Bu yılın ilk günlerinde Parşömen
Yayınları’ndan çıkan Mestur adlı romanımda yüzeydeki konu İstanbul’da bambaşka
hayatlar yaşayan iki genç kızın hikâyesidir. İnançlarından dolayı “örtünmüş” bir genç kız ve yine
inançlarından dolayı “açık” bir başka
genç kız… Romanda beklenmedik bir biçimde bu iki genç kızın yolları kesişir ve
aralarında bir dostluk başlar. Sonra hikâye bambaşka yerlere savrulur. Ama
benim bugün altını çizmek istediğim şey tam da bu… Farklı inançlardan dolayı
farklı yaşam biçimleri olan kişilerin karşılıklı saygıya dayanan bir yaklaşımla
birlikte yaşam kültürünü oluşturabilmeleri…Ya da oluşturamamaları...
Mestur; Örtülü, kapalı, gizli
anlamına gelen Arapça bir sıfat… Yani Çıplak, açık olma halini tam zıttı.
Geçtiğimiz 8 Martta İstanbul çıplak Femen kızlarını ağırladığında yine bu kavramlar üzerine düşünme ihtiyacı
duydum. Tabii burada “ağırladığında” sözcüğü lafın gelişi…
Kızlar apar topar sınır dışı edildiler. Şiddet içermeyen eylemler yaptıkları
halde hiç de hoşgörüyle karşılanmadılar. Çoğu kişi eylem noktasının
ibadethanelere yakın olmasının yanlışlığını vurguladı. Fakat Femen baskılara
alışık. Onlar kimsenin hoşgörüsünü istemiyor.