7 Temmuz 2012 Cumartesi

PÜF NOKTASI



Püf Noktası

Kimimiz yaptığımız işi fazlasıyla ciddiye alırız. Tabii ki yapılan her iş ciddiye alınmalı ama her konuda abartmanın da pek anlamı olmasa gerek. Örneğin konserve açan birini düşünün mutfakta. Yüzündeki ifadeyse Mars’a roket gönderecek bir bilim adamınınkinden farksız. NASA’daki uzay bilimcinin öylesine ciddi olması doğal. Çünkü her şey ince hesaplara dayanıyor bu işte. Binlerce insan yıllarca uğraşmış, hesaplar deneyler yapmış. Hem öyle ha dedin mi gidilmiyor Mars’a. Yani Mars’a gidememe ihtimali de var. Ama o konserve kutusunun açılmama ihtimali herhalde o kadar yüksek değildir.



Yaşamda küçük ve basit durumları fazla ciddiye almaktan söz ediyoruz. Böyle yapınca da bir çok şeye canımız sıkılabiliyor. Gerginlik üstüne gerginlik... Ancak bir çömlek ustasını düşünün. Çamuru avuçları arasında birkaç dakika içinde bin yıllar öncesinden gelen bir deneyimle bir sanat eserine dönüştürmek… O ustaya bunu nasıl yaptığını sorduğunuzda şaşkınlıkla bakar size. Çünkü doğal bir şeydir yaptığı ona göre. Dükkânındaki bir sürü çanak çömleği kendi yapmamış da ağaçtan toplamış gibi alçakgönüllü bir tavır… Çoğumuzun yaptığı gibi abartmaz yaptığı işi. Abartmaya fazlasıyla hakkı olduğu halde… Bu yaptığı işi ciddiye almamak değil tabii…

Küçük işleri büyütüp, aslında fazlasıyla büyük olan işlerin önemini gözden kaçırdığımız oluyor zaman zaman. Örneğin telefon ediyoruz birine, bir şeyler söylemek için… Meşgul sinyalini duyunca sinirleniveriyoruz. O telefon meşgulse bir meşgalesi olduğunu kabullenemiyoruz. Trafik tıkalıyken de aynı şey geçerli. Aracını kımıldatamayan bir sürücü ‘Ama benim işim var…’ diyebiliyor. Ancak trafik tıkalıysa oradaki bütün araçların ve o araçlardaki bütün insanların beklediğini, diğerlerine göre bir ayrıcalığı olmadığını pek akıl edemiyor. Trafik tıkanmışsa tıkanmıştır. Elini kaldırmadan kornaya basan bir sürücünün yolu açabildiği de herhalde pek görülmemiştir.

Aslında gerilerek, sıkılarak kendimize zarar veriyoruz çoğu zaman. Ama insanın sabrını taşıran şeyler de olabiliyor. Birini düşünün ki karşılaştığı tersliklere hiç tepki vermesin. Su şişesinin kolay açılsın diye yapılan kapağı bir türlü açılmadığında örneğin, gülümseyerek, ‘Olsun, ölüm yok ya ucunda…’ diyebilsin. Buradan açınız yazısı bulunan kutular oradan açılmadığında ‘Ne olacak ben de şuradan açmayı denerim…’ rahatlığını gösterebilsin…
Tabii ki çözüm yaşamda karşılaşılan her tür tersliğe karşı duyarsız ve tepkisiz olmak değil… Ancak ayrıntılara takılıp yaşamın kendisini yeterince ciddiye almamak, herhalde daha büyük bir kayıp. Ne dersiniz?  

Önümüze set çeken ayrıntılara takılmadan başarıya ulaşmanın bir yolu da, yaptığımız şeyin püf noktasını kaçırmamaktır sanırız. Her işin bir kolay yolu, bir püf noktası var. Peki nedir püf noktası? ‘Püf’ yalnız başına söylendiğinde bir mumu ya da kibriti üflerken çıkardığımız sestir aslında. Kolaylıktan, sırdan söz ederken ‘püf’ adı verilen bir noktayla karşılaşıveriyoruz. Demek öyle bir noktası var ki her işin, oraya püf deyiverdiniz mi tüm sorunlar çözülüyor.

İllüzyonistlerin kullandığı bir sözcük vardır hani: Abrakadabra. Şapkaya bakıp abrakadabra dediler mi içinden tavşan çıkar örneğin. Demek bu işin püf noktası bu diyerek bir şapka alıp aynı sözü söylerseniz yanılırsınız. Bu işin asıl püf noktası şudur: Şapkadan bir şey çıkıyorsa, kesinlikle biri onu oraya önceden koymuştur.
Büyükler illüzyon gösterilerini izlerken inanmasalar da illüzyonistin marifetini takdir eder ve alkışlar. Ya çocuklar? Çocukların gözünü bağlamak hiç de o kadar kolay değil. Şöyle düşünür çocuklar : ‘Şapkadan tavşan çıkarabiliyorsan, başka şeyler de çıkar o zaman...’ Sıralamaya başlarlar isteklerini: ‘Haydi şimdi aslan çıkar, fil çıkar şapkadan...’ Tabii şapkada da illüzyonistte de tık yok. ‘En azından dondurma çıkar, çikolata çıkar’ Bir şapkaya, bir tavşana bir de çocuklara bakan illüzyonist mecburen konuyu değiştirmeye çalışır ve şemsiyesini kırmızı bir kurdeleye çevirir.
Şöyle düşünüyor bu arada büyükler: ‘Güzelim şemsiyeye yazık oldu’. Çünkü işlevsel bir şemsiyeyi bir kurdele parçasına dönüştürmeye yarayan püf noktası, aklı başında bir yetişkini uzaktan yakından ilgilendirmiyor. Doğru ya, ne işe yarar bir kurdele yağmur altında?


Her işin bir kolay yolu var demiştik. Ama püf noktası dediğimiz şey, yalnızca gözbağcılık için geçerli değil doğal olarak. Bir de püf noktası kitapları, daha doğrusu kitapçıkları var. Öyle faydalı bilgiler var ki bu kitapçıklarda o kadar olur. Çalışmaların ana teması şöyle : ‘Hangi leke nereden, nasıl çıkarılır? Örneğin halıdan mum lekesi nasıl çıkar?’ Bu çok önemli bir bilgi. Özellikle salonlarında çayda çıra oynayanlar için.
Püf noktaları her alanda: Leke çıkartmaktan, pratik yemek tariflerine, hatta insanlar arası ilişkilere kadar... Örneğin şöyle diyormuş uzmanlar: Eğer karşınızdakini eleştirecekseniz önce onunla ilgili olumlu beş düşüncenizi söyleyin, eleştirinizi ondan sonra yapın. Şimdi bu püf noktasına uyan bir müzik eleştirmeni düşünelim. Bir şarkıcıyı şöyle eleştirsin örneğin: ‘Şarkıcımızın boyu uzun, yemyeşil gözleri, sapsarı saçları, inci gibi dişleri, altın gibi bir kalbi var. Tek kusuru nota bilmemesi...’ Herhalde böyle bir eleştiri pek hoş karşılanmaz.

Her işin bir püf noktası olduğu doğru. Ama püf noktaları kolay yollar mı, o biraz tartışma götürür. Çünkü her işin kendine göre zorlukları da var. Önemli olan da emekle, çabayla zoru başarmak sanırım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...