13 Nisan 2012 Cuma

SAF VE DÜŞÜNCELİ ROMANCI... Orhan Pamuk



1926’dan beri Harvard Üniversitesi’nde gerçekleştirilen Charles Eliot Norton Konferansları’na, 2009 yılında Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk’un konuşmacı olarak katılmasının edebiyatımız için kuşkusuz önemli bir anlamı var. Ama biz okurlar için bu konferanstaki 45-50 dakikalık altı konuşma metninin ya da altı ders notunun Orhan Pamuk tarafından yazılan son sözle bir kitap bütünlüğüyle İletişim Yayınları tarafından yayınlanması konferanslardan daha anlamlı. Çünkü bu kitap, yirmi yıldan fazla bir süredir romanları çok satan, çok okunan, çok tartışılan bir yazarın okuma ve yazma serüveni hakkında.

Okur için eserlerini beğenerek okuduğu bir yazarın neler okuduğunun, onları okurken neler düşündüğünün ve o eserleri nasıl ve neden yazdığının ayrıntılarını barındıran bir kitap kuşkusuz çekici ve heyecan verici. “Saf ve Düşünceli Romancı” işte tam da bu nedenlerle çekici bir kitap… Hatta bu çekicilik daha kitabın kapağında başlıyor. Kapakta Orhan Pamuk’u yazarken değil okurken gösteren bir fotoğraf var. Orhan Pamuk “saf” ve “düşünceli” romancıyı anlatmaya başladığında aslında “romancı” derken yalnızca bir roman yazarını değil bir roman okur-yazarını tarif ediyor. Kitap boyunca Pamuk gençliğini yoğun bir roman okuma süreciyle geçirdiğini defalarca vurguluyor. Geleneksel dünyadan modern âleme roman okuya okuya geçtiğini, bu yaptığının da ait olması gereken bir cemaatten kopup yalnızlığa geçmek anlamına geldiğini söyleyen Pamuk roman okurunu da roman yazarını da aynı ölçütlerle ve kavramlarla sınıflandırıyor: “Saflık” ve “Düşüncelilik”.
Pamuk’un Friedric Schiller’den ödünç aldığı bu iki kavram, “saflık” ve “düşüncelilik” kitaba hem adını veriyor, hem de yine Pamuk’un deyimiyle kitabın “merkez”ini oluşturuyor. Orhan Pamuk’a göre romancılar ( okurlar ve yazarlar) saf ya da düşünceli olabiliyorlar. Bütünüyle saflık kavramını en güzel açıklayan örnek yazarın sık sık karşılaştığı bir soruyla belirginleşiyor;
“ Orhan Bey siz Kemal misiniz, bunları hakikaten yaşadınız mı?”
Pamuk, kendisine bu soruyu yönelten okuyucuları “kötü adam” rollerinden tanıdıkları Yeşilçam oyuncularını İstanbul sokaklarında gördüklerinde, filmlerinden duydukları öfkeyle onlara kızan hatta saldıran saf sinema izleyicilerine benzettiğini ifade ediyor.Yazara göre "saflık" tam da bu... Pamuk’a göre bütünüyle düşüncelilikse bütün metinlerin hesap kitap ile ayarlanmış kurmacalar olduğuna inanmak olarak özetlenebilir.
Orhan Pamuk kitabında bütünüyle saf ve bütünüyle düşünceli olmanın romancı için ( okur ve yazar) olumsuz yanlarını vurgularken ideal olanın yani kendi yolunun hem saf hem düşünceli olabilmek olduğunu sıklıkla vurguluyor. Şöyle diyor Pamuk; “ Romancı aynı anda ne kadar çok “saf” ve ne kadar çok “düşünceli” olabiliyorsa, o kadar iyi yazar.”
