Uyarlama, sanat türleri arasındaki bağın ve disiplinler arası ilişkilerin
en somut biçimde algılanabildiği ortak bir alan olarak değerlendirilmelidir. Bu
ortak alan, farklı anlatım biçimlerinin, görüntü, ses ve sözle kurulan farklı
dillerin zaaf ve zenginliklerini bir arada görebildiğimiz bir alandır. Her
sanat, kendi teknik ve estetik kuralları çerçevesinde belirlenen bir dil
kullanır. Uyarlama, bir sanatın kullandığı dilden bir başka sanatın kullandığı
dile yapılmış bir çeviri eylemidir. Bu anlamda, edebiyattan radyoya yapılmış
bir uyarlama; görsel, düşünsel ve felsefi çağrışımlarla kurulmuş yazı dilinin,
tek anlatım aracı ses olan radyo diline çevrilmesi demektir.
Uyarlama iki yönlü bir ihtiyacın sonucudur. Teknoloji ve bilim gelişip
ilerledikçe sanatlar da daha geniş kitlelere ulaşabilmek adına çağın iletişim
teknolojileriyle bağlantılı olarak yeni taşıyıcı aygıtlara yönelir. Diğer
yandan iletişim teknolojileri de, yaygınlaşmak adına var olan sanatsal ifade
biçimlerini kullanma ihtiyacı duyar. Her yeni iletişim teknolojisi ürünü, geçmişte
toplum tarafından kabul görmüş ve onaylanmış sanat eserlerini yeni ve daha
fazla alıcıya ulaştırma deneylerine başlar. Kimi sanat türleri ve eserleri,
yeni iletişim teknolojilerini kullanırken hiçbir iletim, aktarım, paylaşım
sorunu yaşamaz. Fakat bir sanat türünün yeni bir teknolojik ürünle daha fazla
kişiye ulaştırılması sürecinde teknik ve estetik sorunlar yaşandığında çözüm
yolları aranır ve bu çözüm yolları her zaman bulunur.
Geçmişin ve geçmişte gelişen
türlerin ve türler arası ilişkilerin temel mantığını daha rahat anlaşılır bir
biçimde dile getirmek için günümüzden bazı örnekler vermek yerinde olabilir.
Günümüzde en son ve en yaygın iletişim teknolojisinin kablosuz internet
bağlantısına sahip tablet PC’ler olduğunu kabul edelim. Farklı video ve ses
formatları, görsel ve yazılı materyaller ağ üzerinden belirli bir biçimde
yayınlanırken bu yeni aygıtlar, tablet PC’ler bazı teknik sorunlarla
karşılaştıklarında yine teknolojik çözüm yolları gündeme gelir. “Uygulama” (application)
adı verilen yazılımlar hâlihazırda var olan türlerin yeni teknolojik alettin
biçimsel özelliklerine uygun olarak değişmesine, dönüşmesine aracı olur.
Böylelikle daha önceden var olan bir tür yeni teknolojik ürüne bir uygulama
yardımıyla “uygun” hale getirilmiş olur. Bizim uyarlama adını verdiğimiz teknik
yöntemler bütününün de nihai amacı budur. Bir sanat eserini normalde kullandığı
iletim ve iletişim yolunun dışında bir başka yolla insanlara ulaştırmak ve bu
başka yola uygun hale getirmek.
Aslında, ister edebiyattan sahneye, sinemaya, radyoya, televizyona; ister
sahneden sinema, radyo ya da televizyona olsun bütün uyarlama çalışmaları
biçimsel ve biçemsel anlamda bir tür “Uygulama” (application) eylemidir ve asal amaç eseri bir başka sanatın
araçlarına ve sunum biçimine uygun hale getirmektir. Söz konusu amaç, uygun
hale getirmek olduğunda kimi eserlerin bu eylem için yapısal anlamda daha
elverişli, daha “uygun” olabilmesi de söz konusudur. Bununla birlikte “uyarlama” (adaptation) kavramı, bir dilde ve
kültürde üretilmiş bir eserin bir başka dile çevrilmesi ve çevrildiği dilin,
konuşulduğu toplumun yaşayışına, inançlarına uygun hale getirilmesi, uydurulması
anlamına gelir. Uyarlamada asıl olan eserdeki kavramların derin anlamına
ulaşmak ve o derin anlamların uyarlama yapılan kültürdeki karşılıklarını
bulmaktır.
Bu duruma, batı tiyatrosunun
örneklerinin dilimize ve kültürümüze uyarlanmasını örnek verebiliriz. Tanzimat
Dönemi’nde Vatrovyan yönetiminde Tiyatro-i Osmani Kumpamyası’nda oynanan “Ayyar
Hamza” ,Moliere’in, 1671 yılında “Scapen’in Dolapları” adı altında yazdığı bir
komedyanın, Ali Bey tarafından çevrilip uyarlanmış halidir.(1871)[1]
Batılı anlamda tiyatronun coğrafyamızda yaşamaya başladığı dönemde çeviri
ve uyarlama yan yana iç içe kavramlar olarak karşımıza çıkar. Yani bu süreçte
her çeviri aynı zamanda bir uyarlamadır. Bu anlamda çevirmen, sadece
sözcüklerden ve cümlelerden oluşan metni değil, metnin derinindeki temayı daha
anlaşılır biçimde iletebilmek adına kavramları, karakterleri tavır ve
davranışları, ilişkileri hatta mekânı ve zamanı da buraya ve şimdiye uyarlar.
Radyo Tiyatrosu’nda uygulama ve uyarlama kavramlarını da edebiyatta ve
tiyatroda var olan bütün bu uygulama ve uyarlama geleneği çerçevesinde ele
almak gerekir.
Radyonun teknolojik bir olgu olarak ortaya çıkışı 19. yüzyıl sonu ve 20.
yüzyılın başlarına rastlar. Radyo dalgaları yoluyla iletişim, ilk olarak mors
alfabesi, ardından da sesin iletilmesi biçiminde sağlanmıştır. 1920 yılından
1925 yılına kadar ABD ve İngiltere’de amatör olarak sürdürülen radyo
yayıncılığı 1925 yılında günümüzde anladığımız anlamda bir yayıncılık
anlayışına ulaşabilmiştir.
Başlangıçta klasik müzik
konserleri gibi tiyatro oyunları da radyo aracılığıyla yayınlanmıştır. Müziğin
radyo yayınlarıyla geniş kitlelere ulaştırılabilmesinin kültürel bir devrim
olarak kabul edilmesi yerindedir. İşte ilk radyo yapımcıları konser
salonlarından yapılan canlı yayınlarda olduğu gibi tiyatro salonlarından da
yayın yapmak yoluyla tiyatro oyunlarını da geniş kitlelere ulaştırabilmek
istemişlerdi. Fakat tiyatro oyunları müzik eserlerinden farklı olarak görsel
öğelere de sahip olduğundan beklenen sonuç elde edilememişti. Tiyatro
oyunlarının, yalnızca sesin aktarılabildiği bu yeni iletişim aygıtına “uygun”
hale getirilmesi yani radyoya “uygulanması” gerekiyordu.
Radyo oyunları, başlangıç dönemlerinde edebiyatın ve tiyatronun geniş
kitlelere ulaştırılmasına yardımcı olan bir iletişim aygıtı olarak
görüldüğünden uzun yıllar edebiyat ve tiyatro uyarlamaları radyo drama
yayıncılığının genel yapısını oluşturmuştur. Gerçekten de bu yeni türün kendi
özgün anlatım dilini ve yazarlarını bulması hayli zaman almıştır. Edebiyat ve
tiyatro alanlarında ürün veren yazarlar ve bazı radyo yapımcıları radyoya özgün
konu bulma sıkıntısını uyarlamalar yapma yoluyla çözmeyi denemişlerdir.
Bu ilk dönemlerde radyo oyunlarının, mikrofon
önünde oynanan bir tiyatro eseri veya onun kopyası olarak değerlendirilmesi
oldukça yaygın bir görüştü. Yazarlar, uyarlamacılar ve yönetmenler de radyo
tiyatrosunun emekleme dönemlerinde icra ettikleri sanatı henüz bağımsız bir
disiplin olarak görmüyorlardı. Bu dönemlerde dekor, kostüm hatta makyajın bile
oyuncunun rolünü gereğince canlandırabilmesi için kullanıldığı bilinmektedir.
Hem radyo oyununun kitleler
üzerindeki büyük etkisi hem de bir uyarlamanın ne ölçüde özgün ve başarılı
olabileceği konusundaki en büyük ve en önemli örnek, Orson Welles’in “Mercury Theatre on the Air”
isimli grubuyla 30 Ekim 1938 yılında gerçekleştirdiği “Dünyalar Savaşı” adlı radyo
oyunudur. H.G. Wells’in romanından
yapılan bu uyarlama radyonun bütün imkânlarını, etkilerini ve gücünü işlevsel
olarak kullanmanın en kusursuz örneği olarak kabul edilir. [2]
Türkiye’de ise ilk radyo oyunlarının 1938'de Ankara
Radyosu'nda oynandığını biliyoruz. İlk dönemlerdeki oyunlar canlı olarak
oynanıp yayınlandığı için elimizde kopyaları bulunmuyor. Fakat kayıtlara göre
bu dönemde oyunların Radyo Temsil Kolu tarafından ve haftada bir kez cuma
günleri oynandığını, genellikle çeviri ve uyarlamaların
tercih edildiğini söyleyebiliriz.
Ülkemizde radyo yayıncılığının
başlamasıyla birlikte daha çok müzikli türler olan, opera, operet gibi İstanbul
Şehir Tiyatrosu yapımlarının plaklara kaydedilip radyodan yayınlanması bir başlangıç
olmuştur. TRT İstanbul Radyosu arşivinde drama olarak değerlendirilebilecek en
eski plak kaydı Alabanda Opereti’dir
( 1949)[3]. Alabanda Opereti, İstanbul Radyosunun arşivinde
ulaşabilinen en eski oyun ve en eski uyarlamadır.
1940’lı yıllarda tiyatro eserlerinden radyoya
yapılan uygulamalar görülmeye başlanır. Bu dönemde radyo oyunu henüz bağımsız
bir disiplin olarak görülmediğinden kuşağın adı da “Mikrofonda Tiyatro” dur. Bu kuşak adı aslında yapılanın da
yapılmak istenin de ne olduğunu açıkça ifade eder. Tiyatro sanatı mikrofona
taşınacaktır. Hatta bu dönemde yönetmen de anonslarda “ Mikrofona Koyan” olarak ifade edilir. Yani teorik olarak da “sahneye
koymak” kavramı radyoya uygulanarak “mikrofona koymak” şeklinde uyarlanmıştır.
Bir tiyatro oyununun radyoya
uyarlanması diğer edebi türlerle kıyaslandığında nispeten daha kolaydır. Çünkü
tiyatro oyunları diyaloglardan oluşur ve radyo oyununun temel malzemesi de
diyalogdur. Ancak radyo diyalogu sahne diyalogundan farklı olarak mekânı
estetik bir biçimde tanımlamak, karakterleri tanıtmak, iç ve dış aksiyonları
sözel ve sessel olarak anlaşılır kılmak gibi özelliklere de sahip olmalıdır. Bu
aşamada ses efektleri de gündeme gelir. Dinleyicinin zamanı, mekânı, aksiyonu,
eylemleri ve karakterler arası ilişkiyi hayal edebilmesi ve takip edebilmesi
ses efektleriyle mümkündür.
Roman ve öykülerden yapılan uyarlamalarda uyarlamacının çözmesi gereken
sorunlar çok daha fazladır. Çünkü çoğu edebi eser uzun anlatı bölümlerinden
oluşur. Metinlerin bütününe bakıldığında diyalog biçimindeki anlatımlara ender
olarak rastlanır. Var olan diyaloglar da çoğunlukla radyo oyunu yapısına göre
fazla uzun ve fazla ayrıntılıdır. Bu nedenlerle uyarlamacı eserin temasına ve
biçemine aykırı olmayacak bir biçimde kimi anlatı bölümlerini diyaloga çevirmek
durumundadır. Bunu yaparken de karakterlerin özelliklerine sadık kalmak
gerekir.
Çoğu edebiyat uyarlamasında yapının taşıyıcısı olan ben öyküsel ve el
öyküsel anlatılar bir anlatıcı kullanılarak oyunlaştırılır. Bununla birlikte
doğru olan anlatıcıyı kaçınılmaz olduğu zaman kullanmaktadır. Aksi takdirde
büyük bölümü bir anlatıcı tarafından aktarılan radyo yapımları bir radyo
oyunundan çok sesli kitaba yakın olacaktır.
Bir ses sanatı olan radyo oyununda müzik de bütünün önemli bir unsurudur.
Kimi edebi eserler kendi iç müziğini açıkça ortaya koyarken kimi metinlerde
dramaturgun ve müzisyenin birlikte çalışması gerekir. Edebiyat uyarlamalarında
bilinen bir müzik eseri açıkça
belirtilmiyorsa orijinal besteler kullanılmalıdır. Ana tema müziğinin yanı sıra
dramatik yapıyı destekleyecek nokta müzikler, efektler ve diyaloglarla organik
bir bütünlük içinde olmalıdır.
Radyo uyarlamalarında oyuncu seçimi de oldukça önemlidir. Eserin ve
karakterlerin ruhunu dinleyiciye asıl ulaştıran saf ve samimi insan sesidir.
Sinemada ve tiyatroda oyuncunun fiziksel özellikleri belirleyici olurken
radyoda sesinin rengi, tınısı ve yaşı önem kazanır. Bu yüzden radyo
uyarlamalarında kast çok önemlidir.
Gerek kayıt teknolojisi, gerek kast zenginliği, gerek tanıtım stratejisi,
gerekse uyarlanan eserin ülkemizde ve dünyada ulaştığı şöhret anlamında son
yılların en önemli radyo uyarlaması, 2004 yılında Orhan Pamuk’un romanından
gerçekleştirdiğimiz “Benim Adım Kırmızı” dır.[4]
Üzerinde dört yıl çalıştığımız bu projede nasıl bir yöntem izlemenin doğru
olacağı sorusuna yanıt ararken BBC’de yapılmış uyarlamaları inceleyerek yola
çıkmıştık. Karşılaşılan en büyük sorunlardan biri Orhan Pamuk’un üslubunu
oluşturan uzun cümlelerin radyo oyunu tekniğine uygun olmayışıydı. Fakat BBC’deki
yapımcılar Shakespeare uyarlamalarını örnek göstererek böylesi durumlarda
öncelikli olanın yazarın üslubuna sadakat olduğunu savunuyorlardı. Ben de bunun
doğru olduğunu düşünüyorum. Uzun cümleler eğer yazarın üslubunun vazgeçilmez
özelliğiyse iyi bir reji ve iyi bir oyunculukla pekâlâ radyo oyunlarında da
kullanılabilir.
Sözün başında uyarlamanın aslında farklı anlatım dillerine sahip sanatlar
arasında gerçekleştirilen bir çeviri eylemine benzediğini vurgulamıştık. Evet,
bir eseri radyoya uyarlamak aslında onu yalnızca sese çevirmektir. Sonuç
olarak, iyi bir çeviri için eserin dilini ve çeviri yapılacak dili iyi bilmek
gerektiği gibi, iyi bir radyo uyarlaması yapabilmek için de hem edebiyatın hem
de radyonun dilini bilmek, anlamak ve tanımak gerekir.
Romanların ve öykülerin radyoya uyarlanmasının okuma alışkanlığını
olumsuz etkileyeceğini ya da okumakla dinlemenin arasında büyük farklar
olduğunu düşünenler vardır. Fakat radyo sanatı sözün sese dönüşmüş halidir.
Sesin dinleyen tarafından tekrar hayal gücü kullanılarak bazen söze bazen de
imgelere dönüştürülmesi öznel olduğu kadar yaratıcı bir süreçtir de. Her
dinleyici oyunu kendi hayal gücüyle yeniden yaratır. Bu nedenle radyo oyunu
dinlemenin tek rakibi okumaktır. Okumak nispeten yetişkin bir edimdir. İnsanın
varlığının temellerini oluşturan, duymak ve dinlemektir belki de. Öyküleri,
masalları dinleyerek başlayan yaşamımız, tüm dinlediklerimizi hayal gücümüzde
canlandırabildiğimiz ölçüde renkli ve zengindir. Okumak, belki de başkalarının
anlattıkları hikâyeleri dinliyormuş gibi yapmak ve belki de aklımızın içinde
kendi sesimizle var etmektir. Bu yüzden tek rakibi hem de en yakın kardeşi
okumaktır, radyo sanatının. Bu yüzden her iyi okur, tat alır iyi bir radyo
oyunundan.
KIVANÇ NALÇA
[1] VARTOVYAN KUMPANYASI VE
YENİ OSMANLILAR, Fırat Güllü bgst
Yayınları, İstanbul ekim 2008
[2] http://www.mercurytheatre.info/history
[3] TRT İSTANBUL RADYOSU ARŞİVİ
No:Plak 103/
Oyun Adı: Alabanda/ Yazan: Ekrem Reşit Rey /Uygulayan: Ekrem Reşit Rey/ Süre:41:00/
Yayın Tarihi: 29.12.1949
[4] TRT İSTANBUL
RADYOSU ARŞİVİ
CD NO: SY 445/
Oyun Adı: Benim Adım Kırmızı/ Yazan: Orhan Pamuk / Yapımcı: Kıvanç Nalça/
Yönetmen: Kazım
Akşar 24 Bölüm 2004
bende öyle yapıyorum gözümü kapatıyorum muhteşem sesinizi canı gönülden dinliyorummmm :) hayal ediyorum.dinlemek çok güzel.F.E
YanıtlaSil