Püf Noktası |
Kimimiz yaptığımız işi fazlasıyla ciddiye alırız. Tabii ki
yapılan her iş ciddiye alınmalı ama her konuda abartmanın da pek anlamı olmasa
gerek. Örneğin konserve açan birini düşünün mutfakta. Yüzündeki ifadeyse Mars’a
roket gönderecek bir bilim adamınınkinden farksız. NASA’daki uzay bilimcinin
öylesine ciddi olması doğal. Çünkü her şey ince hesaplara dayanıyor bu işte.
Binlerce insan yıllarca uğraşmış, hesaplar deneyler yapmış. Hem öyle ha dedin
mi gidilmiyor Mars’a. Yani Mars’a gidememe ihtimali de var. Ama o konserve
kutusunun açılmama ihtimali herhalde o kadar yüksek değildir.
Yaşamda küçük ve basit durumları fazla ciddiye almaktan söz
ediyoruz. Böyle yapınca da bir çok şeye canımız sıkılabiliyor. Gerginlik üstüne
gerginlik... Ancak bir çömlek ustasını düşünün. Çamuru avuçları arasında birkaç
dakika içinde bin yıllar öncesinden gelen bir deneyimle bir sanat eserine
dönüştürmek… O ustaya bunu nasıl yaptığını sorduğunuzda şaşkınlıkla bakar size.
Çünkü doğal bir şeydir yaptığı ona göre. Dükkânındaki bir sürü çanak çömleği
kendi yapmamış da ağaçtan toplamış gibi alçakgönüllü bir tavır… Çoğumuzun
yaptığı gibi abartmaz yaptığı işi. Abartmaya fazlasıyla hakkı olduğu halde… Bu
yaptığı işi ciddiye almamak değil tabii…
Küçük işleri büyütüp, aslında fazlasıyla büyük olan işlerin
önemini gözden kaçırdığımız oluyor zaman zaman. Örneğin telefon ediyoruz
birine, bir şeyler söylemek için… Meşgul sinyalini duyunca sinirleniveriyoruz.
O telefon meşgulse bir meşgalesi olduğunu kabullenemiyoruz. Trafik tıkalıyken
de aynı şey geçerli. Aracını kımıldatamayan bir sürücü ‘Ama benim işim var…’
diyebiliyor. Ancak trafik tıkalıysa oradaki bütün araçların ve o araçlardaki
bütün insanların beklediğini, diğerlerine göre bir ayrıcalığı olmadığını pek
akıl edemiyor. Trafik tıkanmışsa tıkanmıştır. Elini kaldırmadan kornaya basan
bir sürücünün yolu açabildiği de herhalde pek görülmemiştir.
Aslında gerilerek, sıkılarak kendimize zarar veriyoruz çoğu
zaman. Ama insanın sabrını taşıran şeyler de olabiliyor. Birini düşünün ki
karşılaştığı tersliklere hiç tepki vermesin. Su şişesinin kolay açılsın diye
yapılan kapağı bir türlü açılmadığında örneğin, gülümseyerek, ‘Olsun, ölüm yok
ya ucunda…’ diyebilsin. Buradan açınız yazısı bulunan kutular oradan
açılmadığında ‘Ne olacak ben de şuradan açmayı denerim…’ rahatlığını
gösterebilsin…
Tabii ki çözüm yaşamda karşılaşılan her tür tersliğe karşı
duyarsız ve tepkisiz olmak değil… Ancak ayrıntılara takılıp yaşamın kendisini
yeterince ciddiye almamak, herhalde daha büyük bir kayıp. Ne dersiniz?
Önümüze set çeken ayrıntılara takılmadan başarıya ulaşmanın
bir yolu da, yaptığımız şeyin püf noktasını kaçırmamaktır sanırız. Her işin bir
kolay yolu, bir püf noktası var. Peki nedir püf noktası? ‘Püf’ yalnız başına
söylendiğinde bir mumu ya da kibriti üflerken çıkardığımız sestir aslında.
Kolaylıktan, sırdan söz ederken ‘püf’ adı verilen bir noktayla
karşılaşıveriyoruz. Demek öyle bir noktası var ki her işin, oraya püf
deyiverdiniz mi tüm sorunlar çözülüyor.
İllüzyonistlerin kullandığı bir sözcük vardır hani: Abrakadabra.
Şapkaya bakıp abrakadabra dediler mi içinden tavşan çıkar örneğin. Demek bu
işin püf noktası bu diyerek bir şapka alıp aynı sözü söylerseniz yanılırsınız.
Bu işin asıl püf noktası şudur: Şapkadan bir şey çıkıyorsa, kesinlikle biri onu
oraya önceden koymuştur.
Büyükler illüzyon gösterilerini izlerken inanmasalar da
illüzyonistin marifetini takdir eder ve alkışlar. Ya çocuklar? Çocukların
gözünü bağlamak hiç de o kadar kolay değil. Şöyle düşünür çocuklar : ‘Şapkadan
tavşan çıkarabiliyorsan, başka şeyler de çıkar o zaman...’ Sıralamaya başlarlar
isteklerini: ‘Haydi şimdi aslan çıkar, fil çıkar şapkadan...’ Tabii şapkada da
illüzyonistte de tık yok. ‘En azından dondurma çıkar, çikolata çıkar’ Bir şapkaya,
bir tavşana bir de çocuklara bakan illüzyonist mecburen konuyu değiştirmeye
çalışır ve şemsiyesini kırmızı bir kurdeleye çevirir.
Şöyle düşünüyor bu arada büyükler: ‘Güzelim şemsiyeye yazık
oldu’. Çünkü işlevsel bir şemsiyeyi bir kurdele parçasına dönüştürmeye yarayan
püf noktası, aklı başında bir yetişkini uzaktan yakından ilgilendirmiyor. Doğru
ya, ne işe yarar bir kurdele yağmur altında?
Her işin bir kolay yolu var demiştik. Ama püf noktası
dediğimiz şey, yalnızca gözbağcılık için geçerli değil doğal olarak. Bir de püf
noktası kitapları, daha doğrusu kitapçıkları var. Öyle faydalı bilgiler var ki
bu kitapçıklarda o kadar olur. Çalışmaların ana teması şöyle : ‘Hangi leke
nereden, nasıl çıkarılır? Örneğin halıdan mum lekesi nasıl çıkar?’ Bu çok
önemli bir bilgi. Özellikle salonlarında çayda çıra oynayanlar için.
Püf noktaları her alanda: Leke çıkartmaktan, pratik yemek
tariflerine, hatta insanlar arası ilişkilere kadar... Örneğin şöyle diyormuş
uzmanlar: Eğer karşınızdakini eleştirecekseniz önce onunla ilgili olumlu beş
düşüncenizi söyleyin, eleştirinizi ondan sonra yapın. Şimdi bu püf noktasına
uyan bir müzik eleştirmeni düşünelim. Bir şarkıcıyı şöyle eleştirsin örneğin:
‘Şarkıcımızın boyu uzun, yemyeşil gözleri, sapsarı saçları, inci gibi dişleri,
altın gibi bir kalbi var. Tek kusuru nota bilmemesi...’ Herhalde böyle bir
eleştiri pek hoş karşılanmaz.
Her işin bir püf noktası olduğu doğru. Ama püf noktaları
kolay yollar mı, o biraz tartışma götürür. Çünkü her işin kendine göre zorlukları
da var. Önemli olan da emekle, çabayla zoru başarmak sanırım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder