Resmi kayıtlara ve annemin
söylediğine göre sabahın dördü falanmış tam doğum saatim. Ben de yıllardır tam
bu saatte, saat dörtte uyanık olurum ve kendi kendime doğum günümü “kutlarım”.
Günün ilerleyen saatlerinde başka kutlamalar da olur. Telefonlar, mesajlar, “iyi
ki doğdunlar”, hediyeler, pastalar… Doğum gününün anımsanması kimin hoşuna
gitmez ki? Gün, bir doğum günü çocuğu havasında tamamlanır… Ertesi gün hayat
eski haline döner. Olup biten aslında şudur; ömürden bir yıl daha eksilmiştir…
Sabahın dördünde kendi kendime
“doğum günümde” ne yaparım peki?
Geçen bir yılı, o koskoca ve
kısacık bir yılın neler getirip neler götürdüğünü düşünürüm. Yıllar geçtikçe bu
“saat dört düşünmeleri” de birbirine benzemeye başladı. Bir yıl önce yapmayı
hayal ettiğim ve planladığım birçok şeyi yine gerçekleştirememişimdir.
Eskiden, gençken bu üzer ve
öfkelendirirdi beni. Artık öyle olmuyor. İnsanın dünya üzerinde yapacaklarının
“yapılabileceklerle” sınırlı olduğunu öğrendim artık.
“Kırkına merdiven dayamak” böyle
bir şey demek ki… Evet, tam da bu haldeyim. Kırkıncı yaşım tam da karşımda
duruyor, ben de ona merdiveni dayadım. Hatta o merdivenin basamaklarına da ilk
adımımı attım. Şu an itibariyle otuz dokuz yaşındayım…
Karşısındakiler görüntüsünden üç
aşağı beş yukarı insanın yaşını tahmin edebilse de, kişi bunun ayrımında ve
idrakinde olamıyor çoğu zaman. İnsan kendini gündelik yaşam koşturmacası içinde
hep, ilk gençliğindeki gibi düşünüyor, anımsıyor. Hatta aynaya baktığında bile o
anki gerçek görüntüsünü değil de gençlik halini görebiliyor bazen. Fakat
fotoğraflar öyle değil. Gerçek halinizi acımasızca gösteriyor fotoğraflar size.
Yeni çekilmiş bir fotoğrafınıza şöyle bir dikkatle baktığınızda garip bir
yabancılık duyuyorsunuz.
Bu “adam” ben miyim? Diye
şaşırıyorum fotoğraflarıma bakınca… Hâlbuki ben kendimi hala yirmi yıl önceki
“delikanlı” sanıyordum…
İşte bugün, tam da bu yazıyı
yazarken o “delikanlıyı” hatırlıyorum.
Gençken herkes hayatın muhteşem
bir roman ya da sinema filmi olduğunu düşünür. O romanın ve filmin kahramanının
da kendisi olduğuna inanır… Büyük, görkemli, rengârenk bir maceranın kendisini
beklediğini zanneder… Gençken ben de öyleydim.
En güzel doğum günlerim ne
şanslıyım ki gençliğimin muhteşem nisanlarındır…
Şöyle düşününce birkaçını
hatırlıyorum… Ama sizler de tahmin edersiniz ki hepsi hususidir ve
anlatılmayacak kadar kıymetlidir… Şu kadarını söyleyeyim, gençken insan
yapraklarına can suyu yeni yürümüş şahane bir nisan çiçeği kadar yakışır
doğaya… Bununla birlikte, doğa, dünya ve özellikle de insanlar hoyrat ve
acımasızdır ona karşı… Bu yüzden gençlik ne yazık ki yıllarca süren bir
kırılma, yıpranma ve örselenmedir…
Genci hayat içinde eskitirler…
İnsan o yaşlardayken ne yöne dönse bir duvar örerler… Genci duvarlara çarpa
çarpa “adam” ederler…
Yine böyle bir nisan ayıydı,
hatırlıyorum… Ankara’daydım. Tiyatro Bölümünden mezun olmuştum. Yüksek lisans
yapıyordum. Günde yirmi saatimi okuyarak ve yazarak geçiriyordum. Yazdıklarımla
dünyayı değiştirebileceğime inanıyor ve bahtiyar oluyordum. Fakat bir “işim”
yoktu. Artık bir “iş” bulmalıydım ve “para” kazanmalıydım. Ben, “okuyarak” ve
“yazarak” çok mühim bir “iş” yaptığıma inansam da çevremdeki hiç kimse benimle
aynı fikirde değildi. Onların söylediği anlamda bir “iş” nasıl olur
bilmiyordum. Bir gün Sıhhiye’deki İş ve
İşçi Bulma Kurumu’nun kapısından girdim. Bir form tutuşturdular elime ben de
doldurdum… “okur-yazar” yazmıştım o forma kendimi tarif etmek için… Tabii ki
bir sonuç çıkmadı o başvurudan. Kim bilir belki hala kayıtlarda duruyordur o
“delikanlının” başvurusu.
