4 Nisan 2012 Çarşamba

En güzel doğum günü…




Resmi kayıtlara ve annemin söylediğine göre sabahın dördü falanmış tam doğum saatim. Ben de yıllardır tam bu saatte, saat dörtte uyanık olurum ve kendi kendime doğum günümü “kutlarım”. Günün ilerleyen saatlerinde başka kutlamalar da olur. Telefonlar, mesajlar, “iyi ki doğdunlar”, hediyeler, pastalar… Doğum gününün anımsanması kimin hoşuna gitmez ki? Gün, bir doğum günü çocuğu havasında tamamlanır… Ertesi gün hayat eski haline döner. Olup biten aslında şudur; ömürden bir yıl daha eksilmiştir…

Sabahın dördünde kendi kendime “doğum günümde” ne yaparım peki?
Geçen bir yılı, o koskoca ve kısacık bir yılın neler getirip neler götürdüğünü düşünürüm. Yıllar geçtikçe bu “saat dört düşünmeleri” de birbirine benzemeye başladı. Bir yıl önce yapmayı hayal ettiğim ve planladığım birçok şeyi yine gerçekleştirememişimdir.
Eskiden, gençken bu üzer ve öfkelendirirdi beni. Artık öyle olmuyor. İnsanın dünya üzerinde yapacaklarının “yapılabileceklerle” sınırlı olduğunu öğrendim artık.

“Kırkına merdiven dayamak” böyle bir şey demek ki… Evet, tam da bu haldeyim. Kırkıncı yaşım tam da karşımda duruyor, ben de ona merdiveni dayadım. Hatta o merdivenin basamaklarına da ilk adımımı attım. Şu an itibariyle otuz dokuz yaşındayım…

Karşısındakiler görüntüsünden üç aşağı beş yukarı insanın yaşını tahmin edebilse de, kişi bunun ayrımında ve idrakinde olamıyor çoğu zaman. İnsan kendini gündelik yaşam koşturmacası içinde hep, ilk gençliğindeki gibi düşünüyor, anımsıyor. Hatta aynaya baktığında bile o anki gerçek görüntüsünü değil de gençlik halini görebiliyor bazen. Fakat fotoğraflar öyle değil. Gerçek halinizi acımasızca gösteriyor fotoğraflar size. Yeni çekilmiş bir fotoğrafınıza şöyle bir dikkatle baktığınızda garip bir yabancılık duyuyorsunuz.

Bu “adam” ben miyim? Diye şaşırıyorum fotoğraflarıma bakınca… Hâlbuki ben kendimi hala yirmi yıl önceki “delikanlı” sanıyordum…
İşte bugün, tam da bu yazıyı yazarken o “delikanlıyı” hatırlıyorum.
Gençken herkes hayatın muhteşem bir roman ya da sinema filmi olduğunu düşünür. O romanın ve filmin kahramanının da kendisi olduğuna inanır… Büyük, görkemli, rengârenk bir maceranın kendisini beklediğini zanneder… Gençken ben de öyleydim.

En güzel doğum günlerim ne şanslıyım ki gençliğimin muhteşem nisanlarındır…

Şöyle düşününce birkaçını hatırlıyorum… Ama sizler de tahmin edersiniz ki hepsi hususidir ve anlatılmayacak kadar kıymetlidir… Şu kadarını söyleyeyim, gençken insan yapraklarına can suyu yeni yürümüş şahane bir nisan çiçeği kadar yakışır doğaya… Bununla birlikte, doğa, dünya ve özellikle de insanlar hoyrat ve acımasızdır ona karşı… Bu yüzden gençlik ne yazık ki yıllarca süren bir kırılma, yıpranma ve örselenmedir…