Orhan Pamuk’un çocukluğunda ve gençliğinde ressam olmayı hayal ettiğini çoğu okuru bilir. Fakat bu kitap Pamuk’un romana resimsel ve görsel bir bakışla yaklaştığını daha belirgin bir biçimde ortaya çıkarıyor. Pamuk’un tanımına göre roman yazmak kelimelerle resim yapmak, roman okumak da başkalarının kelimeleriyle kafamızda resimler canlandırmaktır. Roman yazarken her zaman önce hikâyeyi kafasında resim resim gören ve “doğru resmi” seçmesi ya da yaratması gerektiğini hissettiğini söyleyen Orhan Pamuk, romancılığı da şöyle tanımlıyor;
“ Çünkü romancılık, kelimelerden önce, dünyayı resim olarak hayal etme işidir. Daha sonra, hayal ettiğimiz resmi kelimelerle ifade ederiz ki, okur da hayal etsin. ”
Pamuk sözünü ettiği resimlerin ve o resimlerden oluşan manzaranın merkezinden de söz ediyor kitabın bir bölümünde. Sözünü ettiği merkezi de, hayat hakkında derin bir görüş, bir çeşit sezgi, derindeki gerçek ya da hayalî, esrarlı bir nokta olarak tanımlıyor. Roman okumayı da asıl merkezin ne olduğunu araştırma işi olarak özetliyor. Bir okur romancı ve bir yazar romancı olarak hiçbir romanın tek bir merkezinin olmadığı sonucuna vardığını söyleyen Pamuk, hem doğulu hem batılı, hem saf hem düşünceli, hem teorisyen hem pratisyen, hem yazar hem okur olarak merkez kavramını şöyle anlatıyor bizlere;
“Hangi romanların kime, ne zaman, nasıl, hangi kuvvetli konuyla sesleneceği ise zamanla değişir. Zamanla romanların merkezi de değişir.”
Aslında Pamuk bir oyun teorisi ya da daha çok bir oyunculuk teorisiyle açıklıyor romancılığı. Pamuk’un roman kişileriyle kurduğu derin özdeşlik, romanın manzarası içinde kendini ayrıntılı biçimde hayal ederek yaşadığı serüven bir aktörün bir karakter canlandırırken uyguladığı yöntemleri andırıyor. Bu teatral karakter yaratma süreci ayrıca kişisel bir olgunlaşma deneyimi anlamı da taşıyor yazar için. Pamuk bu süreci şöyle dile getiriyor;
“ Romancılığım sayesinde başkalarıyla özdeşleşerek, kendi dışıma çıkarak, kendime daha önce sahip olmadığım bir karakter edindim. Roman yaza yaza başkalarının yerine kendimi koyarak ruhumu otuz beş yılda terbiye ettim.”
Romana hemen hemen hayatla eş anlamlar yükleyen Pamuk romanların kelimeleri, ifadeleri deyişleri saklayan ve kayda geçiren müzemsi nitelikleri olduğunu da vurguluyor.
Orhan Pamuk’un romanda karakterin değeri ve işlevi hakkındaki düşünceleri de çoğu edebiyat kuramcısından farklı. Şöyle der Pamuk;
“ Romancılar önce çok özel bir ruha sahip bir edebi kişilik icat edip, sonra bu kişinin istediği A, B ve C konularına ya da deneyimlerine sürüklenmezler. Önce A, B ve C konularını anlatmak ister romancılar. Sonra da bu konuları anlatmaya en uygun kahramanları hayal ederler. Ben hep öyle yaptım. Herkesin de bilerek bilmeyerek böyle yaptığını hissettim.”
“ Ben hep öyle yaptım!”
Orhan Pamuk bu cümlenin yaptığı konuşmaların alt başlığı da olabileceğini söylüyor. Aslında metin baştan sona küresel bir başarıya ulaşmış yazarın olgunluk çağında söylediği bir “My way” şarkısını andırıyor. Kendi romancılığını nasıl kurduğunu, nasıl yazdığını hem bir kuramcı hem de bir yazar gibi hem saf hem de düşünceli okurlarıyla paylaşıyor.

1 yorum:

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...