12 Mart 2012 Pazartesi

TİPİK BİR KOÇ ERKEĞİ

Koç Burcu




Evde olmak. Aslında eskiden düşlediğim özlediğim bir şeydi bu. Bütün gün o yataktan kalkıp bu koltuğa uzanmak, canım çektiğinde hatta çekmediğinde bile doyasıya tıkınmak, şurayı burayı özellikle de onun eşyalarını kurcalamak, arada sırada pencereden bakıp bu soğukta oradan oraya koşuşturan ve benim kadar şanslı olmayanları seyredip rahat ve güvende olmanın tadını çıkarmak, günde bir ya da iki kez kapı zilinin çalmasını umursamamak, en çok da bazen canımı yakacak kadar sert ve uzun süre kendimle oynamak aslında ilk günlerde hoşuma gidiyor ve bütün bunlar bende güvenli, sıradan ama rahat bir yaşam sürüyorum duygusu yaratıyordu.
Birazdan gelir. Kapıyı anahtarıyla açar. Ama bu sefer her akşam yaptığı gibi bana ilgi göstermeyecek, hızla yatak odasına gidip soyunmaya başlayacak. Bana kızgın. Dün yaptıklarım yüzünden. İşten çıkıp arkadaşı Yeşim’le, o çatlak feministle gelmişlerdi eve. O da Yeşim’in dengesiz biri olduğunu düşünürdü aslında ama dün geldiklerinde yaptıklarımdan utanmış, mahcup olmuştu. Kendisine her regl olduğunda sanki muhteşem bir iş başarmış gibi saygı ve hayranlık gösterilmesini bekleyen bir kaçık. Aslında ona saldırdığım doğruydu. Öyle davranmaya da bilirdim. Ama benden söz ederken yaka silkip dudak bükerek, ‘İşte tipik bir koç erkeği.’ dediğinde, bende film kopmuştu.
İşte geldi. Anahtarıyla kapıyı açtı. Ayakkabılarını çıkarıyor şimdi. Ben olduğum yerde kımıldamadan onu seyrediyorum. Size söylemiştim. Yatak odasına gitti, kapıyı da kapattı. Böyle durumlarda her zamanki gibi davranmamı bekliyor, eminim. Usulca yanına gidip ona sokulacağım. Hayır, ben onu sevemem. Bilirsiniz, her ilişkinin kendine özgü kuralları, oyunları vardır. Sevişilecekse onun istediği zaman , onun istediği gibi olmalıdır her şey. Benim üzerime düşense yanına sokulup, onun dokunmasını beklemek... Eğer istemiyorsa, beni iter. İstiyorsa, gerisini bilirsiniz.
Yapmam gerekeni yapıyorum. Yine kalkıp yanına gidiyorum yani. Zaten gün boyu yalnızdım. Hem birkaç saat sonra da uyuyacağız. Kaprislerle, oyunlarla, mücadelelerle zaman harcamayı sevmem. Bunlar çok gereksiz şeyler çünkü. Tamam, kabul ediyorum. Ben tipik bir koç erkeğiyim.
Yatağa uzanmış. Oda karanlık. Yanındayım. Sessizce ona sokuldum. Yanındaki yastığın üzerine uzattığı kolunun altından başımı göğsüne yasladım. Kırgın bir tavırla, sanki istemeye istemeye elini boynumun üzerine koydu. Laf!... Oynuyor yine!... Bir kadın eğer gerçekten istemiyorsa arkasını dönebilir. Ya da daha sert, daha soğuk, daha gerçek bir tavırla erkeğini itebilir. Ama öyle yapmıyor. Beni okşuyor. Demek ki sevişeceğiz. Bütün gün kendimle oynayıp durmuştum ama yine de tahrik oluyorum. Teninin kokusunu seviyorum. Göğüslerini, karnını, kalçalarını, bacaklarını, ellerini... Sıcak ve yumuşak… O da bana dokunmayı seviyor. Sevmese dokunmaz, öyle değil mi? Ama şimdi neden itti beni? Bu kadın deli! Demek bu gece de salonda uyuyacağım.
Evde olmak. Sabah, öğlen, akşam, gece yine sabah... Ama eskiden dışarıda olan bendim. Bu evde birlikte yaşamamızı o istemişti. O da benden önce uzun süre evde, bu evde yalnız yaşamış. Yani bana öyle anlatmıştı. Söyledikleri bana o kadar da inandırıcı gelmemişti aslında.  Eskiden, yani benden önce işten çıkar çıkmaz evine gelirmiş. Bir şeyler atıştırır, sonra salondaki kalorifer peteğinin önündeki kırmızı minderin üzerine yerleşir, kimi zaman televizyon seyreder,  kimi zaman da kitap, gazete, dergi okur, saat ilerleyip gece olunca da kendi halinden ve yalnızlığından kederlenip ağlar,  bir süre sonra da uykuya dalarmış. Aslında bunu herkes bilir. Ağlarken, gözyaşları daha kurumadan uykuya dalmak güzeldir.