Genci hayat içinde eskitirler… İnsan o yaşlardayken ne yöne dönse bir duvar örerler… Genci duvarlara çarpa çarpa “adam” ederler…
Yine böyle bir nisan ayıydı, hatırlıyorum… Ankara’daydım. Tiyatro Bölümünden mezun olmuştum. Yüksek lisans yapıyordum. Günde yirmi saatimi okuyarak ve yazarak geçiriyordum. Yazdıklarımla dünyayı değiştirebileceğime inanıyor ve bahtiyar oluyordum. Fakat bir “işim” yoktu. Artık bir “iş” bulmalıydım ve “para” kazanmalıydım. Ben, “okuyarak” ve “yazarak” çok mühim bir “iş” yaptığıma inansam da çevremdeki hiç kimse benimle aynı fikirde değildi. Onların söylediği anlamda bir “iş” nasıl olur bilmiyordum.  Bir gün Sıhhiye’deki İş ve İşçi Bulma Kurumu’nun kapısından girdim. Bir form tutuşturdular elime ben de doldurdum… “okur-yazar” yazmıştım o forma kendimi tarif etmek için… Tabii ki bir sonuç çıkmadı o başvurudan. Kim bilir belki hala kayıtlarda duruyordur o “delikanlının” başvurusu.
“Okur-Yazar” bu iki sıfat sadece ve fazlasıyla yeterdi bana… Ama ben de daha sonra “iş-güç” sahibi oldum. Saçlarım uzundu, onları kestirdim… Büyük hayallerim vardı, “ayaklarım yere basmazdı”…Her seferinde birileri tarafından “yere” indirildim. Adımın önüne resmi, gayri resmi birçok sıfat eklendi… Ben de “duvarlara çarpa çarpa” adam edildim…
Şimdi, şu anda, bu yaşımda bir sıfatım daha var. O, bütün diğer sıfatlardan kıymetli…  Babayım ve bir oğlum var. Henüz küçük ama bir gün o da “delikanlı” olacak… Ben onun herkes gibi duvarlara çarpa çarpa “adam” edilmemesi için her şeyi yapacağım… Hatta bütün o duvarları yıkabilmesi için hep yanında olacağım. İşte hayatımın en güzel doğum gününü bunu başarabilirsen kutlayacağım…

6 yorum:

  1. En yıkılmaz duvarları bile biricik oğlunuzla birlikte yıkmanız dileğimle,,varlığınız varlığımıza büyük bir armağandır..İyi ki doğdunuz ve iyi ki bizlerlesiniz...Sizi seviyoruzzz...

    Azade Aze

    YanıtlaSil
  2. Dikkat! Bu mesaj sevgi, neşe ve iyi dilekler içermektedir. Bir dakika için yaşamın ve seni düşünen birinin olduğunun sevincini hisset ve mutlu ol! Şimdi bu mutluluğuna sımsıkı sarıl ve ümidini koskoca bir yıl boyunca hiç yitirme! Aşkta, parada, sağlıkta her zaman kazanmanı dilerim. Sensiz bir hayatta kime gerçekten "dostum" diyebilirdim bilmiyorum. İyi ki doğdun. Nice mutlu yaşlara..funda esmer F.E :)

    YanıtlaSil
  3. Çok duygulandım gözlerim doldu ben sulu gözlüyümdür zaten herşeye ağlarım. Ne güzel anlatmışsınız.İyiki varsınız iyiki doğmuşsunuz ve sizi seviyoruz. tüm güzellikler sizin ve sevdiklerinizin ve sevenlerinizin olsun sevmeyen yoktur!!! Nice yeni mutlu,sağlıklı yaşlara...

    YanıtlaSil
  4. Yukarıda adımı yazmayı unutmuşum R.T :))

    YanıtlaSil
  5. BELGİN BALKIZ:KIVANÇ BEY, yazınızı okurken bir hayli duygulandım,bende sizin gibi doğum günlerinde özeleştiri yapar yeni yaşımı daha bilinçli geçirmeyi düşünürüm ve HAFIZ EMİN YETER'in şu dizelerini mırıldanırım hep;-Yadında mıdır doğduğun günler-Sen ağlar iken,gülerdi alem-Öyle bir ömür geçir ki-Mevtin olsun sana hande,aleme matem.Bu arada BABA yönünüzü de takdir ettim,evladınızla,eşinizizle birlikte nice güzel yıllar diliyorum,iyi ki doğmuşsunuz,iyi ki varsınız...

    YanıtlaSil
  6. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...