13 Mart 2012 Salı

RADYO YAZILARI: 6 RADYOYA UYARLAMA VE UYGULAMA


RADYOYA UYARLAMA VE UYGULAMA


Uyarlama, sanat türleri arasındaki bağın ve disiplinler arası ilişkilerin en somut biçimde algılanabildiği ortak bir alan olarak değerlendirilmelidir. Bu ortak alan, farklı anlatım biçimlerinin, görüntü, ses ve sözle kurulan farklı dillerin zaaf ve zenginliklerini bir arada görebildiğimiz bir alandır. Her sanat, kendi teknik ve estetik kuralları çerçevesinde belirlenen bir dil kullanır. Uyarlama, bir sanatın kullandığı dilden bir başka sanatın kullandığı dile yapılmış bir çeviri eylemidir. Bu anlamda, edebiyattan radyoya yapılmış bir uyarlama; görsel, düşünsel ve felsefi çağrışımlarla kurulmuş yazı dilinin, tek anlatım aracı ses olan radyo diline çevrilmesi demektir.

Uyarlama iki yönlü bir ihtiyacın sonucudur. Teknoloji ve bilim gelişip ilerledikçe sanatlar da daha geniş kitlelere ulaşabilmek adına çağın iletişim teknolojileriyle bağlantılı olarak yeni taşıyıcı aygıtlara yönelir. Diğer yandan iletişim teknolojileri de, yaygınlaşmak adına var olan sanatsal ifade biçimlerini kullanma ihtiyacı duyar. Her yeni iletişim teknolojisi ürünü, geçmişte toplum tarafından kabul görmüş ve onaylanmış sanat eserlerini yeni ve daha fazla alıcıya ulaştırma deneylerine başlar. Kimi sanat türleri ve eserleri, yeni iletişim teknolojilerini kullanırken hiçbir iletim, aktarım, paylaşım sorunu yaşamaz. Fakat bir sanat türünün yeni bir teknolojik ürünle daha fazla kişiye ulaştırılması sürecinde teknik ve estetik sorunlar yaşandığında çözüm yolları aranır ve bu çözüm yolları her zaman bulunur.
 Geçmişin ve geçmişte gelişen türlerin ve türler arası ilişkilerin temel mantığını daha rahat anlaşılır bir biçimde dile getirmek için günümüzden bazı örnekler vermek yerinde olabilir. Günümüzde en son ve en yaygın iletişim teknolojisinin kablosuz internet bağlantısına sahip tablet PC’ler olduğunu kabul edelim. Farklı video ve ses formatları, görsel ve yazılı materyaller ağ üzerinden belirli bir biçimde yayınlanırken bu yeni aygıtlar, tablet PC’ler bazı teknik sorunlarla karşılaştıklarında yine teknolojik çözüm yolları gündeme gelir. “Uygulama” (application) adı verilen yazılımlar hâlihazırda var olan türlerin yeni teknolojik alettin biçimsel özelliklerine uygun olarak değişmesine, dönüşmesine aracı olur. Böylelikle daha önceden var olan bir tür yeni teknolojik ürüne bir uygulama yardımıyla “uygun” hale getirilmiş olur. Bizim uyarlama adını verdiğimiz teknik yöntemler bütününün de nihai amacı budur. Bir sanat eserini normalde kullandığı iletim ve iletişim yolunun dışında bir başka yolla insanlara ulaştırmak ve bu başka yola uygun hale getirmek.
Aslında, ister edebiyattan sahneye, sinemaya, radyoya, televizyona; ister sahneden sinema, radyo ya da televizyona olsun bütün uyarlama çalışmaları biçimsel ve biçemsel anlamda bir tür “Uygulama” (application) eylemidir ve asal amaç eseri bir başka sanatın araçlarına ve sunum biçimine uygun hale getirmektir. Söz konusu amaç, uygun hale getirmek olduğunda kimi eserlerin bu eylem için yapısal anlamda daha elverişli, daha “uygun” olabilmesi de söz konusudur.  Bununla birlikte “uyarlama” (adaptation) kavramı, bir dilde ve kültürde üretilmiş bir eserin bir başka dile çevrilmesi ve çevrildiği dilin, konuşulduğu toplumun yaşayışına, inançlarına uygun hale getirilmesi, uydurulması anlamına gelir. Uyarlamada asıl olan eserdeki kavramların derin anlamına ulaşmak ve o derin anlamların uyarlama yapılan kültürdeki karşılıklarını bulmaktır.