Salona geldim ve kalorifer peteğinin önündeki o koca kırmızı minderin üzerine uzandım. Televizyon gün boyu olduğu gibi açık ama sesi kapalı… Pencere ve televizyon iyi ki var. Öfkeliyim. Gerginim. Sevişmek daha doğrusu boşalmak istiyorum. En iyisi uyumak... Ama geçmişi düşünmek istemiyorum. Düşününce özlemeye başlıyorum çünkü geçmişi.
Kadınlar, erkeklerini eğitmek, evcilleştirmek için her yolu dener. Hepsinin de kendilerine özgü ama birbirlerininkinden hiç de farklı olmayan bilindik, bazen masum bazen kalleşçe yolları vardır. Erkeği eğitmek ve evcilleştirmek için başvurdukları en kalleş yöntemse, kendilerini eğitilmiş ve evcilleşmiş gibi göstermeleridir.
Şimdi uyuyorum ve düş görüyorum. Ama düşümü size anlatmayacağım.
Sabah erkenden uyandım. Kafam sanki hiç uyumamışım, onca zaman geçmemiş gibi karışıktı. Ben neden salondayım? O niye yanımda değil? Ben neden yatak odasında, yatağımızda, onun yanında değilim? Peki o yatak odasında mı? Yoksa gitti mi? Ben o kadar geç mi uyandım? Hepsi aynı anda geçti aklımdan bütün bu soruların. Sonra parça parça, yavaş yavaş  dün gece olanları anımsadım. Son günlerde hemen her sabah bunu yaşıyorum. Ona kalsa tüm sorun bende. Önemli olan bu saçmalığın sorumlusunun kim olduğu değil ki... Önemli olan ikimizin elbirliğiyle bir geceyi daha ziyan etmemiz. Hepsi bu.
Yattığım yerden kalkıp hızla ama sessiz olmaya özen göstererek yatak odasına gittim. Kapının önüne geldiğinde tek düşündüğüm orada olup olmadığıydı. Kapı aralık. İtersem gıcırdayabilir. İçerdeyse bu sesle uyanabilir. Aralığından süzüldüm. İçerisi karanlık. Perdeleri kapalı tutar, karanlıkta uyur. İşte orada. Demek çok erken uyanmışım. Koca yatağın duvara yakın kenarına kıvrılmış uyuyor. Yataktayım. Sessizce yorganın altına girdim. Yine kat kat örtünmüş. Yatak nasıl da ısınmış. Hemen dokunursam ürkebilir. Böyle zamanlarda, sanki bir gece önce hiçbir şey olmamış, birbirimize küsmemişiz,  benimle sevişmedi diye öfkelenmemişim gibi yapmayı, yani yüzsüz davranmayı tercih ederim ben. Çünkü bu her zaman işe yarar ve daha önce de söylediğim gibi ben zaman harcamayı sevmem. Çünkü birazdan gidecek, ben de onun eşyalarını kurcalayacağım.  Şüpheleniyorum ondan. Belki başka bir erkek var. Beni sevmemesinin nedeni bu… Benim evde olmam onu mutlu ediyor ama dışarıda, dışarıda başka şeyler... Belki de saçmalıyorum. Ama yine de, benden gizlediği bir şeyler olduğundan eminim. Şimdi ondan tiksindim. Kokusunu duyuyorum. Ben temizim, o pis. Çünkü ben evdeyim.
Sarılmaya yeltenmemin ardından olanlar, her zamanki gibi hızlı ve bilindikti. Yaşadıklarımızı size tekrar anlatmayacağım. Çünkü anlatırken tekrar etmek sıkıcıdır. Fakat yaşam bizim için tekrardan ibaretti. Sözü fazla uzatmıyorum. Yine her sabah yaptığı gibi, gitti.
Şimdi yine evdeyim ve yalnızım. Saat de daha çok erken. Ama içinde bulunduğum durumun avunulacak bir yönü de var. Akşama yine gelecek. İşte yine eski bir tekrarla avunuyorum. Aslında benim özlediğim, her gün başka bir şey, farklı bir şey yaşamaktı... Başka kadınlar tanımak. Güzel, çirkin, duygulu, aptal, akıllı, komik, ağırbaşlı, zalim, anaç; bir sürü kadınla sevişmek... Benim durumumdaki bir erkeğin yapabileceği tek şey, gözlerini kapatıp varsaymaktır aslında olmayanı... Dışarı çıkmak istiyorum. Sokağa... Pis, soğuk, güvenilmez yerlere gitmek istiyorum. Karşılaştıklarıma, yaşadıklarıma, başıma gelenlere, şaşırmak istiyorum. Ben bu evden tiksiniyorum. Evde olmak şüphe demek çünkü… Sokakta kimseden şüphelenmezsin. Sokakta pisliğin, karmaşanın, riskin, her türlü tehlikenin,  açlığın ve fakat sonsuz doyum ihtimalinin içinde kimseden bir şey ummaz beklemezsin çünkü. İstediğini, ihtiyaç duyduğunu sana ya verirler ya da vermezler. Çünkü burası sokaktır. Vermek istediğini ya da istemediğini ya kabul edip alırlar ya reddederler ya da çalarlar. Sokakta aç kalabilirsin, yaralanabilirsin, tecavüze uğrayabilirsin, hatta ölebilirsin. Ama şüphelenmezsin, evdeki gibi.