“Okur-Yazar” bu iki sıfat sadece
ve fazlasıyla yeterdi bana… Ama ben de daha sonra “iş-güç” sahibi oldum. Saçlarım
uzundu, onları kestirdim… Büyük hayallerim vardı, “ayaklarım yere basmazdı”…Her
seferinde birileri tarafından “yere” indirildim. Adımın önüne resmi, gayri
resmi birçok sıfat eklendi… Ben de “duvarlara çarpa çarpa” adam edildim…
Şimdi, şu anda, bu yaşımda bir sıfatım
daha var. O, bütün diğer sıfatlardan kıymetli… Babayım ve bir oğlum var. Henüz küçük ama bir gün
o da “delikanlı” olacak… Ben onun herkes gibi duvarlara çarpa çarpa “adam”
edilmemesi için her şeyi yapacağım… Hatta bütün o duvarları yıkabilmesi için
hep yanında olacağım. İşte hayatımın en güzel doğum gününü bunu başarabilirsen
kutlayacağım…
En yıkılmaz duvarları bile biricik oğlunuzla birlikte yıkmanız dileğimle,,varlığınız varlığımıza büyük bir armağandır..İyi ki doğdunuz ve iyi ki bizlerlesiniz...Sizi seviyoruzzz...
YanıtlaSilAzade Aze
Dikkat! Bu mesaj sevgi, neşe ve iyi dilekler içermektedir. Bir dakika için yaşamın ve seni düşünen birinin olduğunun sevincini hisset ve mutlu ol! Şimdi bu mutluluğuna sımsıkı sarıl ve ümidini koskoca bir yıl boyunca hiç yitirme! Aşkta, parada, sağlıkta her zaman kazanmanı dilerim. Sensiz bir hayatta kime gerçekten "dostum" diyebilirdim bilmiyorum. İyi ki doğdun. Nice mutlu yaşlara..funda esmer F.E :)
YanıtlaSilÇok duygulandım gözlerim doldu ben sulu gözlüyümdür zaten herşeye ağlarım. Ne güzel anlatmışsınız.İyiki varsınız iyiki doğmuşsunuz ve sizi seviyoruz. tüm güzellikler sizin ve sevdiklerinizin ve sevenlerinizin olsun sevmeyen yoktur!!! Nice yeni mutlu,sağlıklı yaşlara...
YanıtlaSilYukarıda adımı yazmayı unutmuşum R.T :))
YanıtlaSilBELGİN BALKIZ:KIVANÇ BEY, yazınızı okurken bir hayli duygulandım,bende sizin gibi doğum günlerinde özeleştiri yapar yeni yaşımı daha bilinçli geçirmeyi düşünürüm ve HAFIZ EMİN YETER'in şu dizelerini mırıldanırım hep;-Yadında mıdır doğduğun günler-Sen ağlar iken,gülerdi alem-Öyle bir ömür geçir ki-Mevtin olsun sana hande,aleme matem.Bu arada BABA yönünüzü de takdir ettim,evladınızla,eşinizizle birlikte nice güzel yıllar diliyorum,iyi ki doğmuşsunuz,iyi ki varsınız...
YanıtlaSilBu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSil