19 Nisan 2012 Perşembe

Duvarda Kafasını Kıracak Bir Dergi -

Duvarda Kafasını Kıracak Bir Dergi - Bianet



DUVARA ÇARPALIM...

İki aylık periyotlarla yayınlanacak Duvar edebiyat dergisinin Mart-Nisan 2012 tarihli ilk sayısı çıktı. Yayın kurulunda Akif Kurtuluş, Ali Çakmak, Ali Ülken, Enis Akın, Enis Rıza, Süreyyya Evren ve Yılmaz Varol’un yer aldığı derginin çıkış yazısında çıkış gerekçeleri şöyle sıralanıyor: “Duvar, edebiyatı, sanat ve politikayı ciddiye almak isteyen neşeli iradeleri birleştiriyor. Bu iradeler mevcut durumda değerlerini kuşatma altında hissediyorlar. Keşke ‘bir şeyler’ sözcüğüyle başlayabilseydik, bu cümleye. Bir şeyler değil, edebiyat, sanat ve politika ortamının doğrudan kendisi, bu dergi çevresinde işlenecek değerleri kuşatmış durumda. Bu kuşatmayı dağıtma vaktinin baskısını bir süredir hissediyor olmak bizi birleştirdi, bu dergiye doğru taşıdı.”




Yapım ve yıkımda çalışanlar

Duvar'ı derleme yapmaktan çok edebi-sanatsal bir ilişki üretmek üzerine konumlamayı seçtikleri anlaşılıyor derginin üreticilerinin.
"Duvar'ın yapımında ve yıkımında emeği geçenler" şöyle sıralanıyor giriş yazısında: Akif Kurtuluş, Ali Aydemir, Ali Çakmak, Ali Dündar, Ali Ülken, Anita Sezgener, Arzu Aysu, Cihat Duman, Enis Akın, Enis Rıza, Erem Barış, Gül Abus, Metin Kaygalak, Murat Ertel, Ömer Şenel, Ömer Oyal, Özgür Görekçi, Riitta Cankoçak, Sedef Hatapkapulu, Süreyyya Evren, Yılmaz Varol. (YY)
Duvar, İki aylık edebiyat dergisi, Sahibi: Babil Toplum Kültür Sanat Çalışmaları ve Belgesel Sinema Derneği adına Enis Rıza Sakızlı, Yayın Kurulu: Akif Kurtuluş, Ali Çakmak, Ali Ülken, Eniz Akn, Enis Rıza, Süreyya Evren, Yılmaz Varol, Tasarım: Erkan Tahhuşoğlu

18 Nisan 2012 Çarşamba

ŞİİR KLİBİ: "ACIYOR..." TURGUT UYAR



ACIYOR
Mutsuzluktan söz etmek istiyorum
Dikey ve yatay mutsuzluktan
Mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun
Sevgim acıyor

Biz giz dolu bir şey yaşadık
Onlarda orada yaşadılar
Bir dağın çarpıklığını
bir sevinç sanarak

En başta mutsuzluk elbet
Kasaba meyhanesi gibi
Kahkahası gün ışığına vurup da
öteden beri yansımayan
Yani birinin solgun bir gülden kaptığı frengi
Öbürünün bir kadından aldığı verem
Bütün işhanlarının tarihçesi
sevgim acıyor

Yazık sevgime diyor birisi
Güzel gözlü bir çocuğun bile
O kadar korunmuş bir yazı yoktu
Ne denmelidir bilemiyorum
sevgim acıyor
Gemiler gene gelip gidiyor
Dağlar kararıp aydınlanacaklar
Ve o kadar

Tavrım bir şeyi bulup coşmaktır
Sonbahar geldi hüzün
İlkbahar geldi kara hüzün
Ey en akıllı kişisi  gündüzün
sevgim acıyor
Kimi sevsem
Kim beni sevse

Eylül toparlandı gitti işte
Ekim filanda gider bu gidişle
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar


Turgut Uyar

FEMEN'e Takipsizlik Kararı


FEMEN'e Takipsizlik Kararı

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününde, kadına yönelik şiddeti protesto etmek için Sultanahmet'te üstsüz eylem yaptıkları gerekçesiyle FEMEN grubu üyeleri hakkında yürütülen soruşturmada takipsizlik kararı verdi.




Verilen takipsizlik kararında gösterinin cinsellik içermediği, protesto edilen konunun öne çıktığı belirtilerek, amacın müstehcenlik değil kadına şiddeti protesto olduğu, bu nedenle de hayasızca hareket kastının mevcut olmadığı kaydedildi.

Kadına yönelik şiddetin Türkiye'de de gündemde olduğu anımsatılan kararda, yönetimlerin de bu konuda tedbirler aldığı ve yasalar çıkardığı vurgulandı.

Şüphelilerin, kadına şiddeti protesto etmesinin özgürce düşüncelerini ortaya koymak olduğu, bu nedenle protesto gösterisinde "Gösteri yürüyüşleri yasasına muhalefet" suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı kaydedilen kararda, Ukraynalı Femen aktivistleri hakkında "Teşhircilik ve izinsiz gösteri yapmak" suçundan kovuşturmaya gerek olmadığına hükmedildi. 

Sisyphos Söyleni'ne inat bir “Payeng Söyleni”


ADAMIN BİRİ…


Aiolos'un oğlu Sisyphos’un hikâyesini bilirsiniz… Hani Asopos'a, kızı Aigina'nın Zeus tarafından kaçırılmış olduğunu söyleyerek Zeus'u ele veren Sisyphos… Ölüler Ülkesine götürülen ama kaderine katlanmak istemeyen Sisyphos… Sonsuza dek sürecek bir ceza verilir sonra Sisyphos’a… Büyük bir kayayı yuvarlayarak yüksek bir tepenin zirvesine çıkartmak… Fakat bin bir çabayla zirveye her çıkarttığında o kaya tekrar aşağı yuvarlanacaktır. Sisyphos da her seferinde yine kayayı “sonunda aşağı yuvarlanacağını bile bile”  zirveye taşıyacaktır…

Albert Camus (1913–1960) 1942'de  “Sisyphos Söyleni” ( Le Mythe de Sisyphe) adlı bir deneme kitabı yayınlar. Kitapta bireyin bir yaşama nedeni bulunmadığını keşfedişiyle, her türlü günlük çalışma ve acının içinde kökleştirdiği uyumsuzluk duygusuyla, yaşamın gülünçlüğünün bilincine varmasıyla birlikte, gerçekten ciddi tek felsefi sorunun intihar olduğu vurgulanır.
Yani Albert Camus’ye göre günümüz insanı Sisyphos gibidir biraz… Hayatlarımız, amaçlarımız, plan ve projelerimiz, gelecek tasavvurlarımız bu ölümlü dünyada birer saçmalıktan ibarettir.

Kısaca; “Hepimiz Sisyphos’uz, hepimiz Absürdüz…”


Ben günümüz gerçekliğinin absürde tekabül ettiğine inananlardanım. Gündelik yaşam pratiğine ait bütün “büyük” çabalarımızın sonuçta saçma olduğunu düşünürüm. Bununla birlikte bazen hayatta öyle şeylerle karşılaşılır ki insan bildikleriyle açıklayamaz olup biteni…

 Hindistan’da adamın biri tıpkı Sisyphos gibi anlamsız bir işe girişmiş, bundan tam otuz yıl önce…

Belki de dünya böyle adam gibi adamlar sayesinde hala dönmeye devam ediyor. Gazetelerde küçük bir haberle adı ve yaptıkları anıldı… Haberi okuyanların aklında şöyle bir cümle kaldı; “Adamın biri otuz yıl boyunca her gün bir fidan dikerek koskoca bir orman oluşturmuş…”

Bundan tam otuz yıl önce Hindistan’da bir sel felaketi yaşanıyor. O felaketi yaşayan insanlar arasında 17 yaşında bir delikanlı da var. Adı Payeng… Payeng, sel suları çekildikten sonra üzerinde ağaç olmayan yerlerde hayatın tamamen son bulduğunu görüyor. Ve o yaşında kendi hayatının gerçek anlamının ne olduğunu fark ediyor. Bitkiler ve ağaçlar yoksa bu dünya üzerinde hayat olamaz. Payeng’in 17 yaşında kendi gözleriyle gördüğü bu gerçeği hepimiz biliyoruz aslında. Ama Payeng bizlerden farklı. O, kendi gözleriyle gördüğü bu gerçekten ders alıyor ve hayatını gerçekten de ulvi bir amaca adıyor. Her gün bir fidan ekerek başlıyor önce işe… Onu görenler alay ediyor önce…  Git diyorlar, adam gibi bir iş bul kendine… Ama Payeng pes etmiyor… Kimseye kulak asmıyor. Her gün tek tek ağaç dikiyor. O ağaçları kendi elleriyle suluyor. Toprağı canlandırmak için uzaklardan kırmızı karıncalar getiriyor. Sonunda tam otuz yıl içinde bütün canlılarıyla birlikte yaşayan 1.360 dönümlük bir orman oluşuyor.
Jadav Molai Payeng şimdi 47 yaşında… Onun hayatını okuyunca yeni bir şey öğreniyoruz biz de. Demek ki bir insan ömrü o kadar da kısa bir süre değil.

“Sisyphos Söyleni”ne inat bir “Payeng Söyleni” yazılıyor demek ki Hindistan’da…
Yazılsın...

(Bu arada merak edenler Payeng'in sayfasını da ziyaret edebilir.)

Gerçekliği Yeniden İnşaası

Gerçekliği Yeniden İnşa Eden Sanatçılar - Bianet


Şiirsel ve yıkıcı bir dilin oluşturmayı amaçlayan bağımsız, hamisiz, sponsorsuz bir çalışmanın eseri Gerçeklik Terörü. Sergide Komet'ten Murat Germen'e, Emre Zeytinoğlu'dan Dina Goldstein'a 65 sanatçının çalışmaları görülebilecek.


17 Nisan 2012 Salı

41 Ülkeden 115 Film "Uçan" Festivalde

 41 Ülkeden 115 Film "Uçan" Festivalde - Bianet


15. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali'nde Hale Soygazi "Onur", Füsun Demirel ve Serra Yılmaz "Başarı" ödülü alıyor.


Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali bu yıl 15. yaşını kutluyor. Festival 10 Mayıs gecesi Ankara'da Devlet Opera ve Balesi salonunda yapılacak açılış ve ödül töreniyle başlayacak.

16 Nisan 2012 Pazartesi

FACEBOOK’TAKİ ÖLÜLER…


FACEBOOK’TAKİ ÖLÜLER…

Belki de az önce Facebookta bir ölüyü dürttünüz… Ya da resmine, ilgi alanlarına bakıp arkadaşlık isteği gönderdiğiniz kişinin hala teklifinizi yanıtlamamasının nedeni aslında kendisinin hakkın rahmetine kavuşmuş olması… Bunlar olmayacak şeyler değil. Çünkü dünyanın en yaygın sosyal medya ağı olan Facebook'ta 5 milyondan fazla hesabın vefat etmiş kişilere ait olduğu tahmin ediliyormuş. O zaman Facebook’un yeni bir hizmete başlaması gerek bence. Online, offline terimleri gibi bir de “dead” or “alive” seçeneği sunmalı insanlara… Bu tek başına yeter mi? Yetmez. Bir de dijital “Ruhuna Fatiha” butonu olmalı. Kişi dilediğinde mevtaya Facebook üzerinden bir Fatiha’yı esirgememeli…
Apple ve Pixar şirketlerinin efsanevi kurucusu rahmetli Steve Jobs şöyle demiş;
"Kimse ölmek istemez. Hatta cennete gitmek isteyen insanlar bile oraya gitmek için ölmek istemez. Ama ölüm hepimizin ulaşacağı son menzil… Kimse ondan kaçamaz. Olması gereken de bu, çünkü ölüm kesinlikle bu hayatın en iyi icadı. Çünkü ölüm hayatı değiştiren en büyük araç…"
Mesela ben rahmetli Steve Jobs’un 59.503 takipçisinden biriyim. Demek oluyor ki insanlar mühim birini öldükten sonra da takip edebiliyorlar.
Facebook’ta sağ tarafta arkadaşlarınızla ilgili güncellemeleri görebiliyoruz. Şöyle iletiler görüyoruz bazen “Arkadaşın ilişki durumunu güncelledi. Artık Ayşe’nin ilişkisi var…” Böyle iletiler görünce seviniyoruz. “Mutluluklar.” Falan diliyoruz arkadaşlarımıza. Facebook’un aynı hizmetinin “ Ölü” ve “Diri” için de uyguladığını bir düşünsenize… “Arkadaşının hayatla olan bağları güncellendi” Artık arkadaşın “ Ölü...”
Böyle bir şey söyleyecekse de alıştıra alıştıra söylemeli Facebook…Ama yapmaz...

Peki kullanıcının vefat etmesi durumunda sosyal medya platformları ne yapıyor?

Facebook, vefat eden yakınlarının hesabını kaldırmak isteyen birinci dereceden akrabaların isteklerini bir başvuru formuyla işleme alıyor. Bu işlem sonunda vefat eden kişinin profili ve ilişkili tüm içerikler Facebook'tan tamamen kaldırılıyor. Veya vefat edenlerin profilleri bir anı sayfasına dönüştürülebiliyor. Başvuru formuna
adresinden ulaşılabilir.

Vefat etmiş bir Twitter üyesinin hesabının kaldırılması için Twitter'a e-mail veya posta yoluyla başvuru yapılabiliyor.

***
GOOGLE
Google, vefat etmiş kullanıcıların hesaplarına erişmek isteyen akrabalara yetki veriyor. Hem vefat eden kişinin hem de başvuruyu yapan kişinin bilgilerinin posta veya faks yoluyla şu adrese göndermek gerekiyor;

15 Nisan 2012 Pazar

Film Festivali'nde Zafer "Tepenin Ardı" ve "Yeraltı"nın

Film Festivali'nde Zafer "Tepenin Ardı" ve "Yeraltı"nın - Bianet


FİLM FESTİVALİ'NDE ZAFER "TEPENİN ARDI" VE "YERALTI"NIN


İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışma'da En İyi Film Ödülü'ne Emin Alper'in "Tepenin Ardı" layık görüldü. Yönetmen ödülü "Yeraltı" ile 'Zeki Demirkubuz'a verildi. Törende 'Yeraltı' beş, 'Tepenin Ardı' ise üç ödül kazandı.

İYİ Kİ DOĞDUN DA VİNCİ! BUGÜN DÜNYA SANAT GÜNÜ…



Da Vinci’nin doğum gününü bütün dünyayla birlikte bu yıl ilk kez “ WORLD ART DAY “ (Dünya Sanat Günü) olarak kutlayacağız. “Peki, kimin aklına geldi böyle bir günün kutlanması?” diye sorabilirsiniz. INTERNATIONAL ASSOCIATION OF ART (IAA)’ın geçen yılki toplantısında Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği Başkanı Bedri Baykam, büyük Rönesans sanatçısı Leonardo Da Vinci’nin doğum günü olan 15 Nisan tarihinin her yıl “WORLD ART DAY “ ( Dünya Sanat Günü) olarak kutlanmasını önermiş. Bu teklif üzerine UNESCO’ya bağlı örgüt, 15 Nisan tarihini resmen Dünya Sanat Günü ilan etmiş.

14 Nisan 2012 Cumartesi

Unutulmayan Radyasyonlu Çay - Bianet

 Unutulmayan Radyasyonlu Çay - Bianet


Michale Boganim'in Çernobil felaketi üzerine kurulu filmi Unutulan Topraklar Türkiye'de daha da anlamlı hale geliyor. Bu topraklarda yaşayanlar televizyonda radyasyonlu olmadığını kanıtlamak için çay içen bakanı hâlâ hatırlıyor.








13 Nisan 2012 Cuma

YANDIK! BUGÜN 13. CUMA…




Şimdi, “Mübarek Cuma günü bu yazı da nereden çıktı?” demeyin. Twitter'da toptweet oldu. Peki, bu yıl daha kaç tane 13.Cuma var dersiniz?
13 Ocak da cumaydı. Bugün 13 Nisan ve günlerden Cuma…
Bu yıl için bir de 13 Temmuz 2012 var… O da cumaya denk geliyor.


HABER: "Biletinizi Yırtana Kadar Saklayınız"

"Biletinizi Yırtana Kadar Saklayınız"  Bianet


İstanbul Kültür Sanat Varyatesi Emek Sineması'nın yıkımı projesindeki gelişmelere tepki göstermek üzere sinemanın önünde biletlerin yırtılacağı bir protesto düzenliyor. Biletleri yırtılacak filmin adı: Fetih Beyoğlu: Grand Pera 3D.

SAF VE DÜŞÜNCELİ ROMANCI... Orhan Pamuk



1926’dan beri Harvard Üniversitesi’nde gerçekleştirilen Charles Eliot Norton Konferansları’na, 2009 yılında Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk’un konuşmacı olarak katılmasının edebiyatımız için kuşkusuz önemli bir anlamı var. Ama biz okurlar için bu konferanstaki 45-50 dakikalık altı konuşma metninin ya da altı ders notunun Orhan Pamuk tarafından yazılan son sözle bir kitap bütünlüğüyle İletişim Yayınları tarafından yayınlanması konferanslardan daha anlamlı. Çünkü bu kitap, yirmi yıldan fazla bir süredir romanları çok satan, çok okunan, çok tartışılan bir yazarın okuma ve yazma serüveni hakkında.