 Bu duruma, batı tiyatrosunun örneklerinin dilimize ve kültürümüze uyarlanmasını örnek verebiliriz. Tanzimat Dönemi’nde Vatrovyan yönetiminde Tiyatro-i Osmani Kumpamyası’nda oynanan “Ayyar Hamza” ,Moliere’in, 1671 yılında “Scapen’in Dolapları” adı altında yazdığı bir komedyanın, Ali Bey tarafından çevrilip uyarlanmış halidir.(1871)[1]
Batılı anlamda tiyatronun coğrafyamızda yaşamaya başladığı dönemde çeviri ve uyarlama yan yana iç içe kavramlar olarak karşımıza çıkar. Yani bu süreçte her çeviri aynı zamanda bir uyarlamadır. Bu anlamda çevirmen, sadece sözcüklerden ve cümlelerden oluşan metni değil, metnin derinindeki temayı daha anlaşılır biçimde iletebilmek adına kavramları, karakterleri tavır ve davranışları, ilişkileri hatta mekânı ve zamanı da buraya ve şimdiye uyarlar.
Radyo Tiyatrosu’nda uygulama ve uyarlama kavramlarını da edebiyatta ve tiyatroda var olan bütün bu uygulama ve uyarlama geleneği çerçevesinde ele almak gerekir. 
Radyonun teknolojik bir olgu olarak ortaya çıkışı 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyılın başlarına rastlar. Radyo dalgaları yoluyla iletişim, ilk olarak mors alfabesi, ardından da sesin iletilmesi biçiminde sağlanmıştır. 1920 yılından 1925 yılına kadar ABD ve İngiltere’de amatör olarak sürdürülen radyo yayıncılığı 1925 yılında günümüzde anladığımız anlamda bir yayıncılık anlayışına ulaşabilmiştir.
 Başlangıçta klasik müzik konserleri gibi tiyatro oyunları da radyo aracılığıyla yayınlanmıştır. Müziğin radyo yayınlarıyla geniş kitlelere ulaştırılabilmesinin kültürel bir devrim olarak kabul edilmesi yerindedir. İşte ilk radyo yapımcıları konser salonlarından yapılan canlı yayınlarda olduğu gibi tiyatro salonlarından da yayın yapmak yoluyla tiyatro oyunlarını da geniş kitlelere ulaştırabilmek istemişlerdi. Fakat tiyatro oyunları müzik eserlerinden farklı olarak görsel öğelere de sahip olduğundan beklenen sonuç elde edilememişti. Tiyatro oyunlarının, yalnızca sesin aktarılabildiği bu yeni iletişim aygıtına “uygun” hale getirilmesi yani radyoya “uygulanması” gerekiyordu.
Radyo oyunları, başlangıç dönemlerinde edebiyatın ve tiyatronun geniş kitlelere ulaştırılmasına yardımcı olan bir iletişim aygıtı olarak görüldüğünden uzun yıllar edebiyat ve tiyatro uyarlamaları radyo drama yayıncılığının genel yapısını oluşturmuştur. Gerçekten de bu yeni türün kendi özgün anlatım dilini ve yazarlarını bulması hayli zaman almıştır. Edebiyat ve tiyatro alanlarında ürün veren yazarlar ve bazı radyo yapımcıları radyoya özgün konu bulma sıkıntısını uyarlamalar yapma yoluyla çözmeyi denemişlerdir.
             Bu ilk dönemlerde radyo oyunlarının, mikrofon önünde oynanan bir tiyatro eseri veya onun kopyası olarak değerlendirilmesi oldukça yaygın bir görüştü. Yazarlar, uyarlamacılar ve yönetmenler de radyo tiyatrosunun emekleme dönemlerinde icra ettikleri sanatı henüz bağımsız bir disiplin olarak görmüyorlardı. Bu dönemlerde dekor, kostüm hatta makyajın bile oyuncunun rolünü gereğince canlandırabilmesi için kullanıldığı bilinmektedir.
            Hem radyo oyununun kitleler üzerindeki büyük etkisi hem de bir uyarlamanın ne ölçüde özgün ve başarılı olabileceği konusundaki en büyük ve en önemli örnek,  Orson Welles’in “Mercury Theatre on the Air” isimli grubuyla 30 Ekim 1938 yılında gerçekleştirdiği “Dünyalar Savaşı” adlı radyo oyunudur.  H.G. Wells’in romanından yapılan bu uyarlama radyonun bütün imkânlarını, etkilerini ve gücünü işlevsel olarak kullanmanın en kusursuz örneği olarak kabul edilir. [2]
Türkiye’de ise ilk radyo oyunlarının 1938'de Ankara Radyosu'nda oynandığını biliyoruz. İlk dönemlerdeki oyunlar canlı olarak oynanıp yayınlandığı için elimizde kopyaları bulunmuyor. Fakat kayıtlara göre bu dönemde oyunların Radyo Temsil Kolu tarafından ve haftada bir kez cuma günleri oynandığını, genellikle çeviri ve uyarlamaların tercih edildiğini söyleyebiliriz.
            Ülkemizde radyo yayıncılığının başlamasıyla birlikte daha çok müzikli türler olan, opera, operet gibi İstanbul Şehir Tiyatrosu yapımlarının plaklara kaydedilip radyodan yayınlanması bir başlangıç olmuştur. TRT İstanbul Radyosu arşivinde drama olarak değerlendirilebilecek en eski plak kaydı Alabanda Opereti’dir ( 1949)[3]. Alabanda Opereti, İstanbul Radyosunun arşivinde ulaşabilinen en eski oyun ve en eski uyarlamadır.
             1940’lı yıllarda tiyatro eserlerinden radyoya yapılan uygulamalar görülmeye başlanır. Bu dönemde radyo oyunu henüz bağımsız bir disiplin olarak görülmediğinden kuşağın adı da “Mikrofonda Tiyatro” dur. Bu kuşak adı aslında yapılanın da yapılmak istenin de ne olduğunu açıkça ifade eder. Tiyatro sanatı mikrofona taşınacaktır. Hatta bu dönemde yönetmen de anonslarda “ Mikrofona Koyan” olarak ifade edilir. Yani teorik olarak da “sahneye koymak” kavramı radyoya uygulanarak “mikrofona koymak” şeklinde uyarlanmıştır.
            Bir tiyatro oyununun radyoya uyarlanması diğer edebi türlerle kıyaslandığında nispeten daha kolaydır. Çünkü tiyatro oyunları diyaloglardan oluşur ve radyo oyununun temel malzemesi de diyalogdur. Ancak radyo diyalogu sahne diyalogundan farklı olarak mekânı estetik bir biçimde tanımlamak, karakterleri tanıtmak, iç ve dış aksiyonları sözel ve sessel olarak anlaşılır kılmak gibi özelliklere de sahip olmalıdır. Bu aşamada ses efektleri de gündeme gelir. Dinleyicinin zamanı, mekânı, aksiyonu, eylemleri ve karakterler arası ilişkiyi hayal edebilmesi ve takip edebilmesi ses efektleriyle mümkündür.
Roman ve öykülerden yapılan uyarlamalarda uyarlamacının çözmesi gereken sorunlar çok daha fazladır. Çünkü çoğu edebi eser uzun anlatı bölümlerinden oluşur. Metinlerin bütününe bakıldığında diyalog biçimindeki anlatımlara ender olarak rastlanır. Var olan diyaloglar da çoğunlukla radyo oyunu yapısına göre fazla uzun ve fazla ayrıntılıdır. Bu nedenlerle uyarlamacı eserin temasına ve biçemine aykırı olmayacak bir biçimde kimi anlatı bölümlerini diyaloga çevirmek durumundadır. Bunu yaparken de karakterlerin özelliklerine sadık kalmak gerekir.
Çoğu edebiyat uyarlamasında yapının taşıyıcısı olan ben öyküsel ve el öyküsel anlatılar bir anlatıcı kullanılarak oyunlaştırılır. Bununla birlikte doğru olan anlatıcıyı kaçınılmaz olduğu zaman kullanmaktadır. Aksi takdirde büyük bölümü bir anlatıcı tarafından aktarılan radyo yapımları bir radyo oyunundan çok sesli kitaba yakın olacaktır.
Bir ses sanatı olan radyo oyununda müzik de bütünün önemli bir unsurudur. Kimi edebi eserler kendi iç müziğini açıkça ortaya koyarken kimi metinlerde dramaturgun ve müzisyenin birlikte çalışması gerekir. Edebiyat uyarlamalarında bilinen bir müzik eseri  açıkça belirtilmiyorsa orijinal besteler kullanılmalıdır. Ana tema müziğinin yanı sıra dramatik yapıyı destekleyecek nokta müzikler, efektler ve diyaloglarla organik bir bütünlük içinde olmalıdır.
Radyo uyarlamalarında oyuncu seçimi de oldukça önemlidir. Eserin ve karakterlerin ruhunu dinleyiciye asıl ulaştıran saf ve samimi insan sesidir. Sinemada ve tiyatroda oyuncunun fiziksel özellikleri belirleyici olurken radyoda sesinin rengi, tınısı ve yaşı önem kazanır. Bu yüzden radyo uyarlamalarında kast çok önemlidir.
Gerek kayıt teknolojisi, gerek kast zenginliği, gerek tanıtım stratejisi, gerekse uyarlanan eserin ülkemizde ve dünyada ulaştığı şöhret anlamında son yılların en önemli radyo uyarlaması, 2004 yılında Orhan Pamuk’un romanından gerçekleştirdiğimiz “Benim Adım Kırmızı” dır.[4] Üzerinde dört yıl çalıştığımız bu projede nasıl bir yöntem izlemenin doğru olacağı sorusuna yanıt ararken BBC’de yapılmış uyarlamaları inceleyerek yola çıkmıştık. Karşılaşılan en büyük sorunlardan biri Orhan Pamuk’un üslubunu oluşturan uzun cümlelerin radyo oyunu tekniğine uygun olmayışıydı. Fakat BBC’deki yapımcılar Shakespeare uyarlamalarını örnek göstererek böylesi durumlarda öncelikli olanın yazarın üslubuna sadakat olduğunu savunuyorlardı. Ben de bunun doğru olduğunu düşünüyorum. Uzun cümleler eğer yazarın üslubunun vazgeçilmez özelliğiyse iyi bir reji ve iyi bir oyunculukla pekâlâ radyo oyunlarında da kullanılabilir.
Sözün başında uyarlamanın aslında farklı anlatım dillerine sahip sanatlar arasında gerçekleştirilen bir çeviri eylemine benzediğini vurgulamıştık. Evet, bir eseri radyoya uyarlamak aslında onu yalnızca sese çevirmektir. Sonuç olarak, iyi bir çeviri için eserin dilini ve çeviri yapılacak dili iyi bilmek gerektiği gibi, iyi bir radyo uyarlaması yapabilmek için de hem edebiyatın hem de radyonun dilini bilmek, anlamak ve tanımak gerekir.
Romanların ve öykülerin radyoya uyarlanmasının okuma alışkanlığını olumsuz etkileyeceğini ya da okumakla dinlemenin arasında büyük farklar olduğunu düşünenler vardır. Fakat radyo sanatı sözün sese dönüşmüş halidir. Sesin dinleyen tarafından tekrar hayal gücü kullanılarak bazen söze bazen de imgelere dönüştürülmesi öznel olduğu kadar yaratıcı bir süreçtir de. Her dinleyici oyunu kendi hayal gücüyle yeniden yaratır. Bu nedenle radyo oyunu dinlemenin tek rakibi okumaktır. Okumak nispeten yetişkin bir edimdir. İnsanın varlığının temellerini oluşturan, duymak ve dinlemektir belki de. Öyküleri, masalları dinleyerek başlayan yaşamımız, tüm dinlediklerimizi hayal gücümüzde canlandırabildiğimiz ölçüde renkli ve zengindir. Okumak, belki de başkalarının anlattıkları hikâyeleri dinliyormuş gibi yapmak ve belki de aklımızın içinde kendi sesimizle var etmektir. Bu yüzden tek rakibi hem de en yakın kardeşi okumaktır, radyo sanatının. Bu yüzden her iyi okur, tat alır iyi bir radyo oyunundan.

                                                                                                  KIVANÇ NALÇA


[1] VARTOVYAN KUMPANYASI VE YENİ OSMANLILAR, Fırat Güllü  bgst Yayınları, İstanbul ekim 2008
[2] http://www.mercurytheatre.info/history
[3] TRT İSTANBUL RADYOSU ARŞİVİ
No:Plak 103/ Oyun Adı: Alabanda/ Yazan: Ekrem Reşit Rey  /Uygulayan: Ekrem Reşit Rey/ Süre:41:00/
Yayın Tarihi: 29.12.1949
[4]  TRT İSTANBUL RADYOSU ARŞİVİ
CD NO: SY 445/ Oyun Adı: Benim Adım Kırmızı/ Yazan: Orhan Pamuk / Yapımcı: Kıvanç Nalça/
Yönetmen: Kazım Akşar 24 Bölüm  2004



1 yorum:

  1. bende öyle yapıyorum gözümü kapatıyorum muhteşem sesinizi canı gönülden dinliyorummmm :) hayal ediyorum.dinlemek çok güzel.F.E

    YanıtlaSil

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...