Dünyanın en zor işlerinden biridir fotoğraf çektirmek... Aslında diş çektirmek de zor ama diş hekimleri anestezi kullanırlar. Fotoğrafçıların böyle bir âdeti yok. Uyuşturmadan, alıştırmadan çekiverirler insanın fotoğrafını. Bu yüzden vesikalık fotoğraf çektirmek başlı başına bir dert... İnsan gülümsese, resmi belgelerde gevşek, kayıtsız hatta laubali bir görünüm sergileyecek. Aşırı ciddi dursa, mutsuz sevimsiz bir ifadeyle geçecek kayıtlara...
Evet, yıllar sonra ilk defa vesikalık fotoğraf çektirdim.
O gün fotoğraf çektirecekseniz sabahtan başlarsınız hazırlıklara. Ben de öyle yaptım. Sinekkaydı tıraş, gömlek, kravat, ceket… Fotoğrafta görünmeyeceği için geri kalanı o kadar da önemli değil. Sürekli gittiğim bir berberim olmadığı gibi fotoğrafçım da yok. Zaten kırk yılda bir gerekiyor insana vesikalık fotoğraf. İstiklal Caddesi’nde bulduğum ilk fotoğrafçıya girdim.
O gün fotoğraf çektirecekseniz sabahtan başlarsınız hazırlıklara. Ben de öyle yaptım. Sinekkaydı tıraş, gömlek, kravat, ceket… Fotoğrafta görünmeyeceği için geri kalanı o kadar da önemli değil. Sürekli gittiğim bir berberim olmadığı gibi fotoğrafçım da yok. Zaten kırk yılda bir gerekiyor insana vesikalık fotoğraf. İstiklal Caddesi’nde bulduğum ilk fotoğrafçıya girdim.
Edindiğim ilk izlenime göre fotoğrafçı ya gece uyumamıştı ya da mesleğini sevmiyordu. Olsun, uzun süreli bir ilişki düşünmüyordum hanımefendiyle. Vesikalık fotoğraf çektirmek istediğimi söyledim. O da, “Ne için?” diye sordu. Bir anlam veremedim bu soruya. Belki de çok ciddi bir kuruma verilmeyecekse lalettayin bir fotoğraf çekecekti. Ne yapalım, burada patron o… “Resmi bir fotoğraf olsun.” dedim korka korka. “ Resmi…” diye ciddi ve imalı bir edayla tekrarladı söylediğimi ve beni stüdyoda fotoğraf makinesinin karşısındaki sandalyeye oturttu.
İşte her şey asıl şimdi başlıyordu…
Fotoğraf çektirecekseniz bir de poz vermeniz gerek... Fakat herkes fotomodel değil ki, bilsin o poz denilen şey nasıl verilir... Makinenin önündeki sandalyeye oturup beklemeye başladım. Fotoğrafçı da komutlar vermeye başladı; “Sol omzunu biraz indir... Şimdi sağ omzunu biraz geri al... Başını biraz öne ey... Ama alnın görünmedi, şimdi de alnını kaldır... Çeneni biraz sola çevirip boynunu kır... Kaşlarını o kadar çatma, biraz yumuşak bak... Şimdi biraz gülümseyelim. Hayır sırıtmayalım. Gülümseyelim. ” Bu komutlara uymaya çalıştıkça doğal olarak ter bastı beni. Alnımda biriken terleri silmeye kalksam güzelim poz ziyan olacak. Kolay mı verdim ben o pozu? Yaptığım hareketleri ve duruşumu düşününce çok garip bir halde olduğumu fark edebiliyordum ama fotoğrafçının işine de karışamazdım. Çaresiz sıktım dişimi.
Geldik işin en can alıcı noktasına... Fotoğrafçının dudakları arasından dökülen, “Çekiyorum...” ve “Çektim...” sözcükleri arasındaki o dayanılmaz uzunluktaki süreye... O an farkına varıyor insan, normal hayatta ne de çok gözünü kırptığının... Fotoğrafçı kırpma dedi ya, o gözün kırpılası geliyor... Flaş patladığında da, insan bilemiyor, gözünü kırpıp kırpmadığını... Lütfedip birkaç kare daha çekti ne olur ne olmaz diye. Sanki otuz altılık film var makinede de ziyan olacak kareler. Elindeki dijital kamera ama fotoğrafçı aletin belleğini mümkün oldukça tasarruflu kullanıyor.
Eskiden yani dijital devrimden önce üç gün, beş gün hatta bir hafta beklemek gerekirdi sonucu görebilmek için. Artık çekilen fotoğraf anında fotoğrafçının bilgisayarında… Çekilen kareleri birlikte değerlendiriyoruz. Gözümün kapalı çıktığı kareyi gösterip, “Şu halinden utanmıyor musun?” der gibi bakıyor yüzüme. Ben suçlu suçlu başımı önüme eğiyorum. İkimiz de bu fotoğrafın resmi evraklarda hoş durmayacağı konusunda hemfikiriz. Sonunda onun seçtiği bir kareyi çoğaltmaya karar veriyoruz. Sıra ücret ödeme safhasına gelince anlıyorum, burası meşhur bir yer. Duvarlarda Yeşilçam’ın ve Türk Müziği’nin unutulmaz isimlerinin siyah beyaz vesikalıklarının çerçeveler içinde asılı olduğunu yeni fark ediyorum. Seçtiğimiz fotoğrafı ileride gelip çoğalttırmak istersem diye bilgisayarındaki “K” harfi klasörüne koyuyor. Benim fotoğrafımın olduğu klasörde Kartal Tibet’in de fotoğrafı var. Daha ne söyleyeyim?
Fotoğrafçının on iki vesikalık için istediği parayla Anadolu’da şöyle çerçeveli büyük boy bir fotoğraf ve bir fotoğraf albümü hediyeli “Nikâh Fotoğrafı Paketi” satın almak mümkün. O derece meşhur bir fotoğrafçıymış burası yani… Ücreti ödeyip üzerine bir de binlerce kere teşekkür edip cebimde on iki adet vesikalığımla fotoğrafçıdan ayrılıyorum. Biraz ilerledikten sonra fotoğrafları cebimden çıkartıp tekrar bakıyorum. Bu, çaresizlik ve öfke arası bir duyguyla bakan adam ben miyim?
Ne acıdır ki insanın doğrudan ve aracısız duyamayacağı tek ses kendi sesi tek görüntü de kendi görüntüsü… Ne sesimizi başkalarının duyduğu gibi duyabiliriz ne de yüzümüzü başkalarının gördüğü gibi görebiliriz. Yeni fotoğrafıma bakınca anladım ki ben kendimi yirmili yaşlarımdaki halimle hatırlıyormuşum. Bu fotoğrafı yolda bulsam, fotoğraftaki adam bana biraz benziyor ama en iyimser ihtimalle uzaktan bir akrabam olabilir diye düşünürdüm. Ama biliyorum. Fotoğraftaki adam benim ve gelecek ay kırkıncı yaşıma giriyorum.
Dedik ya, dünyanın en zor işlerinden biridir fotoğraf çektirmek... Daha da zor olanı o fotoğrafa bakıp ihtiyarladığını fark etmek…
Kıvanç NALÇA
Günaydın Kıvanç bey..Yazını okudum.Zaman zaman güldüm.Zaman zaman sizin fotoğrafçınız ile mukayese ettim kendimi...Güzel bir yazı olmuş.En azından bir fotoğrafçının dışardan görünümünü bir müşteriden dinlemek :)..Yaşım sizin gibi gelecek ay 40 olacak..Meslektede 33 ncü yıl olacak inşallah..Fotoğrafçılığın her aşamasını gördüm biliyorum..Ve sizin yazınızı okuduktan sonra kendime dedimki Mehmet iyiki her müşterinin yerine kendini koyuyorsun..Yani esnaflıkla fotoğrafçılığın en iyi noktada buluşması lazım Kıvanç Bey Sonuna kadar katılıyorum size.
