını tereddüt etmeden verir ve pazar gecesi üç vezir Kapıarası’nda boğularak idam edilirler. İdam edilenlerin üzerlerinden çıkan mücevherlerin cellâtların olması eski bir adettir. Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa’nın üzerinden bir kuyumcu çekmecesini dolduracak miktarda paha biçilmez mücevher çıkar.
            Pazartesi sabahı üç çıplak ceset ayrı ayrı üç öküz arabasına yatırılıp  Babıhümayun’dan çıkarılarak orada bekleşen isyancılara teslim edilir. Kalabalık Sadrazam Nevşehirli damat İbrahim Paşa’nın cesedini linç etmeye girişir. İsyancıların arasında yoksul halktan binlerce kadın ve çocuk da vardır. Üç ceset ayaklarından halatlarla bağlanıp sokak sokak gezdirilir. Bu, Lale Devrinin mimarı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın sonudur. Çırılçıplak cesedin görkemli sadrazama benzemediği, 3. Ahmed’in damadını kaçırdığı söylentileri ayyuka çıkınca padişah kendi hayatının da tehlikede olduğunu anlar ve pazartesi gecesi kardeşi 2. Mustafa’nın oğlu şehzade Mahmud’u Kafes’ten çıkarıp elleriyle tahta oturtur ve tahtı terk eder. Artık Patrona Halil’in sözü ve gücü Sultan 1. Mahmud’un fermanının üzerinde kudrete sahiptir.  Patrona Halil bütün zengin semtlerin, bütün dükkânların yağmalanmasını emreder. İskender Porca’ya ve Alacalı Mustafa’ya İbrahim Müteferrika’nın matbaasını yıkmalarını, bütün kitapları ve baskı aletlerini param parça etmelerini söyler. İskender Porca ve Alacalı Mustafa emri yerine getirmek üzere yola koyulurlar.
Artık sıra, Lale Devrinin simgesi olan Sa’dabad’daydı… Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın tüm izleri İstanbul’dan silinmeliydi. Sa’dabad’da köşkleri olanlara köşklerini yıkmaları için üç gün mühlet verilir. Sa’dabad bir gün içinde yerle bir edilir. Lale soğanları toprağın altından küreklerle sökülüp atılır. Mevsimlerden nisan olsaydı eğer laleler tarhlardan ve tarlalardan tırpanlarla budanırdı… Kırk kadar amelenin kırmızı lalelerle dolu bir tarlaya tırpanla girdiği görülür…
1. Mahmud Patrona Halil’den kurtulmak için çareler arar. Kırım Han’ı Mengili Giray Hanı azlederek, Bursa’da himayede olan Kaplan Giray Hanı Kırım Han’ı ilan eder. İstanbul’a gelen Giray Han, Hanlık kaftanını giyer. Giray Han’ı, huzuruna kabul eden Sultan 1. Mahmud, ondan Patrona Halil’den kurtulmak için yardım ister. Giray Han hemen güvendiği adamlarıyla bir plan yapar. Önce en güçlü, en cengaver adamı Pehlivan Halil Ağa’yı Yeniçeri Ocağına yerleştirir. Sadrazam Silahtar Mehmet Paşa, Şeyhülislam Mehmed Efendi, Kaptan-ı Derya Canım Hoca Mehmet Paşa ve Giray Han Patrona Halil ve diğer Serdengeçti Ağaları ortadan kaldırmak için bir tuzak kurarlar. Sultan Mahmud adına bir ferman okunur. Padişah sarayda fevkalade bir divan emretmektedir. Divanın tarihi 15 Kasım cumartesi günüdür.
İstanbul 15 Kasım 1730
            Giray Han ve 1. Mahmud’un yaptıkları plana göre bu divan için sarayda Sünnet odası hazırlanır. Sarayın oldukça iç kısımlarındaki bu salon, Patrona Halil’in korumalarını girişteki bölümlerde bırakıp Muslu Beşe’yle yalnız gelmesini sağlamak içindir. Sarayın bu bölümlerine silahla girilmez. Patrona Halil’in belinde yalnızca bir hançer vardır. Divan toplantısı başlar. 1. Mahmud tarafından Patrona Halil’e Rumeli Beylerbeyliği, Muslu Beşe’ye Anadolu Beylerbeyliği verildiği Seyhülislam tarafından ilan edilir. Bu arada planlandığı gibi bir Hasodalıağa divana girer. Kırım Hanını, Şeyhülislam Efendiyi ve Sadrazamı Padişahın çağırdığını bildirir. Onlar da divanı terk ederler. Sünnet odasında Patrona Halil ile Muslu Beşe yalnız kalmıştır. İçeri Pehlivan Halil Ağa silahlı adamlarıyla girer.
“Kimmiş o cihana meydan okuyan gavur Patroma?!”  diye haykırıp Patrona’ya saldırır. İlk kılıç darbesinde Patrona’nın sağ kolunu keser. Üç kişi de Muslu Beşe’yi öldürür. Patrona hançerini çekemeden diğer silahlı adamların da kılıç darbeleriyle katledilir.
Babüssaade dışındaki diğer silahlı isyancılar da kendilerine sancak beyliği verildiği söylenerek içeri alınır ve sırayla öldürülürler.
Patrona Halil ve Muslu Beşe’nin çıplak cesetleri birer öküz arabası üzerine yatırılarak şehirde gezdirilir.
İskender Porca ve Alacalı Mustafa, İbrahim Müteferrika’nın matbaasındadırlar. Döküm harfleri ve baskı malzemelerini evin arkasındaki kömürlüğe saklamıştırlar. Matbaada basılmış onlarca kitabı çarşaflara sarıp odunların arasına gizlemiştirler. Kömürlüğe girerler. İbrahim Müteferrika bir köşededir.
“Geçti…” der İskender Porça… “Artık işimizin başına dönebiliriz Hocam.” Daha yazılacak, basılacak, okunacak çok kitap vardır.
SON

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...