Evdeyim. Her şeyini ezberlediğim bu evin dibindeyim. Tekrar... Tekrar... Beni tiksindiren kâğıtları, fotoğrafları, giysileri, eşyaları parçalayabilirim. Ama bunu yapmak, sürekli tekrar edecek gerçeklerin yok olmasını sağlamıyor. Biliyorum. Çünkü çok denedim daha önce. Çok kere altını üstüne getirdim bu cenderenin. Ama o kalktı, tekrar topladı. Kırdıklarımı yapıştırdı, onardı; yırttıklarımı, söktüklerimi dikti; devirdiklerimi düzeltti; kirlettiklerimi temizledi, bozduklarımı onarttı ve her seferinde bu evi tekrar eski haline getirdi. Hatta kendimi yaraladım, onu yaraladım... Ya sardı yaraları ya zamana bıraktı ama bir biçimde sağalttı. Tekrar her şeyi olması gerektiği hale getirdi. Neyin nasıl olması gerektiğinin kuralını koyan da oydu ama. Artık anlamışsınızdır beni ne çok sevdiğini.
Televizyona bakıyorum. Geçen yıl yayınlanmış ama pek de beğenilmemiş bir dizinin tekrarı. Günün bu saatinde zaten hep böyle yapıyorlar. Ben artık delirmiyorum. Sıkıntıdan, miskinlikten kımıldayamıyorum. Zaten kımıldamamı gerektirecek bir şey de yok ortada. Bekliyorum. Onu...
Elbise askısında hiç kullanmadığı, çiçekli hasır şapkaları var. Yeşil, sarı, kırmızı komik, abartılı şapkalar. Onları parçalamak istiyorum. İşte yine dışarı, sokağa çıkma arzum depreşiyor. Başka kadınlar, başka evler, başka sokaklar, başka kadınlar... Yemek yiyorum. Sonra belki biraz da uyurum. Kendimi yordum çünkü.
Birazdan gelir, kapıyı anahtarıyla açar. Ama yine her zaman yaptığı gibi bana ilgi göstermeyecek. Hızla yatak odasına gidip soyunmaya başlayacak. Bu tekrar için sizden özür dilerim.  Sıkıcı olduğumun farkındayım. Ama yaşarken tekrar edenlerin, anlatırken de bunu yapmaktan başka şansları yok. Bu söylediğimi keşke daha güzel, daha anlaşılır, daha iyi bir cümleyle dile getirebilseydim.
Ben yine televizyonun karşısında, kalorifer peteğinin önündeki o kırmızı minderin üzerindeyim.  Evet, söylediğim gibi kapıyı açtı. Ona bakmayacağım.  Bana ilgi göstermezse ki biliyorum göstermeyecek;  ona geceyi zehir edeceğim bu sefer.  Görecek gününü.  Ona bakmıyorum. Ama hissediyorum, bir farklılık var bugün. Ayakkabılarını çıkarttı, montunu astı, bana doğru geliyor. Yaklaştı, yanıma oturdu. Bana dokunuyor.  Biraz daha bekleyeceğim. Bana sarılacak ve ben de onu dün gece bana yaptığı biçimde, sanki pis bir şeymiş gibi iteceğim. Bekliyorum. İşte sarılıyor. Güzel şeyler söylemeye çalışıyor. Bunu hiç beceremez. Teninin o güzel, o pembe, o sütlü kokusunu duyuyorum. Az önce karar verdiğim şeyi yapmaktan vazgeçmek,  tüm varlığımı, tüm bedenimi ona teslim etmek istiyorum şimdi. Onu seviyorum. Ama ben başka kadınları da istiyorum.  Aslında ne sevdiğimi,  bana nasıl dokunmasından hoşlandığımı ne kadar da iyi biliyor. Bu beni mutlu etmeli aslında ama ben aksine öfkeleniyorum.  Öpüyor beni. Şaşkınım. Ama bunu neden yaptığını düşünerek zaman harcayamam.  Anın tadını çıkarmam gerek. Tek bir söz söylemeden yatak odasına gidiyoruz şimdi.  Yatağa uzandı, ben de yanına... Heyecanlandım.  Günlerdir böyle birlikte girmemiştik yatağa. Aklıma yine o şüpheler saplandı. Düşünmemeye karar verdim. Düşünmedim. Önce onun o güzel ayaklarına yaklaştırdım başımı. Dilimi ayak parmaklarında gezdirdim ağır ağır. İnliyor. Sonra bacaklarına geliyor sıra. Teninde bir süt tadı var sanki. Bunu seviyorum. Ne güzel bir gece bu... Bu ne güzel bir gece...
Sabah alelacele ama bu kez birlikte çıktık evden. Otomobilde şaşkındım. Korkuyla bakıyordum her şeye. Uzun zamandır dışarı çıkmamıştım çünkü. Sonra oraya gittik. Bunu, bana o kadar iyi, o kadar yakın davranmasından anlamalıydım. Öfkeliydim. Korkuyordum. Gerisini anımsamıyorum. Sanırım uykuya dalıyorum. Ama tatlı bir uyku değil bu.