YanıtlaSilSon iki yıldır Yurt dışında bi stüdyo açtım Ve anladımki sizin bahsettiğiniz ve büyük önem verdiğiniz şeyler sadece bizim Türkiyede oluyor..Hollandalı Kapıdan giriyor,Günaydın diyor. resim istediğini söylüyor.Aynayı gösteriyorum gerek yok diyor ve boynunda asılı çantayı bile çıkartmaya gerek kalmadan resmini alıp gidiyor. :)))
okudum yine harika yazmışsınız elinize sağlık ha bu arada sonunda yaşlılıktan bahsetmişsiniz günün birinde hepimiz yaşlanacağız ve herkesin başına gelecek ama daha çok erken.asıl hayat şimdi başlıyor40 olunca yaşlanmıyor insan dahada olgun ve akıllı oluyor bence.. :)
YanıtlaSil''Acaba 40 na yaklaşınca mı bakıyor insan kendi portresine..acaba 40 da mı farkına varıyor hayatın..bu sorular son zamanlarda benim de en çok içine düştüğüm sorular..sorun farkındalık mı, kırkındalık mı?? anlayamadım:)).ama fotoğrafçıdaki ruh haliniz ya da halimiz;aslında bu zamana kadar hep söylenenleri yapmışlığımız..ne vardı içimizden geldiği gibi yaşasaydık..ne vardı söylenenlere gülüp geçseydik..ne vardı o iki kaşın arasındaki oluk gibi çizgiler hiç oluşmasaydı'' Yazınız sabah sabah bana bu duyguları yaşattı..elinize sağlık..mükemmel olmuş:)hsb
YanıtlaSil:) Kıvanç Beyciğim birçok insanın zaman zaman yaşadığı ortak bir sorun!dan bahsetmişsiniz...Ben yıllar önce kızımın ilk vesikalık (2,5-3 yaşında ve kreşe başlıyordu) fotoğrafı için gittiğim stüdyoda fotoğrafçıyı dövmeden nasıl çıktım kendime inanamadım.Çocuğumun korkudan ödü kopmuş ortam zaten malum birde nemrut bir tip...Neyseki bu onda bir fobi olarak kalmadı, en büyük tesellim :)))
YanıtlaSilGamze Ermutlu foto çkilmeyi bu kadar güzel anlatan görmedim ama o kadar da zor değil gülümse yeter
YanıtlaSilfotoğraf çektirmekten, çekenden nefret ederim!!! şaka şaka tabii ki değil. fotoğraflar zamanın nasıl geçtiğini anlamamıza yarıyor. bazen öyle değişiklikler yaşıyoruz ki hayatta aradan zaman geçtikten sonra hep hayıflanırım neden o zamanki halimle bir fotoğraf çektirmedim diye. öyle ya kanıtlamaya kalksam belge yok. ama fotoğrafçıya gitmek de işkence sizin de yazdığınız gibi gitmeden önce bi konsantre olmak gerekiyor. ayrıca kafanı öne eğ, sol omzu kaldır, sağ omzu indir başını hafif sağa döndür.... bir sürü komut sonrası gülün bir halde ve stresle çekilen fotoğraftan çok daha sonra eş dostla bakıp o anı tekrar yaşamak çok gülünç, hele bir de çekilen fotoğraf da tip tip çekilmişse gelsin şakalr, gitsin gırgır... ellerinize sağlık yazınız tüm duygularımızı tam da olduğu gibi yansıtmış... DİLEK OK
YanıtlaSilBelgin Balkız:Vesikalık resminizde gördüğünüz yüzünüzün sadece bir anı ve 40 yaş arefesi. Haksızlık etmeyin bence, o yüz nice evrelerden geçti ve geçecek,yıllar sonra o vesikalığınıza baktığınızda da şu an ihtiyarlamış dediğiniz yüzünüze büyük bir özlemle bakıyor olabilirsiniz.Ayrıca fotoğraf çekilirken dile getiremediğimiz ama yaşadığımız sıkıntıları çok güzel ifade etmişsiniz,yüreğinize ve onu yazan ellerinize sağlık.
YanıtlaSil