12 Nisan 2012 Perşembe

ŞİİR: KANATLI GECE






                                                                                             Kanatlı Hayvan Sevenler Derneği Genel Başkanı’nın 17. Olağan Genel Kurulda Söylediği mezmurdur

Halbuki korkulacak kan gibi bir şey vardı
Merdiven altlarında “Karşı Madde” imal ediyorduk
Ve aradığımızı yalan yanlış bulduğumuzda google’da
“Ulan, Tanrı Parçacığı mısın sen gavat!”
deyip deyip birbirimize,
burnumuzu kravatımıza silip gülüyorduk.

“Bir kova kanat ve bir şişe kola!”
Bu parolayı hep bilmelisiniz.
İstanbul martılarının parolasıdır bu, işareti de “ökse”
Bu tüneller buradan taa Cern’e kadar giderler.
Bu vapurların hepsi Peirce’ın vapurlarıdır.

Örneğin bir atmaca vururduk, bir kadın bir erkek
Bir avuç kan içerdik kadehlere bölüp
dudaklarımız kırmızıydı, kötüydük de ondan
Biliyorduk vapurlar götürürdü bizi civciv pazarlarına
Öpüşlerimiz bahtiyar ve ılıktı.

Martılardan biri basınca çığlığı, yani kuş parolasını
Anasını, avradını, yumurtasını
Koy verecekti cümle kanatlı mahlukat
Biz bunları çok önceden de bilebiliyorduk
Halimiz başta ve sonda aynıysa
birbirimizin kopyası olduğumuzdandı

Fabrikalarımızda ürettiğimiz uçamayan kuşlarımız
tombul ve aptaldırlar
Zaten onlar layık değildir hiçbir intihara
Zaten biz de uçamayan porsiyonları azad edecek değiliz

Fakat ne varsa,
evet, ne varsa bu kanatlı gecededir
Bizi burada bir araya getiren
kafeslerinde çığlık çığlığa öten sevgililerimiz
Şimdi eğilip kendi ellerimden öpüyorum,
başıma koyuyorum kendi ellerimi

Antep’te kuşçuya kız vermiyorlardı eskiden
Bir yandan güvercine takla attırıp
bir yandan kenevir çeken koca
istemiyordu hiç kimse kızına
Biz biliriz kuşların Beşir Fuad’ını
O ki Nuh’a zeytin dalını getiren değil
paçalı bir posta güvercinidir
Nereden nereye…
Şimdi biz sivil toplum örgütleriyiz
Türler arasındaki gastronomik aşkın şahitleriyiz.
Dedim ya,
ne varsa bu kanatlı gecededir
Bu duvarlarda gördükleriniz
sevgililerimizin uçuş ve istirahat resimleridir.
İşte siz muhteşemsiniz, ben de muhteşemim
Siz de bu güvercin mezadına iştirak ediniz.
Lafı fazla uzatmayalım; işte her birimize
bir şişe kola, bir kova kanat
İnsanı insan yapan iki şey var, değil mi efendim;
“Bilim ve sevda…”
Ne varsa efendim, kanatlı gecededir.
Şimdi eğilip kendi ellerimden öpüyorum,
başıma koyuyorum kendi ellerimi


                                                    Kıvanç Nalça






GEL DE OKUMA… EN ETKİLEYİCİ BAŞLIK…




Bir yazıda başlık ne kadar önemlidir… Bir kere teknik olarak başlıksız bir yazının ne kadar iyi ve önemli bir yazı olursa olsun sanal âlemde okunma ihtimali yok denecek kadar az. Aynı zamanda şahane bir başlığın altına ipe sapa gelmez saçmalıklar yazılsa bile birçok kişi tarafından, okunmasa bile en azından tıklanacağı garantidir. Edebiyatta bazı tabirler vardır. Başlığın metni aydınlatan kandil olduğunu söyleyenler, başlığın metnin ya da eserin İmam-ı Âzam’ı olduğunu savunanlar olmuştur tarih boyunca.   Öyle başlıklar vardır ki insan bir yerde rastladığında o yazının devamını okumadan duramaz.  Başlık müstakbel okuru büyüler, çeker…