4 yorum:

  1. Yine surukleyici...Bu sizi en iyi anlatan durum ..yazılarınız surukleyici ..devamı gelsin istiyor insan ...

    YanıtlaSil
  2. Sayın Nalça, öyküdeki kadın, koç gibi herifi kliniğe mi götürdü öykünün sonunda? Eğer öyle yaptıysa yazık etti dilberim adama!
    Bu kadınlar(ın bir kısmı) harbi deli. Adam ayak parmaklarını bile yalıyor, daha ne yapsın bu adam sana be kadın?

    Kaç yaşıma geldim, benim evdeki, değil ayak parmaklarımı yalamak, ayaklarıma yan gözle bile bakmadı :)Dangalağın teki olmam hasebiyle, evimizin erkeğidir, koçumuzdur diye pohpohlayıp duruyoruz. Bizimki can değil mi? :)

    Az sonra sessizce benimkinin yanına sokulacağım (horultusu salona kadar geliyor) ve ayak parmaklarımı için ona son bir fırsat sunacağım. Hem belki nasırıma da iyi gelir :)
    Eğer ki benim koçum, kendisine sunduğum bu yegane fırsatı kaçırırsa şayet; ilk emekli maaşımı ayaklarımı yalatmak için tahsis edeceğim, ahdım olsun!! :)
    Geç de olsa, öykünüzle ufkumu ve gözümü açtığınız için size müteşekkirim. Artık eve geldiğimde, ayak parmaklarım ayrık gezeceğim, ne zaman ne olacağı belli olmaz öyle değil mi? :)
    Lütfen öykülerinizin devamı gelsin, bakalım daha neleri kaçırdım?
    Evdeki koçumun bu yorumu okumasından , yalanası ayaklarımı kırmasından tırstığım için gerçek adımı yazamıyorum.
    Ben kim miyim? Tabi ki anonim. Bundan sonraki yorumlarıma zengin bir hava vermesi açısından A.Ş (Anonim Şirket) mahlasını kullanacağım:)

    YanıtlaSil
  3. yazıyı bir şiiri ararken (adı kırmızılı bişeydi) tesadüfen gördüm ve okudum. dikkat çekici buldum aslında. ve AŞ sen çok yaşa emi çok güldürdün beni:) bende Ltd yazayım adımı:)

    YanıtlaSil
  4. Sen de çok yaşa ltd.şti. :) A.ş.

    YanıtlaSil

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...