Aslında bu sanat, başlık atma sanatı daha çok gazetecilerin sanatıydı son yıllara kadar. Ama artık blog yazarları da çok kişi tarafından okunmak istiyorlarsa çarpıcı, çekici başlıklar atmak zorundalar.
İnsan önce başlığı görüyor, o başlık ilgisini çekerse yazının devamını okuyor ya da okumuyor. Bu nedenle başlıklarla yazılar arasındaki uyumsuzluk da gün geçtikçe artar oldu. Çünkü amaç o başlıkla, ortalıkta gezinen internet kullanıcısını bir şekilde çekmek ve sayfayı tıklamasını sağlamak. O kadar. Artık marketlerdeki ürünlerin ambalajları neyse blog yazılarının başlıkları da o…

Başlık çarpıcı olmalı, hayatın sırlarını açıklamalı. Öyle mütevazı olmamalı.  Ama gel de 500 sözcükte açıkla o sırları. Bir blog yazarı o çok iddialı hayat sırrını biliyorsa sizinle bu kadar kolay paylaşır mı dersiniz?
Benim çok merak ettiğim şeylerden biri de blog okurlarının bu çarpıcı başlıklarla verilen kıymetli bilgileri hayatlarında tatbik edip etmedikleri… Mesela “Flört Etmenin 10 Maddelik Raconu” başlıklı bir yazıyı okuyan delikanlı bir sonraki flörtünde bu maddelere harfiyen riayet ediyor mu? Ya da “Evlilikte Sağlıklı Cinsel Yaşam için sekiz püf noktası” “ Evliliği Daha Ateşli Hale Getirmenin 34 yolu…” gibi yazılar okunduğunda akşam kaç evde bu püf noktaları ve yollar akla geliyor. Bir de evlilik dediğimiz şey iki kişi arasında yaşanıyor. Diyelim ki bunlardan biri yazıyı okudu diğeri okumadı… Püf noktaları ve sihirli yollar hayata geçirilirken iletişim sorunu yaşanabilir.
Kimimiz bu başlıkları “ Aaa, tıpkı ben!” ya da “Tıpkı bizim Murat!” demek için tıklıyoruz belki de. “Erkeklerin Vazgeçmek İstemediği 77 Yalan!”, “ Kadınları utandıran 100 soru…” gibi başlıkları tıkladığımızda karşımıza çıkan yazıyı böyle bir duyguyla okuyoruz. Bize ya da yakınlarımıza uygun maddeler varsa “normal” olduğumuzu onaylayıp mutlu oluyoruz herhalde… Belki de “Bakalım blog yazarı doğru söylüyor mu?” diyerek örneğin kadınları utandıran o soruları en yakınındaki kadınlara doğrudan soranlar da vardır. Bilinmez.

Fakat hiç suçu olmayan masum insanları zan altında bırakan tehlikeli başlıklar da var bence. Blog yazılarını fazlasıyla önemseyip hayatın şifrelerini oralarda arayanları patlamaya hazır birer bombaya dönüştürebilecek başlıklar da yok değil…
“Yanlış Evlilikler”,  “Aldatan Kadının İşaretleri”, “ Erkeğinizin sizi aldattığını şıp diye anlamanın 99 yolu”, “Burçlara Göre Aldatma Nedenleri”… Allah aşkına söyleyin; sizce de bu başlıklar biraz tehlikeli değil mi? Kim bilir o blog yazısını okumadığı için her şeyden habersiz kaç eş ya da sevgili yersiz yere itham edilmiştir böylesi yazılar yüzünden…
Belki de bu yüzden  bu yazı dâhil birçok blog yazısını o kadar da ciddiye almamak gerek…

Bianet :: Erkekler Martta 12 Kadın Öldürdü - Bianet

Bianet :: Erkekler Martta 12 Kadın Öldürdü - Bianet



Bianet'in yerel ve ulusal gazetelerden ve ajanslardan derlediği haberlere göre Martta erkekler 12 kadın ve iki erkek öldürdü, 24 kadın ve bir erkeği yaraladı, sekiz kadına tecavüz, beş kadını taciz etti. 13 çocuk cinsel istismara uğradı.
Martta en çok erkek şiddeti yaşanan bölge Marmara, il İstanbul oldu.
2012'nin ilk üç ayında toplam 47 kadın öldürüldü, 60 kadın erkek şiddetine maruz kaldı, 28 kadın tecavüze, 56 kadın cinsel tacize uğradı.
Cinayet
Erkekler Mart'ta yedi ilde 12 kadın ve iki erkek öldürdü. Üç erkek cinayetin ardından polise ya da jandarmaya teslim oldu.
En çok kadın katli İstanbul'da yaşandı. Cinayetlerin gerçekleştiği iller Ankara (2), Antep, İstanbul (5), İzmir (2), Manisa, Ordu ve Urfa. Katillerin yaşları 17 ila 57, kadınların yaşları 25 ila 74 arasında değişiyor.
Martta kadınları en çok kocaları öldürdü. Üç kadını kocaları, iki kadını boşanma davası süren kocaları, iki kadını eski kocaları, bir kadını sevgilisi, bir kadını akrabası, bir kadını kendisine iş bulma vaadinde bulunan bir erkek, bir kadını ise hırsızlık için evine giren bir erkek öldürdü.
Öldürülen kadınlardan biri transeksüeldi ve katili bulunamadı.
Bu ay en çok kullanılan cinayet aleti ateşli silahlardı. Cinayetlerden beşi tabancayla, üçü pompalı tüfekle, biri av tüfeğiyle, üçü bıçakla, ikisi ise sopa ve taşla işlendi.
Öldürülen kadınlardan biri daha önce çıkarılan koruma kararının tarihi sona erince, boşanma davası başlayınca yenileme gereği duymamıştı. Kocasının akrabası tarafından öldürülen bir kadın ise daha önce polise başvurmuş ancak korunma talebine yanıt alamamıştı.

11 Nisan 2012 Çarşamba

Dörtlük






Mesele,  yaşıyor gibi yapmak mı yoksa?
Bir taşikardi daha, bir deli sevinç…
Fakat âşık olunmuyor bir yaştan sonra.
Keşke şimdiki aklım olmasaydı hiç…


                                              Kıvanç Nalça

Görme engelliler Aşk'ı dinledi...


Görme engelliler Aşkı dinledi 





Bianet :: Ümit Kaftancıoğlu Anısına -

Ümit Kaftancıoğlu Anısına 



Kaftancıoğlu, 11 Nisan 1980 gününün sabahı, evinden işe gitmek üzere dışarı çıktığında çapraz ateşle öldürüldü. Emniyet'te, "Onu solcu olduğu için öldürdüm" diye ifade veren Ahmet Mustafa Kıvılcım, Askeri Mahkeme'de önce ömür boyu hapse mahkûm edilse de cezası, Askeri Yargıtay tarafından bozuldu. Kıvılcım, dört yıl tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakıldı; azmettirenler ise yargı önüne hiç çıkmadı.



Bu yıl sekizincisi düzenlenen Ümit Kaftancıoğlu Öykü Ödülleri Ödül töreninin de yapılacağı, Ümit Kaftancıoğlu'nu Anma Etkinliği 7 Nisan Cumartesi günü saat: 19.00' da Bakırköy Yunus Emre Kültür Merkezi'nde yapıldı.

10 Nisan 2012 Salı

HALİL CİBRAN... Oklar ve Yaylar…




Yaşam öyküsünü okuyup garipsediğimden midir yoksa kötü çevirilerle birkaç şiiriyle karşılaştığımdan mıdır bilinmez Halil Cibran şiirlerinden pek tat alamayanlardandım. Düne kadar fazla şiirini okumuş da sayılmazdım. Fakat dün Halil Cibran’ın Tanrı Elçisi (Nebi) adlı meşhur kitabı elime ulaştı. Cahit Koytak çevirisiyle Kapı Yayınları’ndan çıkan kitabı eve dönüş yolunda bir solukta yarıladım. Gece de elimden bırakamadım.
Aslında ben akıl veren, kendince yol gösteren, hayatın ve yaşamın “gizli” sırlarını okura yukarıdan bakan bir üslupla açıklayan şiirlerden pek hazzetmem. Şiir kendi başına bir söz ve varlıktır benim için… Bence büyük büyük laflar etmek şiire yakışmaz. Fakat Cahit Koytak’ın Taraf Gazetesinde pazartesi günleri yayınladığı şiirleri severek takip edenlerdenim. Hala habersiz olanlar, günlük gazetede şiir olur mu diyenler varsa Cahit Koytak’ın dizeleriyle seslenmek isterim onlara;

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...